Muhalif Amerikan vatandaşları için 2004 seçimleri bir ölüm kalım meselesi. Cumhuriyetçi Parti kurmayları için ise, "ısınma dönemi"nden sonra gerçek neo-konservatif politikalar döneminin, gerçek Bush iktidarının başlaması için mutlaka kazanılması gereken bir seçim. Bush'un son seçimlerde birkaç yüz oy farkla kazanmasında, hatırlanacaktır, şaibeli Florida sonuçları rol oynamıştı. Database Technologies şirketinin Florida seçmen kayıtları ile ilgili bir elektronik tadilat çalışmasında yapılan "hatalar" nedeniyle, bu eyalette çoğu siyah (ve Demokrat seçmeni) binlerce kişi oy kullanamamıştı. Bu yüzden Bush'un Al Gore karşısında kazandığı seçim zaferinin tam meşruiyeti olmadı. Bush yeni seçimlerde kazanırsa, Amerikan halkının "tek führer"ini gönlü rahat içi ferah oynayabilecek.
"Isınma dönemi"nin üç yılında Bush idaresinin gerçekleştirdiklerine bakarsak, ikinci bir dört yılda yapılabilecekleri daha iyi öngörebiliriz. Ama üç yılın bilançosuna geçmeden önce, bir Amerikan başkanının ağzından tarihî bir anda dökülmüş birkaç tarihî sözü hatırlayalım.. Konuşmasında "terörizme karşı savaşın başladığı"nı söyleyen başkan o gün şöyle demişti: "Bu tehdit karşısında geri adım atmayacağız.. Bu savaş özgürlük ile fanatiklik arasında uzun, sürekli bir savaş olacak.."
Bu sözleri 11 Eylül 2001 akşamı George W. Bush değil, 20 Ağustos 1998'de Bill Clinton, Afganistan'daki bir gerilla kampına ABD tarafından 60 adet Tomahawk cruise füzesi atıldıktan sonra söylemişti . Bush yönetimince başlatıldığından tuhaf bir biçimde -bir an bile- kuşku duymadığımız ve "dünyadaki sınırlar değişecek", "yeni dünya düzeni kurulacak" dedirten savaş, Bush'tan üç yıl önce Clinton tarafından, Kenya ve Tanzanya'da iki Amerikan elçiliğinin bomba yüklü kamyonlarla tahrip edilmesinin ardından düzenlenen bu "önleyici" ("pre-emptive") saldırı ile başlatılmıştı zaten.
Ama Clinton ve Demokratlar, "yapılması gereken"in yapılması konusunda "utangaçtı" diyebiliriz; ya da "yeterince kararlı değillerdi." Ya da, bir "başlangıç noktası"ndan yoksunlardı. Clinton'ın tarihî Ağustos konuşmasından yedi ay önce, 26 Ocak 1998 tarihinde, "kararlılar"ı temsil eden 18 kişi bir mektup yazıp Beyaz Saray'a göndermişti. Mektupta, ABD'nin mevcut Orta Doğu politikalarının başarı getirmediği, Irak'ta rejim değişikliği sağlanması gerektiği belirtiliyor ve kritik bir final bölümüyle Clinton uyarılıyordu: "Körfez'deki hayatî Amerikan çıkarlarının korunması için, askeri olanlar da dahil gerekli adımların atılması konusunda, mevcut BM kararları çerçevesinde yetkimiz olduğuna inanıyoruz. Amerikan politikası, BM Güvenlik Konseyi'nden oy birliğiyle karar çıkması gerektiğinde ısrar edilerek zayıf düşürülemez.."
Üç yılda yaşananlar
PNAC (Project for the New American Century) grubu tarafından kaleme alınan mektubun altında imzası bulunanlardan Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, John Bolton, Richard Armitage, Richard Perle, mâlum daha sonra Bush yönetiminin kurmaylarını oluşturdular. Bir başkası, William Kristol, New York Times ve Weekly Standard'daki makaleleriyle ve çeşitli politika geliştirme atölyelerindeki çalışmalarıyla neo-konservatif yönelimlerin hem baş mimarlığını, hem avukatlığını yapıyor. Bir başkası, Francis Fukayama, geleceğe dair "tezleri"yle bugünün neo-konservatif politikalarına "saygın" bir "evrensel temel" oluşturuyor.
98'i izleyen günlerde ABD Deniz Harp Akademisi ve George Marshall European Center for Security Studies tarafından Orta Doğu ve Kafkasya'da askeri - politik etkinliğin BM, AB ve Rusya'ya rağmen nasıl sağlanabileceği, bölgedeki enerji kaynaklarına nasıl erişilebileceği üzerine strateji çalışmaları yapıldı . Asya'nın genel olarak ekonomi, özel olarak enerji meselesi perspektifinden ABD açısından ne ifade ettiği ve edeceği konusunda askeri - sivil "think-tank"lerde raporlar hazırlandı .
