Son zamanlarda birkaç şey oldu, ve bakalım bunları toparlayıp sonucunda birşeyler çıkartabilecek miyim diye çabalayacağım. Farklı sayılan yerlerden, farklı anlamlar içeren şeyleri bir potada eritmenin kolay bir iş olmadığını düşünüyorum, ama elimden geleni yapacağım.
Aaron Swartz
RSS sisteminde parmağı bulunan, internet aktivistleri arasında popülerliği bulunan ve gerçekten başarılı işlere bulaşan Aaron Swartz, 11 Ocak günü kendisini asarak intihar etti. MIT (Massachusetts Institute of Technology)'nin veritabanlarından olan JSTOR'un arşivinde bulunan 5 milyona yakın dökümanı kaçak olarak elde etmeye çalıştığı için 2011'in Temmuz ayından beri sıkıntı çekmekteydi. Bu hareketi yapma nedeni olarak "dökümanların paylaşıma açık yerlere konmasını sağlamak" olduğu söylenmekle birlikte, galiba tam amacın bu olup olmadığını asla öğrenemeyeceğiz artık. Çünkü 26 yaşındaki "Etik" konusunda Harvard Üniversitesi'nde çalışan bu insan bize cevap veremeyecek. Herkes Aaron Swartz'ı yakından tanımak zorunda değil, bilmeyen hiçkimseye de alınmaları için bir sebep vermek istemem. Hakkında bilgi için, kendisinin de gönüllü editörlük yaptığı ve mekaniklerini anlattığı Wikipedia'nın bünyesindeki sayfaya yönlendirmek isterim sizleri. (Ne yazık ki Türkçe seçeneğimiz yok)
Burada bilgiyi özgürleştirmeye karşı yapılan bir girişimin ne ölçekte hırsızlık sayılabileceğini, Aaron Swartz'ın SOPA'ya ya da diğer internet sınırlayıcı kurum ve yasalara karşı pozisyonunu, ya da bilginin bağımsızlığı için Wikipedia için yaptığı gönüllü çalışmaları tartışmak istemiyorum.
Burada altını çizmek istediğim şey, bu adamın hakkındaki suçlamalardan sonra JSTOR'un herhangi bir hukuksal talepte bulunmayı istememesine rağmen ABD hükümetinin cadı avında kendisini sorumlu ve aktif rolde hissetmesidir. "Levye de olsa, bilgisayar da; çalınan şey para, veri ya da belge de olsa hırsızlık hırsızlıktır." açıklamasından sonra Aaron'un üstüne nasıl gelindiği, psikolojik baskının nasıl sağlandığı ve MIT'nın ya da ABD savcılığının herhangi bir incelikten ve insani destekten nasıl yoksun olduğunu hatırlatmaktır.
John Naughton
13 Ocak 2013 tarihinde, John Naughton adlı bir yazar the Guardian'ın İngiltere versiyonunda bir yazı yayınladı. Benim değerlendirmem ölçeğinde gayet anlaşılır ve sade bir dilde yazılan, boğucu terimlerden uzak olan bu yazı daha çok internetin kuruluş altyapısının milyarlarca insana hizmet verecek şekilde olmaktan uzak olmasını ve her eklenen yeni yapıların da bu sistemi zorladığından bahsediyor. (Ne yazık ki bu yazı için de Türkçe seçeneğimiz yok)
İmkanınız varsa, okumanızı tavsiye ederim, ama bu yazıda da altını çizmek istediğim birkaç şey var. Özellikle giriş kısmını oluşturan ve insanların internetin yapısına karşı nasıl uzak ve cahil kaldıklarını, belirli bir zümre dışında artık hükümetlerimizin bile altyapılarında büyük bir rol oynayan bu sistem hakkında bilgisiz olmaktan hiçbir rahatsızlık hisssetmediklerinden bahsediyor. Ben, buna "kendi elimizle Karanlık Çağ'ı yeniden yaratmak" diyorum. Çünkü, bilginin erişilebilirliğinin bu kadar ön planda olduğu bir sistemin kendisi hakkında bilgilenmeyi tercih etmeyen insanların durumu, başka türlü nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Bilginin erişilebilirliğinin imkanları konusunda fikir sahibi olunmadığı zaman, bunun kısıtlanması ve kontrol altına alınması hakkında da dikkatlerini çekmek zorlaşıyor. John Naughton'un da dediği gibi, bu insanlar için internet "sihirli ve sınırsız bir kavram" gibi.
