Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarına Beşiktaş’taki binası için tahliye emri tebliğ edilmişti, hatırlarsanız. Bir kurumu, yer göstermeden, seçenek sunmadan tahliye etmenin o kurumun tasfiyesi demek olduğunu söylesek çok ileri gitmeyiz herhalde. Seçim gündeminin yoğunluğuna rağmen, tahliye kararı, sanat ile arası uzun zamandır açık olarak bilinen iktidarın sanata bir darbesi olarak yorumlanmış, sosyal medyada büyük tepkiye neden olmuş, www.change.org sitesine çok kısa sürede yüz binden fazla kişi imza vermiş, bunun üzerine tahliye kararının bir süreliğine ertelendiği duyurulmuştu. Oysa ülkemize sanatçı yetiştiren ve kapı dışarı edilmek istenen bu güzide sanat kurumu, iktidarın sık sık siyasi kişiliği yönünden atıfta bulunduğu, saygıyla yad ettiği, “Ulu Hakan” dediği II. Abdülhamid’in bir nevi mirasıdır.
Osmanlı’da önceleri insan figürü çizimlerine ve perspektife dayalı Batı tarzı resimler yapılmazken, 18. yüzyıl sonlarına doğru Batı’nın teknik ve askeri üstünlüğüne yetişmek için askeri okullarda ve mühendislik okullarında verilen resim dersleriyle birlikte ilk defa Batı sanatı Osmanlı’da derslerde gösterilir. Bu eğitimin neticesinde Osmanlı’da asker ve mühendis kökenli ressamlar çoğalır.* Osmanlı padişahları da –önce Abdülmecid, sonra Abdülaziz- Avrupa’ya sanat eğitimi alması için öğrenci gönderilmesine, çeşitli resim sergilerinin açılmasına ön ayak olarak bu gelişmeleri desteklerler. Nitekim Londra’da 1862 yılında düzenlenen uluslararası sergide Osmanlı’da yapılan güzel sanatlara dair eserler yer alır. II. Abdülhamid tahta çıkana dek, Osmanlı sanatçıları güzel sanatların çeşitli dallarında çok sayıda eserler verirler. Ne var ki bu dönemde yetişen sanatçılar ya Avrupa’daki okullarda veyahut İstanbul’a gelen sanatçılardan dersler alırlar. Batı sanatına dair eğitim verecek bir kurumun eksikliği sanat eğitimi almak isteyen Osmanlılar tarafından hissedilir.
II. Abdülhamid malumunuz iktidarına yönelik herhangi bir tehdit gelmemesi için saltanatı boyunca düşünce ve ifade özgürlüklerine dair yasakçı uygulamalarının yanı sıra fotoğrafının gazetelerde yayınlanmasına, elektriğin kullanılmasına, hatta gece kayıkla gezmeye dair çıkardığı ilginç yasaklarıyla ahalinin hayatını zorlaştırsa da, onun döneminde çeşitli müzelerin ve sanat kurumlarının açıldığı, sanatçıların yetiştiği ve padişahın bu konuda kişisel destek verdiği yadsınamaz bir gerçektir.
Batı sanat disiplini verecek kurumların eksikliğinin farkına varan II. Abdülhamid saltanatının ilk yıllarında (1880) Sanayi-i Hasene, Fünun-ı Aliye isimli sanat kurumları açma girişimlerinde bulunduysa da, Batılı üslupta eğitim veren ilk okulun açılması Müze-i Hümayun’un (bugünkü arkeoloji müzesi) müdürü olan Osman Hamdi Bey’in çabası ile 1883 yılında gerçekleşir. O sıra Avrupa sanat dünyasında pek revaçta olan Paris Güzel Sanatlar Okulu örnek alınarak kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk müdürü de Osman Hamdi Bey olur.**
Sanayi-i Nefise Mektebi Müslüman ailelerin, çocuklarının resim, mimari ve heykel gibi dallarda sanat eğitimi almasına hoşnutsuzlukla bakması sebebiyle çoğunluğu gayrimüslimlerden oluşan yirmi öğrenciyle eğitim hayatına başlar. Öyle ki, bu önyargı üst sınıf zevat arasında dahi yaygındır. Nitekim dönemin sadrazamının oğlu olan Celal Esad (Arseven)’in birkaç sene sonra okula girmesi, babası tarafından hoş karşılanmaz. Amcası kendisine, “Koskoca sadrazamın oğlu nasıl ressam olur? Ailemizin şerefine hiç yakışır mı? “ diye sitem eder.***
Ne var ki zamanla okulun namının yayılması ve padişahın verdiği destekle Müslüman kesimdeki bu önyargı azalır ve okula çok sayıda Müslüman öğrenci kaydolur. Önceleri resim, heykel ve mimari üzerine dersler veren Sanayi-i Nefise Mektebi’nde 1892 yılında padişahın isteğiyle hakkaklık dersleri de verilmeye başlanır.