Bunlar Clinton döneminde oluyordu, ama Clinton yönetiminde kuşkusuz ne PNAC'çılar gibi bir takım, ne de onlardakinin onda biri kadar kararlılık vardı. Kararlılık olmayınca "kader" de ağlarını belirli bir yönde örmüyor, utangaçlıktan fırlamalığa terfi ettirecek "katastrofik" ve "katalize edici" (*) (kolaylaştırıcı) olaylar, durup dururken olmuyor.
Bush idaresinin üç yılında neler yaşandı?
*Clinton'ınsadece uzaktan bombalayabildiği Afganistan, kara harekâtıyla işgal edildi.
* Irak işgal edildi, rejim değişikliği sağlandı.
* Clinton döneminde başlayan "yeni stratejik ortaklıklar" projesi hızla iletletildi; Balkanlar'da Bulgaristan, Orta Asya'da Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'da askeri üsler elde edildi.
* "PATRIOT Kanunu" olarak bilinen kanun bir günde çıkarılarak Amerikan vatandaşlarının özgürlüklerine sınır çekildi.
* Anavatanın Güvenliği Bakanlığı kuruldu, birçok güvenlik ve istihbarat birimi bu bakanlığın altında konsolide edildi; bu bakanlığın "iç güvenlik" gerekçeli polis devleti uygulamaları sıradanlaştırıldı. Son olarak 17 Kasım'da Miami'de protestoculara "özel tim" görünümlü polisler tarafından terörist muamelesi yapılıp yoğun şiddet uygulanması (http://www.geocities.com/bdurum/miami.html) büyük medyada doğru dürüst haber bile olmadı. Muhaliflerin arasına "sivil" karıştırma yöntemi de giderek yaygınlaşıyor.
* Büyük vergi indirimleriyle, "vatandaşa çalışıyoruz" görüntüsü altında büyük şirketlere milyarlarca dolarlık kaynak yaratıldı.
* Dünya tarımında hızla kan kaybeden ABD tarım sektörünün ayakta tutulabilmesi için yoğun devlet desteği (sübvansiyonlar, ithalat tarifeleri) ile yetinilmedi, agresif bir genetik tarım politikası izlendi.
* Yeni sağlık hizmetleri yasası ile (MediCare), devlet bütçesinden milyarlarca dolar ilaç ve sağlık sektörlerindeki şirketlere tahsis edildi.
Yalan söylemenin sıradanlaşması
Bu gelişmeler yaşanırken, Amerikan yönetiminin vatandaşlarına yalan söylemesi ve kritik bilgileri vatandaşlarından esirgemesi sıradanlaştı.
11 Eylül 2001 olaylarında New York'ta meydana gelen hava kirliliği ile ilgili EPA (ABD'deki federal Çevre Koruma Örgütü) açıklamalarında, Beyaz Saray'ın baskısıyla halka güvence verildiği, oysa o dönemde ve daha sonra çok uzun bir süre boyunca New York'ta hava kirliliğinin insan sağlığı açısından tehlikeli düzeyde olduğu olaydan iki yıl sonra ortaya çıktı .
Aralık 2003'de bir inekte Deli Dana hastalığına rastlanmasının ardından, ABD Tarım Bakanlığı'nın, bu konuyla ilgili araştırmalarını görmek isteyen United Press International'a altı aydır bilgi vermediği ortaya çıktı .
Bu arada, Demokratlar açısından neo-konservatif politikalara karşı ateşleyici olabilecek ve ciddi alternatif oluşturabilecek tek lider adayı olarak da gösterilen Minnesota senatörü Paul Wellstone, 25 Ekim 2002'de bir uçak kazasında karısı ve kızıyla birlikte öldü. Kazayı soruşturan ekip, 18 Kasım 2003'de, kazanın sanıldığı gibi hava şartlarından kaynaklanmadığını (yoğun kar, buzlanma), pilotların hız göstergelerine bakmayı ihmal ederek denetimi kaybetmiş olabileceğini açıkladı . Açıklama büyük medyada pek ilgi yaratmadı.
Aynı gün, 11 Eylül Soruşturma Komisyonu (http://www.9-11commission.gov) Başkanı Thomas Kean, bir açıklama yaptı. Kean, orta ve alt kademedeki görevlileri işaret ederek, "Görevlerini yapmış olsalardı 11 Eylül yaşanmazdı" dedi. Komisyon başkanı, "üzerlerinde uçağa sokulmasına izin verilmeyen şeyler bulunduğu halde (teröristlerin) uçağa binmelerine izin veren havaalanı görevlileri"ni, "Phoenix ve Minnesota'dan gelen raporları üstlerine iletmeyen FBI yöneticileri"ni, "ABD'ye girmeleri için gerekli bazı belgeleri bile eksik olduğu halde (teröristlerin) ülkeye girmelerine izin veren gümrük görevlileri"ni suçladı . Bu açıklama da büyük basında pek yankı bulmadı. (11 Eylül Soruşturma Komisyonu, yaklaşık bir yıldır ABD Savunma Bakanlığı'ndan talep ettiği bilgileri alamadığı için 7 Kasım 2003'de "ihzar kararı" çıkarmak zorunda kalmıştı.)
