Antik Yunan'da Bessus adında birisi vardı. Bessus, ülke yöneticilerimiz gibi eşsiz bir belagata sahipti... Söylediği yalanlarla meseleleri tersyüz edip gerçekmiş gibi anlatma yeteneğine sahipti . Her türlü eleştiri ve saldırıdan kaçabiliyordu ancak kendi gerçekliğinden kaçamadı.
Bessus, bir gün evinin çevresine yuva yapan tüm serçeleri öldürdü ve yuvalarını bozdu... Bessus'a sordular. Neden serçeleri öldürdün? Bessus ''Tüm serçeler her ötüşlerinde bana babamı öldürüp cesedini gizlediğimi anlatıyorlardı'' dedi. Bessus, serçelerin ötüşünden babasını öldürüp, gizlediğini anlıyordu. Ve, serçeleri öldürme nedenini ise insanlara anlattığında gerçek ortaya çıkmıştı...
Kral çıplak
Bessus ve serçeler... Ülkemizin gerçekliğinde Bessus yönetenlere, serçeler ise özgür basına dönüşüyor. 90'lı yıllarda başlayan özgür basın geleneği 'tek sesli resmi görüşün kabul ve basın pratiğine'' karşı itiraz olarak doğdu. Geleneğin yayın politikası, yaptığı haberler, sayfalarında yer verdiği düşünceler, makaleler,yazım dizimleri,araştırmalar röportajlar ve benzeri yayınları; resmi politikanın yanlışlarını Bessus'un serçeleri gibi açığa çıkartıyor, kral çıplak diyordu.
Devletin cevabı ise gazete kapatma, gazete binasını bombalama, çalışanlarını ve dağıtımcılarını gözaltına alma, tutuklama, faili meçhul (belli) cinayetlerle öldürme vb. şeklinde oldu.
90'lı yıllardan bugüne çok şey (aslında hiçbir)değişmedi.
Bu durumun son örneği birkaç gün önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen bir soruşturma kapsamında, Mezopotamya Ajansı (MA) ve JINNEWS çalışanı 11 gazetecinin evlerine düzenlenen operasyonlarla gözaltına alınması ve çok sayıda materyalin alıkonulması oldu.
Özgür basın geleneğine dönük periyotik sürelerle yapılan gözaltı ve gazetecilik materyellerine el konulma işlemleri; basın özgürlüğü, bilgi edinme hakkı, ülkenin siyasal iklimi ve mevcut hukuk düzeninden ayrık ele alınamaz.
Erdoğan'ın konuşmasıyla geçmişe ricat
Zaten geçen hafta sonu Erdoğan'ın Diyarbakır'daki açıklamalarından 90’lara bir dönüş ve Kürt sorununun çözümünden ‘ricat’ edildiği izlenimi edinmiştik.
Talat Paşa'nın ''Ermeni sorununu çözdük'' sözlerini hatırlatan açıklamalar; Kürd'ün Kürd olmadığı düşüncesiyle dayalı olduğu kadar önümüzdeki dönemde milliyetçi oyları konsolide etme amacına dönük Kürd'lere yönelik söylem ve uygulamaların sertleşeceğini de gösteriyordu. Hal böyle olsa da neden öncelikle özgür basın diye sorulabilir.
Özgür Gündem'de haber müdürlüğü
Özgür basın geleneğininden gelenlerin gazetecilik anlayışı, ödün vermeyen gazetecilik mücadeleleri, ödenen bedeller çokça yazııldı ve biliniyor.
Meselenin anlaşılması için başka bir açıdan; Ülkede Gündem Gazetesi'nde yaşadıklarımızı kısaca hatırlatmakta fayda var. 90'lı yılların sonlarında Hukuk fakültesinde öğrenci iken aynı zamanda Ülkede Gündem Gazetesi'nin Diyarbakır Temsilciliği'nde haber müdürü olarak çalışıyordum.
Bir sabah kapıda TEM şube polisleri belirdi ve elime bir yazı tutuşturdular. Yazı da 2935 sayılı Kanunun 11/e maddesine dayanılarak gazetenin OHAL illerine girişi yasaklandığını bildiriyordu. O andan itibaren gazete temsilcisinden haber müdürüne, muhabirlerine ve dağıtımcılarına kadar herkes için yeni bir süreç başladı.
O dönem yazılı basın bölgede ve Türkiye'de yaşanan gelişmelerle ilgili hükümetin istem ve arzusuna uygun yekpare gezetecilik yaparken özgür basın farklı ve muhalif çizgide yayın yapıyordu. Ve hükümetin yayınlanmasını istemediği veya yayınlanmasından rahatsız olduğu ancak halkın bilmesi gerektiği her gelişme özgür basında haber oluyordu.
Böylece özgür basın geleneğinin haberleriyle bab-ı-ali basınının haberlerini karşılaştırma ve gerçeğe ulaşma daha kolay oluyordu. Hükümet, OHAL valisinin eliyle halkın gerçeği öğrenmesine ket vurmak istiyordu. Gazete çalışanları ise ne olursa olsun bu ket vurma iradesini işlevsiz kılmaya kararlıydı. O andan itibaren köşe kapmaca oyunu başladı.
