Manşet illüstrasyonu: Ryan Olbrysh, Bill Powell'in Newsweek'teki makalesinin görseli
Ekonomik savaş, diplomatik savaş, teknolojik savaş derken, şimdi de soğuk savaş. Tarihe gömüldüğü düşünülen, İkinci Dünya Savaşı sonrası doğan bizim neslimizin çok çektiği, bir çok ülkenin geleceğini karartan “Soğuk Savaş” tekrar gündeme geldi.
Gazeteci Bill Powell’in*, 21 Mayıs günü Newsweek dergisinde yayınlanan makalesinde Amerika Bİrleşik Devletleri'nin (ABD) Çin ile "Soğuk Savaş" içinde olduğunu duyurdu. Hemen ardından, bir çok yayın organı, yeni veya 2. Soğuk Savaş sözcüklerini kullanmaya başladı.
Bill Powell, “Amerika yeni bir soğuk savaş içinde. Bu kez komünistler kazanabilir” başlıklı yazısında, ABD'nin 40 yıllık, Çin’i karşılıklı işbirliği içinde açık toplum haline getirme politikasının başarısızlığa uğradığı saptamasını yapıyor. Bugün kimsenin, “Çin’in uluslararası ortak kurallar (multilateralizm) içine çekilebileceğine inanmadığını” belirtiyor.
Çin Dünya Ticaret Örgütü’nde
1991 yılında, Sovyetler Birliği’nin düşüşü ve liberalizmin zaferi ilan edildiğinde, Çin 30 yıllık Mao iktidarından yeni çıkmıştı. Ekonomik yıkıntı içindeydi. ABD ile olan anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak, reformlara girişerek pazar ekonomisine yöneldi (Komünist Parti’nin denetimi altında).
2001 yılında, Dünya Ticaret Örgüt’üne girişi ise, Çin’in önünün tamamiyle açılmasını sağladı. Devasa Çin pazarının çekiciliği karşısında, yabancı yatırımlar, teknoloji transferleri birbirini izledi. Batı bu gelişmeler sonucu Çin’in politik olarak liberalleşeceğini, oluşacak orta sınıfların daha geniş özgürlük talepleriyle ortaya çıkacağını umuyordu. Çin de, yerel bazı demokrasi uygulamalarıyla bu umudu besledi.
11 Eylül, İkiz Kuleler saldırısı sonrası, ABD'nin “anti-terör mücadelesi” içine girmesiyle birlikte, Çin, ABD’nin ve Avrupa’nın gündeminden çıktı.
Pekin Olimpiyat’larının kazandırdığı prestij ve ardından 2008 yılında batının ekonomik kriz içine girmesi, Çin’in kendine güvenini arttırdı. Xinjiang otonom Uygur bölgesi ve Tibet’te askeri müdahale ile denetimi sağladı. Büyük bir etnik temizlik harekatını başlattı. Çin denizinde askeri varlığını arttırdı.
Bu küçük adımlara karşı, ne ABD'den ne de Avrupa’dan ciddi bir tepki geldi. Çin’in elini kolunu bağlayan çok az şey kalmıştı. Ve gelişmeleri hızlandırmak göreviyle, Xi Jinping iktidara getirildi (2012).
Tüm Asya’yı kateden ve Avrupa’ya uzanan “Yeni İpek Yolu” ve Çin’i teknolojik her alanda dünya lideri yapmayı amaçlayan “Made in China 2025” projeleri başlatıldı.
Xi Jinping’in iktidara gelmesiyle birlikte İdeolojik planda da yeni gelişmeler oldu. Burjuva demokrasisi, evrensel insan hakları ve uluslararası hukuk, Çin için üç büyük tehlike olarak belirlendi.
Çin’in otoriter gelişme modeli, liberal gelişme modellerine karşı bir alternatif olarak sunuldu. Bu ideolojik geri planın üstüne, 2017 yılında, Xi Jinping, ömür boyu başkan ilan edildi.
Çin’in askeri harcamaları
Pekin’in askeri harcamaları, ABD’den çok daha az. Ama artış oranı her yıl yükseliyor. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'nin rakamlarına göre, Çin’in askeri harcamaları, Dünya Ticaret Örgütü’ne katıldığı 2001 yılında, 50 milyar dolardı. 2019 yılında ise bu rakam 240 milyar dolar oldu.
Aynı yıl ABD’nin askeri bütçesi ise 633 milyar dolar. Bill Powell’e göre, Çin, farklı teknolojiler kullanarak, Irak deneyinden de yararlanarak, asimetrik bir güç oluşturuyor. Uçak gemisi vurucu roketler gibi.
