6 Kasım 1981'de kurulan YÖK 31. yılı biterken Eylül'ün son haftası yükseköğretim reformuna ilişkin yasa taslağını kamuoyuna sundu. Taslak referans içermeyen, dil ve içerik açısından kötü bir metin. Yani akademik yapının nasıl reforme edileceğini anlatması gereken bu metin akademik açıdan yetersiz. Bu nedenle akademisyenler de taslağın kalite eksikliğini kamuoyuna anlatmaya çalışıyorlar.
Bu bağlamda taslaktaki en temel sorun, önerilen modelin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) akademik yapının ithalini gerektirmesi. Zaten hükümet ve YÖK'e yakın çevreler ABD'de işlerin iyi gittiği varsayımından hareketle ABD''deki uygulamalara sıkça referans veriyorlar. Bu varsayım ise şu nedenlerden mesnetsiz:
1) ABD'de tüm üniversiteler paralı ve yüksek faizli kredilerle üniversite harcını ödeyen birçok genç kariyerine bir borç batağı içinde başlıyor. Bu nedenle, ABD'de üniversite mezunlarının toplam nüfusa oranı ekonominin büyüme oranına bağlı ve 1970'lerden itibaren büyümede yaşanan kronik sıkıntı nedeniyle ABD tarihinde ilk defa bu kuşak kendinden önceki kuşağa göre daha az eğitim görmekte. Paralı eğitimin yarattığı bu kısır döngü Obama döneminde de kırılamadı ve ortaya şu sonuç çıktı:
- Gençler büyüme oranları iyi gidiyorsa üniversite kredisi almaya cesaret edebiliyorlar.
- Büyüme oranlarındaki dönemsel sıkıntılar borç almayı pahalı hale getirince ortalama eğitim süresi kısalıyor.
- Eğitimdeki duraklama ile insan kaynaklarına dair sorunlar kronikleşiyor.
- Bu sorunlar büyümedeki dönemsel sıkıntıları kronik bir krize dönüştürüyor.
2) Son dönemde Phoenix Üniversitesi gibi kâr amaçlı (for-profit) okulların yaygınlaşması ile artık diplomalar neredeyse parayla satılır oldu: Üniversite diplomasının değeri halk nezdinde azaldı ve üniversiteye olan ilgi azaldı. Yani ABD'de öğrenci sayısının artması ile ortalama eğitim kalitesi düştü çünkü nicelik niteliğin önüne geçti.
3) ABD, 1945-1980 döneminde "etkin bir yükseköğretim yapısı"na sahip olduğu için değil, (savaş ganimetleri sayesinde) akademiye diğer ülkelerden daha fazla kaynak aktararak bilimde ilerledi ve yükseköğretime erişimi kolaylaştırabildi. Yani ABD akademisini, çok kömür yaktığı için verimli bir elektrikli motordan daha fazla güç üreten verimsiz bir buharlı lokomotif kazanına benzetebiliriz. Nitekim 2010 yılında AB-27 ülkeleri toplamda ABD ile aynı sayıda uluslararası patent aldı ve bu sonuca, ABD'den yüzde 28 daha az kaynak harcayarak ulaşabildi.
4) ABD'de şu anda ise araştırma ve eğitime ilişkin ciddi koordinasyon sıkıntıları var. Ivy League okulları, meslek okulları, özel kolejler, devlet okulları gibi kurumların öncelikleri birbiriyle çatışıyor. Eğitimin paralı olması ve akademisyenlerin çoğunun güvencesiz çalışması ise sorunları ağırlaştırıyor: ABD'de derslerin yarısından fazlası, doktorasız yarı-zamanlı çalışanlar tarafından veriliyor. Doktoralılar arasında işsizlik yaygın. Yıllarca kadrolu bir iş aradıktan sonra akademiyle bağını koparan (ve doktorasını ziyan etmiş) kişilerin sayısı artıyor.
