Basın Konseyi başkanı Oktay Ekşi, hükümet politikalarına genelde iyimser bir bakış atan 2009 İlerleme Raporu'na kendisi de olumlu bakmaya çalışarak "İade özgürlüğünü kısıtlayan yasalar konusunda Avrupa Birliği'nin nihayet gerçekleri görmesi sevindirici bir gelişme" diyor.
Ekşi'nin bu gözlemini daha önce de diğer basın meslek örgütleri, özellikle Türk Ceza Yasası (TCK) 1 Haziran 2005'te yürürlüğe girmeden önce uyarıları gözardı eden hükümete Brüksel'den cesaret verilmesi nedeniyle dile getirmişlerdi.
Son yazısında Ekşi, "...Şimdi baktık bir kısmı bizim o tarihte saydığımız yasa hükümleri olmak üzere Ceza yasasını ve Terörle Mücadele yasasını nihayet görmüşler....Hani AKP iktidarı "şeffaf yönetim"den yanaydı? Ceza Yasası'nın 301'inci maddesi hakkında Ziraat Odalarının görüşünü sormak aklınıza geldi de bunu hukukçulara sormayı düşünemediniz mi?..." diye yazıyor.
Siz neden uzaktan takılıyorsunuz Oktay Bey?
Sayın Ekşi'nin basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin kimi genel gözlemlerine katılıyoruz. Hükümetin meslek örgütleri yerine alakasız grupları muhatap alması veya AB'nin TCK konusunda aceleci tavrı vs...
Ancak "AB'nin gözüyle biz" yazısındaki tonlama rahatsızlık edince Basın Konseyi ve başkanı Ekşi'nin basın ve ifade özgürlüğü konusunda -veya kendilerinin pek isabetli şekilde öne çıkardıkları biçimiyle "iletişim özgürlüğü"ne dair- yaklaşımları hakkında düşünme gereği hissettim.
Konseyin iletişim özgürlüğüyle ilgili çalışmaları ve ilgisi birazcık hükümetin yaklaşım tarzına benziyor; iş ayyuka çıktığında devreye giriyor. Sayın Ekşi, AB'yi konu meseleleri yeni kavramakla eleştiriyor ancak kendisinin de başka bir sorunu var. O da bu tür meselelere "uzaktan takılmak"...
Basın Konseyi, yetkilileri uyarmak için yayımladığı bildirilerde sert bir söylem benimsiyor. Uyarıcı etkisi bakımından da bunun etkili olabildiğini görüyoruz. Ancak iletişim özgürlüğüne dair sorunları 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü veya TCK veya Terörle Mücadele Yasası değişikliği süreçleriyle sınırlı tutulması, hiç de etkili bir yol gibi görünmüyor.
TMY korundu, ne dediniz? 301 değişti de ne oldu?
Dört yılı aşkın bir süredir Konseyin TCK ve TMY'nin alandaki etkileri konusunda tavır aldığına ve doğru düzgün açıklama yaptığını pek duymadık. Konsey sitesinde gazeteci saldırılarına karşı tavır görüyoruz, etik dersler verildiğine tanık oluyoruz ama yargılanan habercilere dair bir yaklaşım göremiyoruz.
Konsey, madem AB'yi TMY'yi geç fark etmekle eleştiriyor, peki neden bugüne kadar Günlük gazetesi veya Azadiya Welat gazetelerinin bir aylık sürelerle susturulmasına ses çıkarmadı?
Haziran ayınca Anayasa Mahkemesi, TMY ile ilgili bir iptal başvurusunda, gazete kapatmalarına savunan ve yayın sorumlularına hapis cezası verilmesini koruyan bir karar aldı. Basın Konseyi neredeydi?
Aynı şekilde Konsey, geçmişte TCK'nın 301. maddenin yürürlükten kaldırılmasını değil değiştirilmesini savunan bir kuruluştu. Bizler kadar, belki Konseyin de görüşleri kulak ardı edilecekti ancak 301. maddenin değiştirilmesi, bugüne gelindiğinde neyi değiştirirdi?
301'e, "Türklük" yerine "Türk milleti" kavramı ve bakanlık izni getirildi. Peki, Konseyin önerdiği gibi "Türk ulusu" getirilseydi, gerçekten tablo çok daha mı parlak olacaktı? Bakanlık iznini savunmak çok mu etkili oldu?
Siz de unutmayın Oktay Bey!
"Herkes tavrımızı zaten biliyor" kıvamındaki esrarengiz tavırlarla çok uzağa gidemeyiz. İletişim özgürlüğünü, kabul görmüş uluslararası standartları bir kenara bırakarak savunmaya kalkışmak , bu bizi 301'in yol açtığı sonuçlara götürür bizi...TMY'nin 8. maddesi öyle değil miydi? Halı hazırdaki 6 ve 7. madde öyle değil mi?
Güvenlik adına zihnimizde çözümleyemediğimiz çelişkileri hükümetin keyfiyetine terk etmenin sonucudur bu. AB, TCK ve TMY'yi nihayet görmüş...
Biz de size hatırlatalım dedik, Sayın Ekşi.... (EÖ)