Osman Hamdi Bey, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Avrupa’daki benzerleri gibi bir eğitim vermesi için azami dikkat sarf eder. Yağlıboya derslerini ressam Valeri’nin, mimarlık dersini Büyük Ada Rum Yetimhanesi, Pera Palas oteli, Müze-i Hümayun (Arkeoloji Müzesi), Düyun-i Umumiye Binası (İstanbul Erkek Lisesi) gibi eserlere imza atan Vallury’nin, heykeltıraşlık derslerini ise Yervant Oskan’ın veriyor oluşu bazı kesimler tarafından eleştiri konusu olsa da, o Batı sanatının inceliklerinin öğrenilmesi için bu eleştirilere kulak vermez, ne gerekiyorsa yapar. Nitekim onun kurduğu eğitim sistemi, İbrahim Çallı, Elif Naci, Nazmi Ziya, Nurullah Berk, Hüseyin Avni; daha sonra kadınların da sanat eğitimi alması için ressam Mihri Hanım’ın çabasıyla aynı okulun bir kolu olarak kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nden mezun olan Güzin Duran, Fahrelnisa Zeid, Nazlı Ecevit gibi Cumhuriyet sanat tarihine iz bırakan sanatçıların yetişmesine vesile olur.
Sanayi-i Nefise Mektebi’ne dair sergilerin başta Servet-i Fünun olmak üzere çeşitli gazetelerde yer alması ve okula dair talebin artması üzerine 1906 yılında Osman Hamdi Bey padişaha musiki eğitiminin yer almasına dair teklifte bulunur. Padişah tarafından bütçe tahsis edilerek destek verilen bu teklif sonucunda okulda, piyano, keman gibi müzik aletlerini çalmanın yanı sıra nota ve ahenk derslerinin de verileceği musiki sınıfı açılır. Cumhuriyet tarihi boyunca müzikoloji ve sahne sanatları eğitimi vererek çeşitli sanatçılar çıkaran, “binayı boşaltmazsanız eğer elektriğinizi, suyunuzu keseriz,” diye tehdit edilen Mimar Sinan Devlet Konservatuarı’nın temelleri başta Osman Hamdi Bey ve okulda ders veren değerli sanatçıların emeğiyle, Abdülhamid’in desteğiyle işte böyle atılır. **
Niyetim Sultan Abdülhamid’i güzellemek veya yad etmek değil, bugün onun mirasını taşıdığını iddia edenlerin, Sanayi-i Nefise Mektebi gibi onun zenginleşerek günümüze gelen mirasına gereken önemi göstermediklerini söylemektir. Niyetim cumhuriyet sanat tarihinin atölyesi olarak kabul edilen bir kurumun temelini atan “yasakçı” padişah Abdülhamid kadar sanatı ve sanatçıyı korumadıklarını iddia etmektir. Asıl meselenin Sultan Abdülhamid’in “aziz hatırası” değil, onun tüm devlet mekanizmasını kendi sarayına toplayarak, başka kimseye söz hakkı tanımayarak yarattığı istibdat yönetimi olduğunu anlatmaktır. (MK/AS)
* Ahu Antmen, “Bu Bayan Ressam…”, Sanatın Gölgedeki Kadınları, Der. Özlem Belkıs&Duygu Kankaytsın, Ayrıntı Yayınları, 2018, İstanbul
** Fatmagül Demirel, Sultan Abdülhamid’in Mirası İstanbul’da Kamu Binaları, İTO Yayınları, 2011, İstanbul
*** Celal Esat Arseven, Sanat ve Siyaset Hatıralarım, İletişim Yayınları, 1993, İstanbul