Burada hızlıca bir parantez açmak istiyor ve doğru imkanlar, altyapı ve kaynaklar sunulursa internetin sınırsız olarak büyüyebileceğinin farkındayım. Ya da bir bireyin tecrübe edebileceğinden çok daha fazla içerik sunduğu için kişi perspektifinden dolayı "sınırsız" kabul edilebileceğini de biliyorum. Ama bu, nesnel bir açıdan bakıldığında "sınırsız" demek değildir.
23 Aralık 2012 tarihinde İstanbul'da 2. Alternatif Medya Şenliği adlı bir organizasyon yapıldı, hatta bianet yazarlarından Nilay Vardar da bu etkinliğin panellerinden birinde konuşmacıydı. Aynı etkinlikte "İsyan ekrandadır: Dijital aktivizm" panelinde konuşmacı olan Özgür Uçkan, internetin şu anki durumu ve ileride başına gelecek değişimlere dair şahane bir konuşma yaptı. "Bugün kullandığımız Facebook, Twitter, Google gibi araçların şirketleri bundan 10 yıl sonra bizim düşmanımız olacak, veriyi kontrol etmek için ellerinden geleni yapacak" minvalindeki, beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Çünkü aynı etkinliğin daha erken saatlerinde, "Komşudan al haberi: Yurttaş gazeteciliği" panelinde benzer bir soruyu ben dile getirmiştim. Herhangi bir şekilde övgü talep ettiğimden ya da takdir beklediğimden dolayı yazdığımı sanmayın sakın. Sadece görmeyi isteyen için, herşeyin az çok açıkta olduğunu anlatmak adına belirtiyorum bunu. Herhangi bir yazılım konusunda ne diplomam, ne çalışır programım, ne de işler bir web algoritmam yok sonuçta. O gün etkinlikte de belirttiğim üzere, "sıradan bir vatandaşım" sadece.
Cyberpunk 2077
(Devam eden paragraftaki video linkleri çocuklar ve diğer çocukların her türlü kötü davranışının suçunu video oyunlarına atmaya meraklı yetişkinler için uygun değildir. Sokağa çıkıp insanlara saldırmanızı asla istemeyiz.)
CD Project RED adlı Polonya merkezli bir video oyun firması, adını ilk kez 30 Mayıs 2012'de andıkları bir oyunun asıl tanıtımını bir video ile 11 Ocak 2013 tarihinde yaptılar. Daha önce The Witcher ve The Witcher 2: Assassins of Kings adlı, olgun ve talepkar rol yapma oyuncularına hitap eden oyunlar yapan firma, bu oyun tanıtımında ilham aldığı yazılı kaynağa, yani 1988 yılında Mike Pondsmith tarafından hazırlanmış olan "Cyberpunk 2020" sistemine sadık olduğunu bu videonun içine yerleştirdiği ufak birkaç görsel ile takipçilerine gösterdi. Daha önce bir çok tutulamayan sözü tarihinde taşıyan video oyun endüstrisinde, umudunuzu veya beklentilerinizi hayatta tutabilecek tek şey, temiz bir sicildir. O sicil de, CD Project RED'de bulunmakta. Gerek Witcher, gerekse devam oyunu kendi kategorilerinde gayet başarılı ve sürükleyici yapımlar olduğunu kanıtladılar.
Burada önemli olan ne tanıtım videosunun ne kadar güzel oluşu (ki günde yaklaşık 5 kere izleyerek, ben fikrimi yeterince açık ifade ediyorum sanırım) ya da bir video oyunu sever olarak bu konudan ne kadar heyecanlandığım. Burada önemli olan şey, "Cyberpunk 2020"nin içeriği ve özellikleri. Benimle yaşıt olan bu kitap (evet, o kadar küçüğüm), dünyanın gelecekteki karanlık ve kirli, ama teknoloji ve getirdikleri ile harmanlanmış bir versiyonunu içeriyor. Detaylarına girmeyeceğim, ki zaten Amazon.com üzerinde sıfır kitabının yaklaşık 500 ABD doları olduğunu düşünürsek, bulup okuması zor olsa da imkansız değil. Veriye erişimin mümkün kılınması, JSTOR gibi tekellerde verinin sadece parası olana sunulmasına karşı olmak, SOPA PIPA gibi telif haklarını bahane ederek içeriğin daha da kısıtlı ve kontrollü hale getirilmesine izin vermemek....