***
Kısacası ABD ekonomisinin sorun yaşadığı bu dönemde ABD akademisi sorunları çözemiyor, aksine derinleştiriyor. Öte yandan bu yapı Türkiye'ye ithal edilirse şunlar olur:
1) Kadrolu akademisyen istihdamı azalır. Bu nedenle, nitelikli gençler zahmet çekip doktora yapmak yerine başka alanlara yönelirler.
2) Yükseköğretim kalitesi düşer ve eğitime erişim zorlaşır.
3) Türkiye'deki akademik çalışmaların kalitesi düşer.
4) Araştırma ve eğitimde finansman sorunu ağırlaşır.
Yani Türkiye'nin bir üçüncü dünya ülkesi olduğu tescillenir. Nitekim, Fransa, Almanya ve Japonya gibi ülkelerin ABD'den akademik yapı ithal etme kaygıları yok. O zaman, YÖK, neden ABD'yi örnek alıyor? Bu irrasyonel tercih ancak politik saikler ve bilgisizlik ile açıklanabilir.
Politik saiklerden ilki, kadrolaşma eğilimleri. Türkiye'de akademik özerkliğin bilincinde olan kurumlarda siyasi kadrolaşma kısıtlı kalıyor. Bu nedenle, ABD'den yapı ithali ile özerk üniversite kavramının içi boşaltılacak. Bir ikinci politik saik, üniversite kaynaklarının iş çevrelerinin kullanımına açılması. Tüm yurttaşların vergileri ile finanse edilen üniversiteler, bu verginin küçük bir kısmını ödeyen müteşebbislerin kullanımına açılacak ve görev zararı etmeye zorlanacaklar. Oysa ABD'de bile devlet, birkaç işadamının AR-GE'sini sübvanse etmek için vergi mükelleflerinin parasını harcayamaz. Ayrıca Türkiye'de müteşebbisler isterlerse vakıf üniversitesi açabiliyorlar (ve vakıf üniversitelerinin hali ortada).
Bu irrasyonel önerinin ikinci nedeni, bu taslağın her köşesine sinmiş bilgisizlik. Taslakta, taslak ekibinin ABD'deki yapıyı oluşturan farklı kurumlarda çalışarak deneyim kazanmış kişilerden oluştuğunu gösteren bir emare yok. ABD'de kalmış ekip üyelerinin ise ya büyük ihtimalle devlet bursu ile doktora vb. çalışmalar yaptıkları ya da (yine büyük ihtimalle devlet burslusu olarak) ABD'deki elit okullarda çalıştıkları anlaşılıyor. ABD'deki diğer 'liberal arts college', 'community college', 'public school' gibi kurumların özgün dinamiklerinin anlaşılmadığı görülüyor.
Kısacası, sadece cepte para olduğu zaman iyi çalışan Amerikan akademik yapısını mevcut merkeziyetçi yönetim anlayışı ile birleştiren derme çatma bir yapı öneriliyor. Bir TV mülakatında şu an itibariyle 50 bin olan öğretim üyesi sayısının 2023'de 160,bine ulaşmasını hedeflediklerini vurgulayan YÖK Başkanı'nın, bu taslaktan hareketle bu hedefe nasıl erişileceğini de izah etmesi gerekir.Yani süreç, yerli araba üretsin diye ABD'ye gönderilen Vehbi Koç'un, Ford'la görüşüp Türkiye'de Anadol satmasına benziyor. Oysa Türkiye'nin ABD'den akademik yapı ithal etmesine ihtiyaç yok. Tam tersine, şu acil adımları atarak kendi reformumuzu kendimiz gerçekleştirebiliriz: Kaynakların arttırılması, üniversitelerin özerkleşmesi, yükseöğretim kurumları arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi, akademisyenlere tatmin edici istihdam koşulları sağlanması ve akademik özgürlüklerin genişletilmesi.
* Utku Balaban, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi