* Fotoğraf: AA/ Kabil Havaalanı'ndan ülkeyi terk etmek isteyenler, her türlü tehlikeye göze alıyor.
Taliban askerlerinin Afganistan başkenti Kabil’i ele geçirip Başkanlık Sarayı koltuklarına kurulmaları üzerinden 10 gün geçti. Dünya şaşkınlık ve endişeyle yaşanan olayları izlerken, Kabil Havalimanı'nda uçaklara binip ülkeyi terk etmek isteyenlerin yarattığı izdiham, aralarında iki yaşında bir çocuğun da olduğu 20 kişinin ölümüne neden oldu.
Akıllara durgunluk verecek görüntüler sosyal medyada dolaşırken ABD eski Dış İşleri Bakanlarından Condoleezza Rice şöyle yazdı: “Otuz yıl süren bir iç savaş Taliban’ın yedinci yüzyıl yönetim biçimlerinden bugünün dünyasının güvenli bir devletine geçebilmek için yeterli bir zaman dilimi değildi, hem 'Bizim' hem de 'Onların' daha çok zamana ihtiyacı vardı.”
Rice'ın dediği
Rice’a bakılırsa, ortada bir zaman sorunu vardı. Afganistan halkı tam anlaşılmayan nedenlerle yedinci yüzyılda kalmayı yeğleyen ve bir türlü bugünkü dünyaya ayak uyduramayan, yani “uygar olamayan” bir halktı. Bu yorumu yapan sayın Rice, İngiliz kolonyal devletinin ve sonradan onun yerini alan neo-kolonyal ABD’nin bu hikayede hiçbir payı olmadığını, alınan kararların, verilen savaşların, harcanan paraların, ölen insanların sorgulanamayacağını, çünkü beyaz insanın her zaman ve her durumda “üstün" ve “iyiliksever” olduğunu belirtmiş oluyordu.
Afganistan’da yaşanan insanlık trajedisinin gerçek sahipleri, yaratıcıları ve uygulayıcıları kimlerdi? Kabil’i Taliban’a terk edip Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) kaçan son devlet başkanı Eşraf Gani’nin kendi sözleriyle “Günde 1.90 dolardan daha az parayla yaşayan Afgan halkının yüzde 54'ü” bu trajedinin sadece sessiz korosu olabilirdi.
Kim neden savaşsın?
Savaşmaktan, sürekli aşağılanmaktan, yabancı askerlerin üzerlerine boşalttığı drone’lar altında ölmekten yorgun ve umutsuz insanlar. Taliban'ın uyuşturucu ticaretinin gönülsüz işçileri, İran sınırından 300 dolara uyuşturucu kaçırırken İran güvenlik görevlileri tarafından vurulup öldürülenler. Yoksulluktan 11 yaşında kız çocuklarını yaşlı savaş ağalarına satmak zorunda bırakılanlar. Kim, ne için, niye savaşacaktı?
İngiliz kolonyal devletinin çok bilinen bir sözü vardır: “Afgan halkının (veya diğer bir halkın) kalplerini ve zihinlerini kazanmak zorundayız.”
Afganistan’da birilerinin kazandığı çok açık, ama Afganistan halkının büyük bir kesiminin bir şey kazanmadığı da ortada. Afganistan hükümetlerine yapılan maddi yardımların miktarı dudak ısırtan türden! Milyar dolarlar! Ama buna rağmen Afganistan askerleri çoğu zaman yeterli beslenemeyen, silahlarına mermi, araçlarına yakıt bulamayan bozuk teçhizatlarını yenileyemeyen bir ordunun savaşçıları. Bu milyar dolarlardan ne kadarı ABD inşaat şirketlerinin, danışmanların, askeri harcamaların arasından sıyrılıp onların ceplerine girebildi?
Dış yardımlar ne olacak?
Afganistan hükümeti, 20 yıldır, dış yardımlarla yaşayan bir devleti yönetiyor.
Bütçenin yüzde 70 veya yüzde 80'i aralarında Uluslararası Kalkınma Ajansı da bulunan kuruluşlar tarafından karşılanıyor. Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesinden sonra ortaya çıkan belirsizlik ortamında bu dış yardımları yapan kuruluşların nasıl bir yol izleyeceği bir sorun olarak ortada duruyor. Taliban hükümetini tanıyıp yardımlara devam edecekler mi?
Taliban’ın ülkeyi yönetebilmesi için dış yardımlara gereksinimi var, bu nedenle de kendisini “ehlileştirdiğini”, eskisi gibi olmadığını, kadınlara eşitlik tanıyacağını (tabii ki İslami yasalara göre) sosyal medyada aktif olacağını, sosyal medya kullanımını yasaklamayacağını ilan edip, kamyonlardan sokaktaki çocuklara şeker fırlatıyor! Elinde tuttuğu narkotik trafiği Taliban’ın uluslararası dünyada saygınlık kazanmasına yardımcı olmadığı gibi, halen görüşmekte olduğu Rusya ve İran gibi ülkeler ile bir sorun olmaya devam ediyor.