Hayır, yine paragrafın amacı bu değil. Amaç, şirketlerin bilgiyi ve akışını kontrol edişleri; insanların hayatta kalabilmek için kendilerini daha da makineleştirmek için çaba harcamaları; vücutlarına bağlı ya da bağımsız teknolojinin onları daha hızlı, daha akıllı, daha iyi, daha üstün hale getirdiklerine inanmaları; şirketlerin sahip oldukları bilgi ve veri akışı altyapıları sebebiyle devletlerin gücünü kaybetmeleri ve birer maşaya dönüşmeleri; uğraşmayan ya da bilmeyen insanlar için bilgiyi almak için kullanılan ana akım kaynakların yanında gerçek ve özgür bilginin döndüğü alt kanalların varlığı; ve daha birçokları... Bir rol yapma sistemini tek bir cümlede, ya da tek bir paragrafta anlatmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Ama şu saydıklarımla bu ve önceki yazılarımın kısımlarını yan yana koyduğunuzda, hiç bir benzerlik ya da kesişen bazı noktalar olduğunu kabul etmeyeceğinizi sanmıyorum. Kaldı ki ben daha çok "Kılıç & Büyü" ikilisinden (Sword&Sorcery) ya da Yıldız Savaşları'ndan keyif alan birisiydim. Cyberpunk konusunda bırakın uzman olmayı, çokça bilgisi olan birisi bile sayılmam.
Yazının başında dediğim gibi, son zamanlarda birkaç şey oldu. Bunların hepsini görebilmemiz tabi ki mümkün değil. Ama ne kadarını görmezden geldiğimizin, ne kadarını da küçümseyip gözden uzak tuttuğumuzun farkında mıyız?
Aaron Swartz televizyonlarda boy göstermeyecek belki, tam olarak ne yaptığı ana akım medyada yuvarlak ve içeriği boş kelimelerle anlatılıp 15 saniyede geçilecek.
The Guardian'daki yazıyı benim gibi şeylerle ilgilenen insanlar, birbirilerine sosyal medya veya başka yöntemlerle iletecek en fazla, belki takipçiler gördükleri zaman kendi çevrelerine de göstermek için "retweet" edecek, artık dikkat eden kaç kişi olursa.
Bilim kurgu, fantastik eserler veya rol yapma oyunları ile ilgilenen insanlar bir alt kültürün parçası olmaya devam edecekler. Ama en azından, 1990'lardaki gibi sokakta "satanist" damgası yiyip dövülmeyecek, şiddete maruz kalmayacak, hastanelik olmayacaklar. Onun yerine popüler kültür severler ve "yüksek sanatın" duyenleri tarafından görmezden gelinecek, bazen gülünüp geçilecek, bazense aşağılanacaklar.
Daha önce internetten, "yüksek" "alçak" ve "popüler" sanat terimlerinden, dijital dünyanın ve teknolojinin günlük yaşama girişinden, kontrol ve iktidar baskısının bu araçları benimseyişinden farklı farklı yazılarda bahsettim. Ama Ocak 2013'ün ortalarına girerken, birçoğu mutluluk verici, biri ise çokça acı veren olaylar sayesinde hepsini tek potada birleştirebilme şansım oldu.
Bu yazıdan ne çıkartabilirsiniz? İnternettetten kaçak dosya indirmenin yasa dışı olduğunu mu? İnternetin yenilenmesi gerektiğini mi? Bilinçlenmenin bu şekilde giderse bizi kötü bir çıkmaza sokacağını mı? Batı Avrupa ve ABD dışında da dünyada video oyun sektörünün güçlü aktörleri olabileceğini mi? Sanatın yazılı halinde Hemingway, Kafka, Dostoyevsky, Shakespeare ya da benzer "yüceliktekilerden" başka insanların da var olabileceğini ve bu insanların itilip kakılmaması, küçümsenmemesi gerektiğini mi? Sanatın kategorisinin bu devir için çok çağdışı kaldığı ve insanların kendilerini ifade etmede video oyunları gibi yeni yöntemlere sıcak baktıklarını mı? Bilinçsiz ailelerin videolardaki su altından görünen kadın göğsünden ya da savrulan bir kılıçtan dolayı kendi beceriksizliklerini yıkacak bir günah keçisi buldukları için şükretmesi gerektiği mi?
Ya da sizin çıkartacağınız (ve benim büyük bir mutluluk duyacağım) başka bir sonuç mu? Sizin tercihinizdir. Ben Aaron Swartz için yasımı tutacak, John Naughton'a seçtiği yalın ve anlaşılabilir dil için teşekkür edecek, Özgür Uçkan gibi bir kişiye sahip olduğumuz için keyif duyacak, CD Project RED'in oyunu Cyberpunk 2077'yi hevesle bekleyecek ve bu sürede unuttuğum hikayeleri hatırlamak için Mike Pondsmith'in kitabının PDF versiyonunu ara ara okuyor olacağım.