* Fotoğraf: Ahmed Akacha / Pexels
Disiplinler arası çalışmaların önemi giderek artıyor. Bu çalışmalar, yeni bir bakış açısı ortaya koyarak yeni tespitler yapılabilmesine olanak tanıyabiliyorlar. Tıpkı disiplinler arası çalışmalar gibi temalar arası çalışmalar da ufuk açıcı olabiliyor. Bu kısa yazı da göç ve mahpusluk gibi çok az yan yana getirilen iki konuyu beraber ele almaya ve mevcut durumun oldukça genel bir tablosunu ortaya koymaya çalışıyor.[1]
1 Ocak 2020 tarihinde toplam nüfusu 447,3 milyon olan 31 Avrupa ülkesinde 23 milyon AB ülkesi vatandaşı olmayan insan yaşıyordu. Bu veriye göre 2020 yılı başında AB ülkelerindeki toplam nüfusun yüzde 5,1’ini göçmenler, mülteciler veya sığınmacılar oluşturuyordu.[2] 31 Ocak 2020 tarihli verilere göre ise bu 31 Avrupa ülkesindeki toplam mahpus sayısı 505 bin 309’dur. Bu mahpusların 107 bin 135’ini yani yüzde 21,2’sini yabancı mahpuslar oluşturuyor.[3]
Bu rakamlar gösteriyor ki toplam AB nüfusunun yüzde 5,1’ini oluşturan yabancılar mahpus nüfusunun ise yüzde 21,2’sini oluşturuyor. Yani AB sınırları içerisinde eğer bir yabancıysanız tutuklanma olasılığınız AB üye ülke vatandaşlarına göre yaklaşık 4 kat daha fazla.[4]
İlk üç ülke: Yunanistan, Hırvatistan ve İsveç
Göçmen, mülteci veya sığınmacıların AB üyesi ülkelerde o ülkelerin vatandaşlarına göre hapsedilme oranı 4 kat fazla olsa da bu oran ülkelere göre farklılık gösteriyor.
Göçmen, mülteci veya sığınmacıların hapsedilme oranlarının en yüksek olduğu iki ülke yaklaşık 7 katlık bir farkla Yunanistan ve Hırvatistan. Hapsedilme oranının bu kadar yüksek olmasının önemli bir nedeninin bu iki ülkenin göçmen ve mültecilerin göç yolları üzerinde olması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu iki ülkenin ardından sıralamayı 4,3’lük bir oranla İsveç ve yaklaşık 4’lük bir oranla Almanya, İtalya, Finlandiya, Slovenya takip ediyor.
Hapsedilme oranının 3-3,5 katı fazla olduğu ülkeler ise sırasıyla Belçika, Danimarka, Hollanda, Avusturya ve Fransa. 2-3 aralığında ise sırasıyla Kıbrıs, İsviçre, Portekiz, Norveç, Malta ve İspanya yer alıyor.
Hapsedilme oranlarının en düşük olduğu 5 ülke ise sırasıyla Letonya, Litvanya İrlanda, İzlanda ve Romanya.
Türkiye’yi de bu tabloya dahil edecek olursak Türkiye, göçmen ve sığınmacıların kendi vatandaşlarına göre hapsedilme oranının en düşük olduğu ikinci ülke durumunda. Yabancıların hapsedilme oranının Türkiye’de bu kadar düşük olmasının başlıca üç nedeni olduğunu söylemek mümkün:[5]
1- Avrupa ülkelerine oranla kitlesel ve kalıcı göç sorununun Türkiye’de henüz oldukça yeni olması.
2- Suriye’den gelen son göç dalgaları bir kenara bırakılacak olursa Türkiye’nin göçmen, mülteci ve sığınmacılar için sadece geçiş güzergahı olarak düşünülmesi ve nihai yerleşim yeri olarak görülmemesi.
3- Türkiye’deki yabancılar içinde çok sayıda “kağıtsız” olması ve bilgilerinin sisteme girilmemesi.
Aşağıdaki grafik tek tek her bir AB üyesi ülkede göçmen, mülteci ve sığınmacıların tutuklanma oranının o ülke vatandaşlarından kaç kat fazla olduğunu gösteriyor.