İlk günlerde gazeteyi Diyarbakır ve bölgeye gelen otobüslerle karayoluyla getirdik. Bir süre sonra bu yöntemimizi tespit eden devlet, OHAL bölge girişlerinde gazete için kapsamlı önlemlere başvurdu.
Öyle ki tek tek yolcuların eşyaları taranıyor ve okuyucu olarak Ülkede Gündem Gazetesi'ni alıp yolculuk esnasında okuyan yolcular OHAL bölgesinin girişinde gözaltına alınıyordu. Karayoluyla gezeteyi bölgeye getirmek imkansız hale gelince uçak kargo marifetine başvurduk.
Nihayetinde bu metodumuz da deşifre edildi. Gazeteleri uçak kargodan alıp TEM polislerine son anda fark edildiğim bir gün temsilcilik arabasıyla kaçmaya ve gazeteleri kurtarmaya çalışırken bir kaç araca çarpmış ve temsilciliğin en büyük serveti eski tofaş aracımızı hurdaya çevirmiştim. Ve son olarak soğuk kış günlerinde çamura bata-çıka gazeteyi karacadağ köy yollarından Diyarbakır'a getirmeye devam etmiş ve haksız kararı işlevsiz kılmaya çalışmıştık. O günlerde ayrıca hukuk mücadelesine de karar vermiştik.
AİHM devletin basın anlayışını mahkum etti
O dönem gazetenin Avukatı Sinan Tanrıkulu ile bürosunda yaptığımız görüşme sonucu gazetenin bölge yazarları ve muhabirleri olarak AİHM'e bireysel başvuru sürecini başlattık. 40153/98 Vedat Çetin/Türkiye ve 40160/98 Mehmet Kaya/Türkiye adıyla keydedilen başvuruları, daha sonra avukatlığa başlayınca Avukat Sinan Tanrıkulu ile birlikte yürüttük.
O başvurularda yaptığımız savunmalarda bazı pasajlar ve bu pasajların bugünle karşılaştırması yapıldığında ülke olarak, basın özgürlüğü ve bilgilenme hakkı çerçevesinde bir arpa boyu yol almadığımız da görülmüş olur.
''Sözleşmenin 10 maddesinde bireyin düşünce ve düşüncesini açıklama özgürlüğünün yanı sıra bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve ulaştırma hakları da güvence altındadır. Bireysel düşünce özgürlüğü ancak kitle iletişim araçlarıyla birlikte değerlendirildiğinde anlam ve önem kazanır.
Devletin hakları adı altında kitle iletişim araçlarına ulaşma ve kullanımı engellenmemeli. İnsan hak ve ögürlükleri kavramı dışında 'devletin hakları ve çıkarları' kavramıyla hak ve özgürlüklere müdahale olağan karşılanmamalı.
Devletin /ulusun çıkarları gerekçesiyle insan haklarını yok edici ve sınırlayıcı işlemler demokrasiye ve hukuka uygun davranış biçimi değildir.
Bu çerçevede bakıldığında devletin korunması iddiasyla bireyin düşüncelerini ifade edebilme ve başkalarının düşüncelerini öğrenebilme, bilgilenme hakkının sınırlandırılması ve bu nedenle gerçeğe uygun haber ve düşünce ulaşımın suçlanması kabul edilemez. Demokrasilerde hükümetlerin toplumdan gizleyeceği şey olmayacağı için bireyin, bireysel düşünce açıklama ve bilgilenme hakkının sınırlanmayacağı kabul edilmektedir.
