Bir süredir, “eski Türkiye” özlemi ve bu özlem dilinde ifade bulan daha az kavgacı ve çatışmacı, daha az neoliberal ve “piyasa”, daha renkli, daha az ciddi, daha coşkulu, daha çocuksu, daha genç, daha iyimser bir kültür evreninin cazibe ve büyüsü yükselişte.
Bu, tabii ki hemen hepsi gibi çarpık bir temsil biçimi, eski Türkiye illa ki tepeden tırnağa böyle değildi belki; ama özleyenlerin özlediği değerler, semboller ve kodlar, hatırlama biçimleri bunlar. Ki bu “(post)modernlik nostaljisinin” ciddi bir aktörü de gerçekten 90’larda yaşamışlardan çok, 2000’lerde büyümüş ve içinde yaşadığımız mevcut kültür ortamından bezmiş gençler.
Bunları alt alta yazınca da 90’larla özdeşleşmiş, Kral TV sayesinde her evde olan, dolayısıyla ucuz ve demokratik bir kültür aracı olarak pop müzik endüstrisinin akla gelmesi kaçınılmaz. Öyle de oluyor tabi. Melodik şarkılar, iyi sesler, neşeli klipler, her gün bir şarkıcıyı vitrine çıkaran bir dinamizm, arz-talep ve tüm o heves...
Müzisyen ve şarkıcı olarak artık pek bir numarası kalmamış, en parlak dönemlerinde de hepi topu bir kaç hit şarkı çıkarabilmiş isimlerin bazen solo, bazen bir arada sahneye çıkarak doldurdukları barlar, kulüpler, 90’lar şarkılarıyla inliyor. 90’lar partileri düzenleniyor, sektör içinde sektör oluşuyor bir nevi. Hatırlanmayan, unutulan ne şarkılar, ne melodiler var daha 90’larda. Sermaye sağlam, havuz yeterince derin.
70’lerden ve 80’lerden gelip, halen devam edenleri bir kenarda tutarsak, bu dev kaynaktan bugün elimizde kalan pek de iç açıcı değil aslında:
Israrı ve azmi herkesin bir boy önünde olan Sertab Erener, yeni eserlerinde aradığını istikrarlı biçimde bulamayan ama sahnede hep parlayan sağlam temelli Aşkın Nur Yengi, “ne tam kendisi gibi, ne tam taklidi” bir halde takılı kalan Tarkan, bir görünüp bir kaybolan ama sevenin her dem sevdiği Demet Sağıroğlu ve Asya, yeniden hayata dönmüş gibi duran ama yıkıp geçen bir şarkı yapamayalı uzun yıllar olmuş Yıldız Tilbe, benzer bir halde hep hazırdan yiyen Candan Erçetin, kendi kendini inatla yok eden Emel, hiç bir zaman abartıldığı kadar parlak olmayan Kenan Doğulu ve galiba azalarak biten Serdar Ortaç ile Mustafa Sandal.
Elbette bugün ilk elde aklımıza gelmeyen ya da sadece bir şarkısıyla-klibiyle-albümüyle bilinen sayılamayacak kadar çok isim de var. O bol renkli ama HD olmayan, daha az elektronik ama çok daha güzel insan sesleri barındıran kıpır kıpır yılların geri gelmek için çırpınan tortusundan iki önemli isim şimdi yeni albümleri ile aramıza döndüler.
İzel: Ne masal olabildik, ne kahraman
Biz onu 1991’in hemen başında çıkan Özledim albümünün solistleri olan İzel-Çelik-Ercan’ın bir parçası olarak tanıdık ilk kez. Halbuki 80’lerin sonunda Neco, Nükhet Duru, Emrah, Kibariye ve İbrahim Tatlıses gibi isimlerin arkasında vokal yapmış, müzikhollerde enstrümantalist olarak da çalışmış, Eurovision Şarkı Yarışması’na bile katılmıştı. 80’lerde bir nevi konservatuvarlı müzik emekçisiydi yani.
Türkçe sözlü pop müzik, Aşkın Nur Yengi ve Yonca Evcimik ile “patlarken” bugünün zevklerine göre epeyce sakil duran bu üçlü de o dalgayı yakalamış; Özledim, Ara Ara ve özellikle Dönmelisin adlı şarkılarla şöhrete olabildiğince hızlı şekilde kavuşmuşlardı. Çelik’in gidişinden sonra, bu kez İzel-Ercan olarak bir kaset daha yayınladılar. Sonradan Kibariye’ye mal olan Sen Benimdin hariç, etkisiz bir albümdü bu.
1995’te ise, İzel’in zamanı gelmişti belli ki. Bir milyon satan ilk solo albümü Adak, tam manasıyla yıkıp geçti. Meşhur “kayaların üzerinde” klibi ile Hasretim, Yakışıklım, Biz Hep Böyleyiz ve Ah Yandım gibi şarkılar, İzel’i günün en büyük pop yıldızı yaptı. Ardından gelen Mustafa Sandal destekli albüm Emanet ise, hızlı ve elektronik Eyvallah kadar adeta İzel’le (ve Ercan Saatçi’den ayrılığı ile) özdeşleşen Kızımız Olacaktı adlı hayli melo-bunalım şarkıyla hafızalara kazındı. O dönem İzel ağladı, millet ağladı.