Bu arada, quantum teknolojisi ve suni zeka (quantum computing ve artificial intelligence) alanındaki çalışmalarına de bakmak gerekiyor. Çin kısa sürede ABD’nin önüne geçmeyi hedefliyor.
Trump’la başlayan ticari savaş ve ayrışma
Çin şu anda, ABD’yi geçmek üzere olan bir ekonomik güç. Aralarında ekonomik-ticari, diplomatik ve teknolojik bir savaş yaşanıyor. Geçtiğimiz soğuk savaşta, Sovyetler Birliği, “demir-perde”nin arkasında sıkışıp kalmıştı. Çin ise, tam tersine, ekonomik olarak tüm dünya ile iç içe ve neredeyse küreselleşmenin motoru işlevini görüyor.
Amerikan Başkanı Donald Trump’un Beyaz Saray’a yerleşmesiyle birlikte, iki rakip güç arasındaki ilişkiler net bir şekilde geriledi. Covid-19 salgını ise ilişkilerin daha da kötüleşmesine neden oldu.
Trump aslında, bir çok batılı devlet adamının yüksek sesle söyleyemediklerini açıktan ve biraz da kabaca dile getiriyor.
Bu gelişmeler boşanmayla sonuçlanır mı? Şimdilik ABD kanadında böyle bir eğilim yok. Ne demokratlarda ne da Cumhuriyetçilerde. Daha çok, araya mesafe koymak, stratejik teknolojileri korumak gibi eğilimler var. Trump ile ilgili sorun, onun, ABD’nin tarihsel müttefikleriyle de, özellikle Avrupa ve Kanada ile de, kavgalı olması.
Demokratların adayı Joe Biden’in seçilmesi bu durumu değiştirebilir. Ama özünde Biden’in Çin’e karşı politik tavrının, Trump’unkinden fazla bir farkı yok.
Çin tarafında ise boşanma olmasa bile, ayrışma ve kopuş eğilimleri şimdiden görülüyor. Ekonomik olarak, kendisi, dışa, hiçbir kural tanımadan açılırken (stratejik liman ve havaalanlarını satın alma vb), kendisini yabancı yatırımlara kapıyı kapatıyor.
İdeolojik planda da aynı eğilim görülüyor. Ülke içinde her türlü batılı düşünce. liberal akımlar yasaklanırken, kendi otoriter çizgisini tüm dünya ya dayatmaya çalışıyor.
Avrupa nerede yer alıyor?
Avrupa ABD ile askeri ittifak içinde. Ekonomik ve teknolojik ortak çıkarları var koruyacak. Ama ABD'nin kuyruğuna da pek takılmak istemiyorlar. Avrupa deyince çoğul konuşmak lazım, başta Almanya ve Fransa ikilisi olmak üzere, çoğunluk bu eğilimde diyebiliriz.
Ama Çin çok yakında. Küreselleşme aradaki mesafeleri çok azalttı. Avrupa ekonomisini tehdit ediyor, kendine bağımlı kılıyor.
Ortak Avrupa kimliği oluşturma çabaları ise yavaş ilerliyor. Ama krizler her zaman birlikte davranma eğilimini hızlandırmış Avrupa içinde. Şimdi de aynı şey görülüyor.
Covid-19 salgını sonrası içine girilen ekonomik krize karşı, Merkel ve Macron ikilisinin önerdiği ekonomik yardım paketi, Avrupa açısından tam bir devrim niteliğinde.
Ekonomik krizden çıkmak için Avrupa Birliği borçlanacak ve ihtiyacı olana dağıtılacak. Tam bir federal devlet uygulaması. Bu projeye, güney ülkelerini disiplinsiz gördükleri için, Hollanda, Danimarka ve Norveç gibi ülkeler karşı çıkıyor ama bu engellerin aşılması zor olmayacak gibi görünüyor.
Soğuk Savaş, adından da anlaşıldığı gibi silahların doğrudan konuşmadığı savaş. Umarım öyle kalır. Hong Kong ve özellikle Tayvan ciddi iki sorun.
İki süper güç, ABD ve Çin, iki kutuplu bir dünya yaratmaya çalışacak. Avrupa, bütün olumsuzluklara karşın, bu ikilemi kırabilecek tek güç. Rusya’nın rolünün ne olacağı ise hiç tartışılmıyor. Galiba artık, stratejik bir güç olarak kabul edilmiyor. (MSŞ/APA)
* Bill Powell. Gazeteci. Time Magazine, Fortune Magazine (Çin bürosu şefi ve Asya editörü), Newsweek (1989-2000, 11 yıl boyunca büro şefi). Eğitim: Northwesterne Üniversitesi, 1975-79 Gazetecilik ve tarih.