Joe Biden zorlu bir seçim yarışından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin 46. Başkanı olarak seçildi. Bu satırlar yazıldığında resmi olarak açıklanmış olmasa da sonuç neredeyse kesin. ABD tarihinin en tartışmalı dönemlerinden biri ardından siyasal kariyerinin sonbaharında başkan seçilen Biden, sonuçlar belli olduktan sonra yaptığı konuşmada “zehirli bir kesinti”den çıkmak için Amerikan halkını birleşmeye çağırdı ve önümüzdeki yılları bir “iyileşme” dönemi olarak tanımladı. Pek çok gelenek ve alışkanlığın altüst edildiği, dünya ekonomisinin devam eden yapısal dönüşümüne paralel olarak ABD işçi sınıfının ve giderek yoksullaşan kesimlerin ihtiyaç ve taleplerinin popülist istismarına dayanan Trump döneminden sonra Joe Biden-Kamala Harris ikilisinin zaferinin neler getireceğini hep birlikte göreceğiz.
Türkiye'de nasıl izlendi?
Bu yazının amacı, çoğunluğun kendi meşrebince ve popüler yanlarına yoğunlaşarak izlediği ABD seçimlerinde, gözden kaçan veya yeterince üzerinde durulmayan birkaç noktaya işaret etmek. İzleyen satırlarda ABD seçimlerinin ana akım tartışma alanında yer bulamayan “biz” merkezli boyutlarına dikkat çekilerek, ABD seçimleri üzerinden sosyal ve siyasal hallerimize küçük bir ayna tutulacaktır.
ABD seçim sürecinin ülkemiz açısından en dikkat çeken yanı, geniş kesimlerce ve dikkatle izlenmesi oldu. Ekonomik krizin ağırlığına ve Covid-19 pandemisinin bunaltısına rağmen bir başka ülkenin seçimi, eşine az rastlanır bir ilgiyle, neredeyse bir iç seçim havasında takip edildi. Aile ortamlarının sohbet konusu oldu. Popülizmin Donald Trump döneminde geldiği tehlikeli düzeyin ABD sınırlarını aşan etkisi, seçimlerin izlenme düzeyini derinden etkiledi. Dünya düzleminde yüzünü faşizme dönmüş rejimlerde mutlu mesut yaşayanlarla, bu durumu nasıl değiştireceğinin derdine düşmüş olanların ortaklaşmış ilgisi Türkiye’de de karşılığını buldu.
Siyasal hal ve gidişe ışık tuttu
Uzman düzeyinde öncelikle Türkiye’nin dış politikasını nasıl etkileyeceği ve yeni yönetimin iç siyaset üzerindeki etkisi üzerinden değerlendirilen ABD seçim sürecinin, izlenme ve tartışılma biçimleri toplumsal ve siyasal “hal ve gidiş”imize de ışık tuttu. Gündemin eşine az rastlanır bir hızla değiştiği, hemen unutmanın kural olduğu, değerlendirmelerde genellikle görünür ve baskın olana bakmakla yetinilen ülkemizde, ABD seçim sürecine ilişkin akıl yürüten gazeteci, akademisyen ve kanaat önderleri yalnızca söz ve yorumlarıyla değil, tercih ve konuya yoğunlaşma tarzlarıyla da anlam üretti.
Milli ve yerli söyleminin zaafları
İfade edilen görüşlerde siyasetin uluslararası ve ötesi boyutları üzerine düşünülmesini ve bu konuda temel yaklaşımların gözden geçirilmesini gerektiren, siyasal aktörün alışıldık kimliğini sorgulatan boyutlar ortaya çıktı. Özellikle -angaje olmasına rağmen- kurumsal ve siyasal temsil yükü sırtında olmayan ve bu yüzden daha rahat görüş bildiren konuşmacılarca yapılan ve komplo teorilerinin kıyısında dolaşan tahliller, siyasetin iç dinamiklerine olan güvensizliği bir kez daha gözler önüne sererken “yerli ve milli” söyleminin zaaflarını da öne çıkardı.
Trump’ın seçilmemesinin Türkiye’nin felaketi olacağını bildirenlerden, Biden’in başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’nin hak ve özgürlük eksiğinin tamamlanmasına vesile olacağına inananına, liberalinden sosyalistine, İslamcısından sekülerine kadar yapılan özgüvensiz yorumlar, Türkiye’de siyasal aktörün kimliği, kapasitesi ve niteliğine ilişkin karamsar yorumlara açık pek çok soru işaretini geride bıraktı.
Erdoğan-Trump benzerliği
Tıpkı Türkiye gibi ABD’nin de toplumsal, siyasal ve kültürel olarak -en azından- ikiye bölünmüş olması ve Trump ile Erdoğan arasındaki benzerlikler, seçimlere gösterilen yakın ilginin bir başka nedeni oldu. Tıpkı İstanbul seçimleri gibi bir referanduma dönüşen ABD seçimlerini izleyenlerin, sonuçlardan derleyecekleri cesaret yanında 2023 veya öncesinde yapılacak Türkiye seçimleri için bir zihinsel egzersiz yaptıklarını düşünmek de zor olmayacaktır. Daha okur-yazar, düşünmeye zaman ve imkânı olan izleyici, Trump’ın kuralsızlaştırma pratiklerine seçim sathında verilen yanıtta Türkiye için kullanışlı olabilecek ayak izleri ararken, ekmek davası içinde daha somut izlekler üzerinden düşünen izleyici ise bir dönüşümün ışığını gözler gibiydi.