Düşünce açıklama ve bilgilenme bir hak olduğuna göre bu hakka işlerlik kazandıran kitle iletişlim araçlarının doğru ve yaygın haber dolaşımını sağlama özgürlüğü de engellemez. İşte bu nokta da gazetenin bölgeye ve sokulması ve dağıtılmasının yasaklanması bireylerin ( o bölgede yaşayanların) düşüncelerini açıklayabileceği , bilgi alabileceği araçlardan yoksun kılınması sonucunu doğuracağı tartışmasızdır. ''
''Oysa ki Türk siyasal sistemi, çağdaş demokrasilerde olduğu gibi çoğulcu, uzlaşmacı, kendisiyle çelişen siyasal biçimlere açık olarak her tür düşüncenin her tür araçla açıklanabilmesi hakkının siyasal sistemin temel öğesi olarak kabul etmiş olsaydı eğer , OHAL Valiliği gazete hakkında yasaklama kararı vermeyecek; dahası hükümet, böylesi durumlarda esasa ilişkin savunmasında olduğu gibi değil; çağdaş siyasal sistemin gereklerine uygun ve yasağı res'en kaldırırdı Eğer hükümet, demokrasilerde kişinin anayasal düzene ve resmi görüşe uygun düşünmek, düşünce açıklamak, haber edinmek ve ulaştırmak zorunluluğu olmadığını, demokratik yöntemlere aykırı ciddi ve yakın tehlike yaratmamak zorunluluğunun olduğunu kabul etmiş olsaydı ; anayasal yötem çerçevesinde değişime yönelik tüm görüşleri özgürlük hakkı çerçevesinde değerlendirmiş olacaktı''
'' Türk siyasal sistemi açık ve sivil toplum anlayışını öz itibarıyla benimsemediği, sindiremediği için toplumun siyasal yapısını, yönelişlerini, değiştirme hakkını, anayasal yöntem çerçevesinde oy hakkı, ifade ve örgütlenme hakkı ekseninde devletin ideolojik yapısını değiştirme hakkının olduğunu kabul etmemektedir. Bu nedenle düşünce açıklama suçuna, özgürce bilgi ve haber alma hakkına yönelik demokratik toplumlarda olmayan yasak düzenlemelere yer vermekte ve uygulamalara başvurmaktadır''
Başvurularda değinilen bu görüşler ışığında mahkeme Türkiye hakkında mahkumiyet kararı verdi. Mahkemenin kararında sonra Yeniden Özgür gündem Gazetesi hakkında ''OHAL Bölge Valiliği'nin 9 Eylül 2002 gün ve 02. (iç İşl). 02 / 1056 sayılı kararı ile 2935 sayılı Kanunun 11/e maddesine dayanılarak Diyarbakır ile Şırnak illerine sokulmasının yasaklanaması'' kararı geri alındı. Hukuk mücadelesi lokal olarak etkisini göstemişti ama ülkeyi yönetenlerin anlayışından en küçük bir değişime bile yol açmamış sanki.
Uygulamalar OHAL'i aştı sıkıyönetime yaklaştı
Bu görüşlere karşı hükümet, hemencecik refleksle '' OHAL'ı biz kaldırdık'' savunmasında bulunacaktır. Ancak OHAL kaldırılan AKP hükümetlerin uygulamaları bırakınız OHAL uygulmalarını sıkıyönetim uygulamalarıyla yarışır düzeye gelmiştir. AKP’nin 20 yıllık iktidarı döneminde artan baskı ve insan hak ihlallerinden en çok özgür basın geleneğinden gelen gazeteciler ve bir kısım muhalif basın çalışanları aldı.
Bu süre zarfında yüzlerce gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı, yüzlerce dava açıldı. 2016’da ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) ile sürecinde arka arkaya yayımlanan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) aralarında DİHA, Jinha, Özgür Gündem, TV 10, İMC ve Hayat TV gibi basın kuruluşları bir bir kapatıldı.
Gazetecilerin en çok tutuklandığı yıllar ise OHAL uygulandığı 2016 ve sonrası oldu. Öyle ki 12 Eylül döneminde veya sıkıyönetim yıllarında bu kadar gazeteci aynı anda cezaevine konulmamıştı. Bu baskılarla eş zamanlı basında tekelleşen iktidar, denediği tüm yol yöntemlere rağmen özgür basının halkı doğru, tarafsız ve objektif bilgilendirme çabasını engelleyemedi.
Hükümet son olarak II.Abdülhamit'ten miras aldığı sandür yasası ve gözaltıları çare olarak gördü. 'Dezenformasyonla mücadele düzenlemesi' olarak bilinen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu çıkartan hükümet, bu kez II. Abdülhamit’in sansür yasasını ve Demokrat Parti’nin baskılarına aşan bir yaklaşımın sahibi olarak onlara şapka çıkartıyor.
Sansür tarihini tümüyle yeni baştan yazıyor ve sansürde yeni bir yaratıcılık sergileyen hükümet, Mezopotamya Ajansı (MA) ve JINNEWS çalışanı 11 gazetecinin gözaltına alınması ve dahası kimyasal gaz iddialarıyla ilgili açıklamaları nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı İstanbul'da gözaltına alınmasıyla basına yönelik 90'lı yıllardaki görüşlerin güncellendiğini gösteriyor.
90'lı yılların basına dönük devlet bakışı günümüzde 'Dezenformasyonla mücadele düzenlemesi' ve gazetecilere dönük rutine bağlanan gözaltı, tutuklama ve haksız cezalandırma yöntemleriyle güncellendi.
Ankara'nın hiçbir zaman değişmediği biliniyor ve görülüyordu ancak Ankara ilk kez açıkça geçmişe ricat ettiğini göstermekten imtina etmiyor.
Peki, hükümetin özgür basın geleneğinin temsilcisi gazetecilere yönelik emrindeki kolluk ve yargı marifetiyle bu operasyonları sonuç alıcı olur mu ? Geçmişte denenen yöntemler nasıl ki işlev görmedi bugün de yarın da işlev göremeyecek... Sansür yasası ve rutine bağlanan gözaltı, tutuklama ve haksız cezalandırma yöntemleriyle gerçeği gizleme çabaları nafile çabalardır...
(MK/EMK)