Entegrasyon sorunu
Bu tabloya bakıldığında görülüyor ki, AB’nin nüfus ve ekonomi olarak başat ülkelerinde bu oran 3-4 kat civarındadır. Göçmen, mülteci ve sığınmacıların, AB ülkelerinin vatandaşlarına oranla 3-4 kat daha fazla tutuklandığını söylemek önemli bir veridir ve ortada ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Bu önemli bir tespittir.
Sağcı, milliyetçi bir yerden yaklaşanlar “göçmenler daha fazla suç işliyor” diyecektir ancak bu sadece sonuçtur ve bu sonucun nedenleri üzerine bir şey söylemez. Solcu, çoğulcu ve demokratik bir anlayışla bakıldığında ise ortada ciddi bir entegrasyon sorunu olduğunu söylemek mümkün. AB ülkeleri göçmenleri, mültecileri ve sığınmacıları kendi ülkelerine entegre etme konusunda önemli birikimler edinmiş olsa da mesele, özellikle de merkezi Avrupa ülkeleri için hala kriminal bir konu olarak varlığını koruyor.
Göçmenler, mülteciler ve sığınmacılar kriminalize ediliyor. Göç mevzusunu kriminal alan dışında, demokrasi, insan hakları ve entegrasyon merkezli olarak yeniden ele alacak bir anlayışa ihtiyaç var. (ME/AS)
[1] Bu yazı sadece bir soruna (Göçmenlerin, mültecilerin ve sığınmacıların AB üyesi ülkelerde, üye ülke vatandaşlarına göre hapsedilme oranlarının 4 kat fazla olması) işaret etmek amacıyla kaleme alınmıştır. Konuya giriş niteliğindedir. Konuyu gözaltı aşamasından itibaren ele almak, tutukluluk sürelerini karşılaştırmak, göçmen ve mültecilerle mahpusların geldikleri ülkeleri dikkate almak vb. birçok yönüyle beraber derinleştirmek ve derinlemesine mülakatlarla birlikte niteliksel bir çalışmaya dönüştürmek mümkündür
[2] Veriler AB’nin istatistik kurumu olan Eurostat’tan alınmıştır. https://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php?title=File:Non-national_population_by_group_of_citizenship,_1_January_2020.png#file Eurostat, 27 AB üyesi ülke ile İzlanda, Liechtenstein, Norveç ve İsviçre’nin verilerini sunmaktadır. Yazının bundan sonraki bölümünde “27 AB üyesi ülke ile diğer 4 Avrupa ülkesi” denilmeyecek “AB üyesi ülkeler” ifadesi kullanılacaktır.
Tablo ve grafiklerde AB üyesi ülkelerin yanı sıra karşılaştırma yapılabilmesi için Türkiye’nin verileri de sunulmaktadır.
[3] AB ülkelerinin mahpus sayısı ve yabancı mahpus oranlarına dair veriler Avrupa Konseyi’nin Yıllık Ceza İstatistikleri (Council of Europe Annual Penal Statistics) yayını olan Space 1’den alınmıştır. https://wp.unil.ch/space/files/2021/04/210330_FinalReport_SPACE_I_2020.pdf
[4] Avrupa Konseyi’nin Space 1/2020 yayınında açıkladığı verilerde Kıbrıs, Almanya ve İsveç’in verilerinde eksiklikler yer almaktaydı. Kıbrıs için genel mahpus sayısı ile yerli mahpus sayısı verilirken yabancı mahpus sayısı boş bırakılmıştı. Genel mahpus sayısından yerli mahpus sayısı çıkarıldıktan sonra kalan mahpus sayısı yabancı mahpus sayısı olarak değerlendirilmiştir. Almanya ve İsveç için ise yabancı tutuklu verileri açıklanmadığından sadece yabancı hükümlülerin sayıları toplam yabancı mahpus sayısı olarak değerlendirilmiştir. Almanya ve İsveç’in yabancı tutuklu sayısının Avrupa Konseyi yayınında yer almaması nedeniyle yabancı mahpus sayısının küçük bir oranda da olsa eksik kaldığını söylemek mümkündür.
[5][5] Bu yazı asıl olarak AB üyesi ülkelere odaklandığı için Türkiye ile ilgili değerlendirme oldukça kısa tutulmuştur.