“2019’a Doğru; Seçim, Geçim ve İktidar” başlıklı bir yazı, daha doğrusu aralıklı yayınlanacak bir yazı dizisi üzerinde çalışmaya çalışıyordum. Araya çok şey girdi, ilki Ağustos’un ilk yarısında yayınlanan yazının devamını hazırlarken bu kez de gözüme Abdülkadir Selvi’nin “Anketler Neyi Gösteriyor?” yazısı takıldı. Şimdi bu yazıyı atlayıp, taa 2019’a kadar uzanacak seçim, geçim, iktidar yazıları kaleme almanın bir anlamı var mı(?) diye düşünüp, yazı konusu önceliğini Selvi’nin yazısına kaydırmaya karar verdim.
Abdülkadir Selvi; Hürriyet Gazetesı’nde Akif Beki’nin köşe ardılı, Ertuğrul Özkök’ün komşusu, CNN Türk’ün her konuda sözü olan yorumcusu, iktidar sözcüsü bir büyük gazeteci. Ama kamuoyu araştırmacısı değil. Onun için kamuoyu araştırmacılarından aldığı bilgileri bize yorumlayarak aktaran gazeteci-köşe yazarı konumunda bu kez. Dolayısıyla iktidar sözcülüğü yapıp yapmadığına da, yazıyı okuyunca siz karar vereceksiniz.
Abdülkadir Selvi’nin “Anketler Neyi Gösteriyor?” başlıklı köşe yazısı 19 Ekim 2017 Perşembe günü Hürriyet Gazetesi’nin Gündem sayfalarında yayınlandı. Yazı, “Kamuyo araştırma kuruluşları ile konuştum. Partilerin durumunu öğrenmeye çalıştım. En çarpıcı bilgi karasızların oranında” diye başlıyor. Devamında da şunlar var. Toplam seçmen kitlesi araştırıldığında;
- Kararsızların oranı yüzde otuzmuş;
- Türkiye’de sadık seçmen kitlesi, yani bir önceki seçimde oy verdiği partiye yine oy vermeye devam edecek seçmen kitlesi ise yüzde yetmişmiş;
- Kararsızların yarısı (demek ki, toplam seçmen kitlesinin yüzde onbeşi) seçimde sandık başına gidip oy vermezmiş;
- Bu durumda da, seçime katılım oranı yüzde seksenbeş olurmuş;
- AKP seçmeninin yüzde onbeşi (toplam seçmenlerin yüzde altısı anlamına geliyor) beyaz AKP’lilerden oluşuyormuş, bunlar da AKP geleneksel politikaları ile güç ikna edilen seçmenlermiş;
- Mutsuz seçmenler; henüz partisini değiştirmemiş ama demokrasi, insan hakları, ekonomi ve dış politika uygulamlarından rahatsız olan seçmenlerden oluşuyormuş.
Yukarıdaki tüm bilgiler bütünleştirildiğinde de ortaya, 1 Kasım 2015 seçimlerindeki dağılımın halen geçerliliğini koruduğu çıkıyormuş. Bu durumu da Selvi; “Tabanda bir durgunluk var ama yeni bir arayış yok. AK Parti’den daha iyisi çıkmadığı taktirde AK Parti’ye olan güçlü destek devam ediyor” diye yorumluyor.
Genel milletvekili seçimleri dışında bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi var. O konuda da Selvi’nin değerlendirmeleri var elbette. Hem de göz ardı edilemeyecek kadar önemli, kesin ve net değerlendirmeler.
Şöyle diyor; “Muhalefet, Erdoğan’dan daha parlak bir aday çıkaramayacak. O nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimi ‘Erdoğan’a evet mi, hayır mı’ seçimine dönecek. Partiler aday çıkarırsa ne olur? O zaman Erdoğan ilk turda seçilir. Öyle görünüyor ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi bir Erdoğan referandumuna dönüşecek.”
Demek ki önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi diye bir meselemiz yok, çünkü o sorun çoktan çözülmüş ve bitmiş. Kalan tek mesele milletvekili seçimlerinde partilerin alacakları oy oranlarındaki küçük dalgalanmanın, partilerin çıkaracağı milletvekili sayılarına etkisi. Haydi o konuda da Selvi’yi ben rahatlatayım; kurgulanan yeni yönetim sistemiyle Cumhurbaşkanının ve hükümetin meclise pek ihtiyaçı yok ki.. İhtiyaç olduğunda da yasayı, Cumhurbaşkanlığı Hükümeti çıkarır; o yasanın iptali için meclis, anayasa mahkemesi kimlerle uğraşıyorsa uğraşsın artık. Demem o ki, sorun Cumhurbaşkanının değil, meclisin. Onun da zaten bir işlevi yok.
Aslında bu senaryo daha önce de sahnelenmişti. Kamuoyu araştırmaları 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde katılımın yüzde doksanın üzerinde olduğunu Erdoğan’ın oylarını da yüzde 55-60 bandında bulunduğunu ilan ederek, seçimin başlamadan bitmiş olduğunu aylarca yazıp-çizip, söylediler. Sonuçta seçime katılım yüzde yetmişli oranlara düştü, Erdoğan da yüzde elli’yi kıl payı geçip Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece amaca ulaşılırken, yerli-milli kamuoyu araştırmacıları ve gazeteciler de görevlerini başarıyla ifa etmiş, Erdoğan’ın Başkanlığına ve Türkiye demokrasisine de büyük katkıda bulunmuş oldular!
2014’ten 2017’ye çok zaman geçmedi. Balık hafızalılar bile hâlâ bu senaryoyu ve de uygulamasını anımsıyorlardır. Galiba Selvi (aynı suda ikinci kez yıkanmaya kalkarak) bu kez bütünlemeye kalmış oldu. Ama neyse, biz konumuza dönelim.
İnsan Abdülkadir Selvi’nin yazısını okuyunca Erdoğan’ın telâşına anlam vermekte zorlanıyor. O zaman da akla başka sorular takılıyor. Yoksa A. Selvi’yi kamuoyu araştırma kuruluşları mı yanıltıyor? Selvi acaba, 1 Kasım seçimlerinin üzerinden 16 Nisan plebisitinin (referandum mu demeliydim?) geçtiğini ve YSK’nın bu oylamada ‘tarih yazdığını’ sorgulamadan mı kaleme almış köşe yazısını? Ya da Selvi, düşünde gördüklerini gerçek sanıp, yazıya döktükten sonra mı başlıyacak sorgulamaya, ‘bunlar ne anlama geliyor’ diye?
Metal yorgunluğu Türkiye siyasetinde yeni boyutlar kazanmış bir kavram. O noktadan hareket edince de insanın aklına metal zehirlenmesi diye bir başka kavram geliyor. Acaba AKP’liler metal yorgunluğuna uğrarken bizler de, milli ve yerli medyamızın yüce katkılarıyla Selvi’li haber ve yorumlarla metal zehirlenmesi mi yaşıyoruz?
Her şey olabilir. Ama bir şeyin olması mümkün değil. O da, değişmenin durması. Bir başka ifadeyle 1 Kasım 2017, 1 Kasım 2015 olamaz. Daha iyi olabilir, daha kötü olabilir ama 1 Kasım 2017, 1 Kasım 2015 değildir ve olamaz.
Hele de içinde insan varsa, bu işin ögesi insansa, değişme kaçınılmazdır. İleriye de olsa, geriye de olsa, değişme kaçınılmazdır. (ST/HK)