Bu arada İstanbul gece hayatı olsun, yazın Rumeli Hisarı konserleri olsun, turneler, klipler tam gaz devam ediyor ve İzel star seviyesinde bir şarkıcı olarak adeta altın çağını tecrübe ediyordu. Aynı tempoyla gelen ve yine çok satan, çok dinlenen Bir Küçük Aşk, içindeki Yok Yere, Yelken, Galibi Sen, Dayanamam gibi şarkılar ve Televole Çağı’nın da katkısıyla İzel’i habire ağlayan bir acıların kadınından, “eller havaya” dünyasının resmi şarkıcılığına taşımıştı.
Hande Yener gibi bu alanda çok güçlü olacağı belli bir rakibin belirmesine rağmen, İzel yılmamış, bu kez de Bebek adlı albüm (ve aynı isimdeki meşum şarkıyla) Televole ve bar-kulüp kraliçeliğini tasdik ettirmişti adeta. O yıllarda üniversitede okuyup da İzel’i sahneye çıktığı dev gece kulüplerinde dinlememiş insana pek rastlanmazdı. Coşkuyu veriyor, alkışı topluyor ve elbette büyük paralar kazanıyordu.
Haberin Olmaz ve zamanla bir slogana dönüşen Geceler Kara gibi hitler, İzel’in yeni milenyum müzik piyasasındaki yerini perçinliyor gibiydi. Bundan sonra kolay yıkılmaz sanılırken, bir sonraki albüm (adıyla müsemma) Şak, kariyerine bir daha toparlamasının pek mümkün olmadığı ağır bir darbe vurdu.
Zeynep Talu’nun yazdığı Şak, Zerrin Özer’in Hani Yeminin diye söylediği aranjman şarkının bir uyarlamasıydı.
Tıpkı Emre Altuğ’un aynı Özer albümünden Ağlayamıyorum cover’ı gibi, bu da uğursuz gelmiş, kimseye hitap etmemiş, en kötüsü de, yaşı ilerlemişken sonradan öğrenilmeye heves edilmiş dansçı pozları ve adeta oryantal bir JLo havaları ile komik kaçmıştı.
Bu noktada kariyerinde belli bir tecrübeye erişmiş, strateji geliştirmekte ustalaşmış olması beklenecek olan İzel, muhtelif nedenlerle öngörülemez bir güç kazanmış Hande Yener’in yanında umulmadık bir çıkış yapan Demet Akalın’ın karşısında var olabilmek için oyunu kurallarına göre oynamalı ve yarışa devam edebilmeliydi.
Ancak bir türlü çıkamayan ve içeriğinden çok Nazan Öncel ve Yıldız Tilbe’nin kendi şarkılarını geri çekmesiyle haber olan Bir Dilek Tut Benim İçin adlı albüm, belli ki bu yaraya da derman olmayacaktı. Buradan da geriye yine Kibariye’nin sahiplendiği Anlayamazsın isimli şarkı kaldı sadece.
İzel muhtelif ve hepsi bir öncekinden daha kötü sonuçlanmış denemenin ardından, uzun da bir aradan sonra, kendi prodüktörlüğünde yeni bir albüm yaptı: Kendiliğinden Olmalı. Onun iyi bildiğimiz yumuşak sesi ve sakin şarkı söyleme biçimini bir araya getiren, çoğu pek de parlak olmayan şarkıların genelde eli yüzü düzgün şekilde düzenlenmiş halleriyle, yüksek sesli dinlendiğinde daha iyi anlaşılan ve bizi hep özlediğimiz, çok sevdiğimiz 90’lara geri götürebilen bir albüm olmuş bu.
Saçmalık, aranan “damar”ı verdiği Bırakın, Bizim Ağaç ve Bugün Erkenden gibi şarkılar İzel’i belki hayata döndürebilir, eski şaşaalı günler çok uzaklarda olsa da... Keşke amatörlükten ölecek gibi duran albüm kapağına ve demode TRT çekimlerine benzeyen ilk klibe de daha çok özenilseymiş. Bugün 50 yaş altındaki insanların önce baktıklarını ve gördüklerini, dinlemeye daha sonra karar verdikleri gerçeği ıskalanmış gibi.
Kendiliğinden Olmalı, dışındaki bu ambalajdan daha iyi malzemeye sahip aslında ama bu koşullarda içine kaç kişi girmek, zaman ayırmak ister bilinmez.
Nalan: Hesaplar bazen tutar, bazen de döner
Garo Mafyan ve Zeynep Talu’nun bir barda şarkı söylerken keşfetmesi ve hazırlamakta oldukları, henüz solisti belirsiz bir albüme yorumcu olarak atamaları ile 1994’te şöhrete kavuşan Nalan, Tutmayın Beni adlı şarkıyla adını çok kısa sürede herkese ve her yere duyurmuştu. Hatta 800 bin satan albümün ismi olan Of Aman, üzerine yapışmış, ona tıpkı Bendeniz gibi hibrid bir kimlik üretmişti.
Junior Muazzez Abacı olarak (özellikle Hadi Yarim dönemi) 90’lar boyunca çok sayıda albüm çıkarmış, hep belirli bir pop-arabesk kulvarından yürümüş, 2002’de çıkan Acemi Balık şarkısıyla yeniden büyük bir hit yakalamış, varlığını geniş kitlelere hatırlatmıştı ki bu şarkı daha sonra Genç Parti’nin unofficial seçim şarkısına da dönmüştü. