Hep 68 anlatıldı, 68 gösterildi. 68 gerçeklik statüsünden çıkarıldı göz göre göre, efsane mertebesine yükseltildi. Sonra 78'lilerin sesini duyurası geldi haklı olarak. Acının en büyüğünü belki de onlar çekmişti; her ne kadar ateş düştüğü yerlerin tamamını yaktıysa da. Onların ateşi, onların can havli hepimizin kabulü idi.
68'li amca-teyzelerden sonra 78'li abi-ablaların hikayesine de kulak kabartan bir nesil. Bir yandan ilmek ilmek kendi hikayesini örer iken; çok zor oluyordu inanın dinlenen hikayenin ağırlığında ezilmek. Bu hikaye; hala hakkı verilmemiş ve muhtemelen asla verilmeyecek olanın, 98 kuşağının sesidir.
12 Eylül, dokunduğu her yerde ölüm ve yara izleri bırakmıştı. Üniversitelerde ise sonsuz bir kara delik. 1402 no’lu yasayla resmi devlet görüşü dışındaki hocalar akademik kadrolardan tasfiye edilmişti. Politikleşmiş gençler cezaevlerine doldurulmuş.
Anadolu’daki ailelerin çocuklarını büyük şehirlere göndermeye korktuğu, küçük şehirlerde üniversitelerin zaten olmadığı; küçüğü büyüğüyle üniversitelerin tümünün darbe yavrusu Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK) tabi kılındığı yıllar.
Muhalefet yapmak isteyen tüm kitleler gibi, öğrenci gençlik de 80’lerin ilk yarısını darbe, idam ve cezaevi kuşatmasında hayatta kalmaya çalışarak geçirdi. 80’lerin ikinci yarısından itibaren ise sosyal yeşermeler başladı.
Üniversiteli örgütleniyor
90’ların başında öğrenci gençlik, iki eksende harekete geçti. Birincisi özellikle YÖK’e ve okuldaki baskılara karşı üniversitede öğrenci dernekleri etrafında örgütlenme. Diğeri de, toplumun, emekçilerin, azınlıkların sorunlarına sahip çıkarak toplumsal dayanışmayı inşa etme. Öğrenci gençlik bu mücadelelerin teorik ve de pratik alanını tüm gücüyle besledi.
Malum, hem 12 Mart öncesinin, hem de 12 Eylül öncesi muhalefetinin kıvılcımı öğrenci hareketi olmuştu. 12 Eylül darbe yönetimi o yüzden üniversiteler üzerindeki baskıyı sıkı tutmaktaydı. 90’lara girilirken siyasi parti yasakları kalkmış olmakla beraber öğrenci hareketine yönelik baskılar hala çok sertti.
1991’de Mimar Sinan Üniversitesi’nde dernek çalışması yapan Seher Şahin polis tarafından gözaltına alınıp, öldürülüyor, çeşitli üniversitelerdeki maden işçileriyle dayanışma eylemleri, işgaller Özel Harekat baskınlarıyla, polis-jandarma şiddetiyle karşılaşıyordu. Öğrenci gençlik içinde politik eylemleriyle öne çıkan gençler; tüm muhalefete uygulanan yargısız infaz, gözaltında kayıp ve tutuklamalarla etkisiz hale getiriliyordu.
YÖK mücadelesi
90’ların ortasına gelindiğinde Anavatan Partisi (ANAP)- Doğru Yol Partisi (DYP) arasında tenis maçına dönmüş hükümet ve ana akım siyaset; Kürt sorunu, siyasal İslam’ın güçlenmesi ve ekonomik istikrarsızlık tarafından üçlü bir çemberde sıkışmıştı. Devletin ekonomik ve sosyal saldırganlığı daha da artmıştı. Kürtlere şiddet ve ölüm, emekçi sınıflara kriz, işsizlik ve açlığı dayatmaktaydı.
Devlet YÖK baskısına, polis şiddetine ilaveten bir de harçlarıyla saldırdı öğrencilere. 1995’te üniversite harçlarına yüzde 400’e varan zamlar yapıldı.
Bu saldırı, öğrenci gençliğin 12 Eylül’den beri toplamakta olduğu enerjisini bir anda ortaya çıkardı. Açlık grevleri, üniversitelerdeki çadır eylemleri, boykot ve işgallerle neo-liberal eğitim politikalarına, YÖK’e, polis şiddetine karşı mücadele eden bir öğrenci hareketi belirdi. Sadece sol politik öğrenciler değil, çok daha geniş öğrenci kitleleri harçlara karşı mücadele etmeye başladı.
Birçok politik kurumun gençlik kolları, Üniversite Öğrencileri Platformu, Öğrenci Koordinasyonu gibi üst çatılarda bir araya geldiler. Renkli ve yaratıcı eylemler, üniversite öğrencileri arasında sempati topladı. Liselerde, üniversitelerde büyük bir politikleşme yaşandı.
Polisin ve faşizmin her renginin saldırılarına direnen, üreten, dayanışma örgütleyen bir gençlik kültürü kuruldu. 6 Kasım YÖK boykotları, harçlara karşı eylemler, tutuklu öğrencilere özgürlük kampanyalarıyla öğrenci gençlik ülke gündemini belirleyecek güce erişti.
Taksim'de, Kızılay'da her yerde
1968 ruhuna selam çakarak, Eylül 1995’te Dinar depremi mağdurlarına destek olmaya gidecek kadar dayanışmacı ve özgüvenli bir hale geldi öğrenci gençlik. Devletin de gençlikteki bu hareketlenmeye yanıtı bir o kadar acımasızdı.
Manisa’da olduğu gibi liseli gençlere işkence yaparak, gözaltılarla, tutuklamalarla yanıtladı gençliğin yükselişini. Diğer toplumsal kesimlerle bütünleşmiş bir öğrenci muhalefeti, katı devlet yapısının tecrübelerine dayanarak korktuğu bir gerçeklikti.
1996’yla birlikte harçlara karşı kampanyalar ülke çapında yaygınlaştı. 12 Eylül’den sonra Taksim Meydanı’ndaki fiili eylem yasağı 4 Şubat 1996’daki öğrenci eylemiyle güçlü biçimde kırıldı. Ertesi gün Kızılay’da binlerce öğrenci toplandı. Devrin sloganları öğrencilerin liberal politikalara ve devlet şiddetine karşı üniversitelerini sahiplenişini özetliyordu.
YÖK kalkacak, polis gidecek. Üniversiteler bizimle özgürleşecek.
Ferman devletin, üniversiteler bizimdir.
Artık haraç ödemiyoruz.
Harç protestosu Meclis'te
Öğrenci hareketi giderek kitleselleşiyor, kitleselleştikçe meşruiyet ve cesaret kazanıyordu. İstanbul Üniversitesi Hukuk, Ankara DTCF gibi muhalefetin güçlü olduğu üniversitelerde işgaller yaşanıyordu. “Sokağa eyleme özgürleşmeye” sloganıyla gelen gençler Taksim, Beyazıt, Kızılay, Konak meydanlarında dev mitingler örgütlüyordu.
Harçlara karşı tepki, 11 öğrencinin TBMM’de pankart açmasıyla tüm Türkiye’nin gündemindeydi artık. Ana akım medyadaki gazeteciler öğrenci liderlerinden görüş alabilmek için yarışıyordu. Öğrenci hareketi bir güçtü artık.
Ölüm oruçları
1996’ya damgasını vuran olaylardan 1 Mayıs 1996’da, o yaz yaşanan ölüm oruçlarında ve yıl sonundaki Susurluk/derin devlet karşıtı eylemlerde de öğrenci gençlik başroldeydi.
Devletin öğrenci gençliğe olan öfkesi o kadar yüksekti ki, 6 Kasım 1996’daki YÖK protestosuna unutulmayacak bir şiddetle saldırdı. O günkü şiddet hafızalardan hiç çıkmadı, ardından şarkılar bestelendi.
Öğrencilerin kazandığı özgüven ve örgütlülüğe karşı devletin saldırıları çeşitlenerek sürdü.
28 Şubat
Bugün sanki sadece siyasal İslam’a karşıymış gibi algılanan 28 Şubat sürecinde üniversite rektörlükleri sol öğrenci muhalefetine soruşturma açmaktan, okula almamaya, örgütlenme yasaklarına kadar elinden geleni ardına koymamıştı.
Okullar fiilen polisin idaresindeydi. Her bir gün, öğrenciler gözaltına alınıp tutuklanıyordu.
Politikleşmenin en yoğun olduğu İstanbul Üniversitesi’nde 28 Şubat’tan 10 ay sonrasına kadar rektör, solcu öğrencilerin “Başkomiser” lakabı taktığı Bülent Berkarda idi.
Takipçisi Kemal Alemdaroğlu’nun 28 Şubat’ın rektörüymüş gibi lanse edilme sebebi, 28 Şubat’ın sanki sadece siyasal İslamı hedef aldığına dair manipülasyon olsa gerek.
Saldırı, işkence, ölüm
Dönemin en büyük işkence aygıtı bir insanlık ayıbı olan ikna odaları değil, her okulda solcu öğrencilere kurulan işkence odalarıydı. Bir pankart yüzünden 96 yıl ceza alan öğrencilere yapılan ağır işkencelerdi. Ölümlerin dahi yaşandığı, polis destekli sivil faşist saldırılardı.
28 Şubat yönetimi sene-i devriyesini doldurmadan, devrimci öğrenci hareketi içinde olan Burhanettin Akdoğdu ve Serkan Eroğlu polisle ilişkilendirilen, faili meçhul cinayetlerle katledildi.
Anadolu’da ülkücü ya da İslami faşizm kökenli baskılar artıyordu. Böyle bir saldırıda katledilen Kenan Mak ya da oruç tutmadığı için öldürülen Ümit Cihan Tarho devletin muhalif öğrenci gençliğe yönelik duruşunu özetliyordu.
Baskı kur, sindir, okuldan at, tutukla, o da yetmezse üstüne sivil faşist güçleri sal…
Cezaevleri ve 19 Aralık
Öğrenci gençlik 90’lara cezaevinde girmişti. 12 Eylül tutuklamalarını çoğu 1991 affıyla çıkabildi ancak. 90’lar boyunca da yoğun baskılar gördü. Öldürüldü, tutuklandı, işkencelere maruz kaldı.
90’ların sonunda da öğrenci gençliğin birçok kıymetli, mücadeleci ismi cezaevindeydi. 90’lar devrinin acı sonu olan 19 Aralık 2000 cezaevleri katliamında ve sonrasında öğrenci hareketinden gelen birçok devrimci katledildi.
Öğrenci hareketi 90’lardaki tüm bu baskıya karşın toplumla bağını kesmedi. Kol kola girmenin, üretmenin ve direnmenin değerini keşfetti.
Muhalif siyasetin bugününe iz vuran isimlerden Selahattin Demirtaş, Sebahat Tuncel, Alper Taş, Bilge Seçkin Çetinkaya, Erkan Baş gibi isimler 90’ların öğrenci hareketinden çıkan değerli kişilere sadece birkaç örnektir.
Gazi'den Gezi'ye
Tüketim toplumu öncesi son nesildir 90’lar gençliği. 1995 Gazi Direnişi ile 2013 Gezi Direnişi arasındaki bağdır. Gülmeyi unutmuş sol siyasete tebessüm taşıyandır.
Günümüze kadar uzanan Leman dergisi mizahını besleyen, kendilerine gözaltı, işkence ve tutuklama taşıyan sivil polislere taktıkları lakaplarla, “Çeviklere ısmarladım çay gele çay gele / Kaskları da başlarına dar gele dar gele” türküleriyle Gezi’deki esprili muhalefetin ilk örneklerini yaratan nesildir.
Gezi’de, yarım kalmış hikayesinin hasretiyle sokağa en tereddütsüz inenlerdir. Sokağa aşıktır 90’ların çocukları. Geçmişle gelecek arasındaki bağdır. Behice Boran’ın torunu, Mahir Çayan’ın çocuğu, Deniz Gezmiş’in kardeşi, Ali İsmail Korkmaz’ın abisi, Paramaz Kızılbaş’ın, Kader Ortakaya’nın ablasıdır. (EA/HK)