Saddam'ın yakalanmasından sonra Bush'un, işgal gerekçesi olan kitle imha silahları bulunamadığı ve eski Irak yönetiminin 11 Eylül teröristleriyle ilişkisine dair herhangi bir kanıta ulaşılamadığı halde, yeniden seçilme şansı büyük ölçüde yükselmiş durumda.
Dün ve yarın yok, bugün var
Bugünlerde, ABD'de yakınlarını "Creutzfeldt-Jakob" hastalığından kaybedenlerden sorular yükseliyor. Reuters'in haberi ne göre her yıl yaklaşık 300 insanın ölümüne neden olan bu hastalık ile Deli Dana arasında bağlantı olup olmadığı, ABD'de kesilen hayvanların kaçta kaçının sağlıklı olduğu giderek daha çok merak ediliyor.
Bugünlerde, Saddam'ın yakalanması ile Bush'un kefesini ağırlaştıran politik hava, son birkaç gündür Ira'ta yeniden şiddetlenen çarpışmalarla dağılmaya başladı. Düşkünler yurdu kaçkını kılıklı Saddam'ın işgal sonrası yükselen direnişle herhangi bir ilgisi olmadığını kanıtlarcasına, 27 Aralık'ta Kerbela şehrindeki "koalisyon" askerleri ve işbirlikçi Iraklı polisleri hedef alan geniş çaplı gerilla saldırılarında , altısı asker altısı polis 12 kişi öldürüldü.
Ama "bugün" yaşananların etkisi hangi kefeye ağırlık koyarsa koysun, "dün"ü tartıp bugünü anlama, "yarın"la ilgili sonuçlara ulaşma işi, belli ki çok dar bir çevrenin dışına çıkmayacak. Bu durumda, "yapılması gereken"i kararlı biçimde yapan Bush ve neo-konservatifler çetesinin "utangaç" demokratlara karşı bariz bir seçim avantajına sahip olduğu söylenebilir. Seçimlere daha bir yıl olsa da, galiba Dünya'nın kaderinde çok daha kendinden emin bir neo-konservatif Amerikan iktidarını görmek var.
Yeni bir Bush iktidarı, ABD'nin son politikalarıyla zaten yeterince zorlanan ezeli müttefikleri daha da zorlayacak. Bunların başında, Irak'taki Kürtlerin ABD'nin "has" stratejik ortağı olması karşısında kendini konumlandırma güçlüğü çeken Türkiye var. Fransa ve Almanya ise "müttefiklik" ile ilgili sınırlarını ve tavırlarını ne zamandır ortaya koyuyor; ama mesele zorlanmaksa, onlar da fazlasıyla zorlanıyorlar ve daha da zorlanacaklar.
Müttefik sınıfına girmeyen Rusya ve özellikle Çin için ise ikinci bir Bush iktidarı giderek çetinleşen bir ekonomi ve diplomasi savaşı anlamına geliyor. Rusya için bunun kısmen askeri boyutları olan bir çelişki potansiyeli yarattığı bile söylenebilir. Çin, ABD'nin uzun dönemdeki "büyük rakibi" olarak görünüyor zaten.
İkinci Bush dönemi olasılığına pekçok devletin bugünden hazırlık yaptığına kuşku yok. Ama bir bakıma asıl önemli olan, devletlerin dışında kalanların, biz sıradan insanların hazırlık yapıp yapmadığı. Belki 2004 Amerikan başkanlık seçimlerini asıl tarihî kılacak olan, bu ikinci hazırlığın yapılıp yapılmaması olacak: meselenin "uluslararası ticaret ve pazar egemenliği savaşları"nı, "euro - dolar savaşı"nı, "enerji kaynakları savaşı"nı aşan toplumsal boyutlarının ortaya çıkıp çıkmaması.. Çünkü ABD bugün artık uluslararası rekabetin bir tarafı olmanın yanı sıra, o rekabetin tüm taraflarının en ileri, en acımasız ve sınırsız sömürü politikalarını ve vizyonunu temsil ediyor. (ŞA/EK)
________________________________________________
(*) PNAC'ın temel belgesi niteliğindeki, Eylül 2000 tarihli " Rebuilding America's Defenses "da şöyle deniyor: "Gelecek yıllarda ABD'nin askeri üstünlüğünün korunabilmesi için Savunma Bakanlığı'nın yeni teknolojiler ve operasyonel kavramlar ile ilgili çalışmalarda daha agresif hareket etmesi ve askeri konularda yaklaşan devrimden yararlanması gerek..." Belgede daha sonra, askeri üstünlüğü garanti altına alacak "dönüşüm süreci"yle ilgili bir öngörü var: "Dönüşüm süreci devrimci değişiklikler getirse bile, yeni bir Pearl Harbour gibi, katastrofik ve katalize edici bir olay yaşanmaması halinde, bu uzun bir süreç olacaktır.."