Seçim uzmanı bolluğu
ABD seçim tartışmalarında sadece iktidar yanlısı olan medya ile sınırlı kalmayan bir ‘ABD’ ve ‘seçim’ uzmanı (!) bolluğu akıllarda kaldı. Her konuda uzman (!) bildik yüzler yanında, akademik unvan, diplomatik deneyim ve medya pozisyonunun yeterli olacağını zannedip, yeterince izleyip bilmediği bir konuda yüzeysel ve çoğunlukla yanlış değerlendirmeler yapanlar da gözlendi.
ABD’de yaşamış ve/veya okumuş olmanın, orada muhabirlik yapmış olmanın, yabancı dil bilmenin, kuvvetli masalarda oturmuş ya da oturuyor olmanın, yeni türedi araştırma vakıflarının ‘uzman’ listesinde yer almanın dikkate değer görüş üretmek için yetmeyeceği sıkça unutuldu. Üzerinde düşünüp, tartışmayı erteliyor olsak da gözardı edilemeyecek bir gerçek var ki, üzüntü verecek kadar az bilgiyle yapılan, yöntemden yoksun ve cüretli değerlendirmeler, uzunca bir süredir doğru bilgi ve haber alma hakkımızı, dolayısıyla düşünce ortamımızı doğrudan etkiliyor.
Sadece yöntemsizliğin değil sorumsuzluğun da temsilcisi olan bu “kanaat önderi” tipinin yarattığı tahribata ilişkin etkisiz ayıplamaların ve televizyon kanalı değiştirme “eylemselliğinin” ötesine geçen sistemli düşünme zamanı gelmiş de geçiyor gibi görünüyor.
İktidar medyasındaki yorumlar
Uzmanın genel olarak buharlaşması ötesinde, özellikle iktidar yanlısı medyada yapılan yorumlara egemen olan eğilimlere değinilmeden geçmek olmaz. Karşıtlarını kökü dışarda olmakla eleştiren ve siyasal pozisyonlarının temel vurgusu “yerli ve milli” duruş olan yorumcuların ABD’yi ve onun gücünü kutsamaları önemliydi. Öte yandan muhafazakâr kanaat önderlerinin seçimleri yorumlama hallerine sinmiş olan abartılı dil özellikle akıllarda kalan bir başka boyut oldu.
Seçimlerden önceki hafta dile getirilmeye başlanan, seçim sonuçlarının net bir galip çıkarmaması halinde kargaşa öngören, kitlelerin sokağa ineceğine neredeyse emin olan yorumcu aklının, ‘ABD siyasal sisteminin yapısı, aktörleri ve işleyişi hakkındaki bilgisizlik üzerine mi kurulduğu yoksa Türkiye’de iktidarın benzer bir seçim yenilgisi hali sonrasındaki muhtemel bir sokağa dökme pratiğine meşruiyet tabanı sağlamak için mi fikir ürettiği?’ sorusu, üzerine düşünülmeye değer görünüyor. İster ABD siyasal sistemindeki ‘fren ve denge’ mekanizmalarını bilmeme cehaletine dayansın, isterse faşist bir kırımı özlüyor olsun, ABD sokaklarındaki gürültüyü, süzmeden Türkiye gündemine aktarma tercihinin siyasal psikolojisi, her türden araştırma yöntem ve tekniğiyle araştırılmaya, incelenmeye, kayıt altına alınmaya değer; keşke yapılabilse.
'Elde bir' oylar
Yakın geçen seçim yarışının hay huyu içinde üzerinde yeterince durulmayan bir diğer konu da ‘elde bir’ sayılan kategorilerin seçmen davranışına yansıyan sürprizleriydi. Bu yanılgılar içinde en dikkate değer olan örnek Güney Amerika kökenli ABD yurttaşlarından geldi. Demokrat Parti’nin yıllardır garantili oy kaynağı saydığı bu kesim Florida’da ibreyi Trump’a doğru döndürürken, Arizona’da dört yıl önceki sonuçları tersine çevirerek başkanlık delegelerini Biden’e kazandırdı.
Sınıf bilinçli davranışın olduğu kadar sınıf eksenli seçmen davranışı analizinin de eksik olduğu ABD’de, etnik köken üzerinden ‘elde bir’ sayılan kategorilerin sınıfsal köken ve ideolojik belirlenim ile tahminleri yanıltması, akla yine ülkemizde sıkça rastlanan bir eğilimi; Kürt ve Alevi oylarını ‘elde bir’ sayan kolaycı yaklaşımları akla getirdi. Kutuplaşmış bir toplumsal ortamda sadece korkutan ve tehdit eden siyasal dilin değil, sınıf tahlilinden uzak bir siyasi körlüğün de yakın gelecekte Türkiye’de ABD’dekine benzer bir sonuç üretme olasılığı, üzerinde düşünülüp, tartışılması gereken bir gündem maddesi olarak sırasını bekliyor.
Muhtemel manevralara ön hazırlık
ABD seçimlerinin, salgın hastalık ve doğal afet dönemlerinde yapılan seçimlerin muhafazakâr adaylara verilen oyları artırdığı ve çoğunluğun kararına paralel oy verme eğilimini teşvik ettiğine yönelik inancı sarsması, Türkiyeli demokratlara iyi geldi. Buna bitişik ve altı çizilmesi gereken son bir nokta, seçim tekniğine ilişkin olarak öne çıktı. Covid-19 afetinin gölgesinde yapılan seçimler posta yoluyla oy kullanmanın yüksek oranlarda tercih edilmesine neden oldu. Bu uygulamanın yeni risk ve istismarları beraberinde getirmesi kaçınılmazdı. ABD’nin iki partili sisteminin temel aktörlerince üzerinde önceden uzlaşılmasına rağmen Trump’ın bu durumu istismar etmesi, ülkemiz siyasetinde Trumpvari tercihleri temsil eden siyasal çizginin muhtemel manevralarına ilişkin bir ön hazırlık ihtiyacını da işaret ediyor.
(NÖ)