Yardım yapan şirketler ve yatırımcılar şu anda bünyelerinde çalışan binlerce kişiyi Afganistan’dan çıkarmaya uğraşıyorlar. Geride bırakılan milyar dolarlık yatırımların ve Afganistan’ın Yeniden Yapılandırılması fonuna aktarılan paraların ne olacağı da belirsiz. Dünya Bankası 27 adet halen yürütülmekte olan projeye 2 milyar dolar yatırmış durumda. Bu projeler içinde otomatik para ödeme sistemleri, doğal bitki üretimi ve akıllı telefonlara yapılan yatırımlar gibi çok değişik kalemler mevcut. Dünya Bankası'nın Afganistan’a yaptığı 5.3 milyar dolarlık yatırımın bir bölümünü de bu projeler oluşturuyor. Geçtiğimiz Cuma günü Pakistan'ın başkenti İslamabad’a inen bir uçakta Dünya Bankası ve diğer uluslararası şirketlerde çalışan 350 personel vardı.
IMF, Afganistan’ın para kaynaklarına ulaşımını engellemiş durumda. Bunun içinde son olarak verilmesi gereken 440 milyon dolar da var.
20 yılın sonu
Sosyal medya kuruluşları ve doğal kaynaklara ulaşım için çalışan firmalar aralarında bölünmüş durumdalar. Bir kesim bekleyelim görelim derken, bir kesim ise Taliban’a güvenilmeyeceğine inanıyor. 2011-2012 arasında Afganistan’da büyükelçilik yapan Ryan Crocker, ABD’yi bu şekilde geri çekilmesini eleştirenlerden ve Taliban’a güvenilemeyeceğini ve El Kaide’yi dışlamak gibi bir misyonun yerine getiremeyeceğini söylüyor.
ABD’nin 20 yıllık Afganistan masalının sonu böyle olmamalıydı diyenler bugün çoğunlukta. ABD Afganistan’a 2001 yılında, 11 Eylül saldırılarının öcünü almak için korkunç hava saldırıları ve yasa dışı uygulamalarla girdi. Amaç Taliban’ı ortadan kaldırmaktı. Şimdi ise 20 yıl sonra Taliban değil ortadan kalkmak, Afganistan’ı toplam bir ay gibi bir sürede ele geçirdi. Bu hikayenin bir ya da daha fazla yerinde bir bozukluk olduğu çok açık!
Yanlış hesap
Bazılarına göre İngiliz ve ABD istihbarat örgütleri Afganistan ordusunun gücü ile Taliban’ın sayısal gücünü kıyaslayarak yanlış sonuçlara vardılar. Boris Johnson “Taliban’ın kendisi zafere götürecek bir askeri gücü olmadığını” söylerken önüne konulan rakamlara bakarak konuşuyordu. Afganistan ordusu 300 bin kişi ve ABD tarafından verildiği söylenen son model silahlara sahipti, Taliban ise ayağında terlik, elinde otomatikle silahla savaşan 70 bin kişilik bir güçtü!
2020'de ABD eski başkanı Trump tarafından Katar’ın başkenti Doha’da başlatılan, Taliban ve ABD barış müzakerelerine de bakmak gerekiyor. ABD eski başkanlarından Obama, Taliban ile savaşarak bir yere varılamayacağını fark ettiğinde, Taliban’ın Doha'da bir büro açmasının arkasında durdu. 2020'de Trump tarafından başlatılan görüşmeler, Doha'da süren toplantılarla devam etti. Bu toplantılarda yapılan görüşmelere, eldeki bilgiler el verdiği ölçüde baktığınızda, eli güçlü olan ve isteklerini dayatan tarafın Taliban olduğu çok açık.
ABD ve tüm yabancı askerlerin Afganistan’dan geri çekilmesi ön şartına karşılık Taliban, El Kaide ve diğer terör örgütlerinin Afganistan’da terör eylemleri yapmayacaklarını garanti edeceğini söylüyor. Ancak arada geçen sürede bu eylemler sürüyor. Daha sonra hapishanelerde tutulan 5000 Taliban savaşçısının tahliyesi talep ediliyor. Başkan Gani’nin karşı durmasına karşın bu istek de yerine getiriliyor. Uyuşturucu trafiği, Afganistan’ın zengin yeraltı kaynaklarının kullanımı ve yetki sorunları hiç konuşulmuyor, ABD’nin geri çekilme tarihi, takvimi ve nasıl olacağı da belirsiz.
Önceye de bakmak gerek
İkili görüşmeler hem Taliban’a bazı ülkeler nezdinde bir meşruiyet kazandırıyor, hem de kendi gücünü pekiştirmesini sağlıyor. ABD’nin payına düşen ise bugünkü trajedi oluyor!
Tüm bunlara bakarken, kanımca Afganistan’ın 2001'den bu yana iktidar olan hükümet başkanlarına, geçmişlerine ve ABD ile olan ilişkilerine bakmakta yarar var!
Doğru yanıtı bulmak istiyorsak doğru soruları sormak zorundayız!
(MUT/NÖ)
AFGANİSTAN-TALİBAN-ABD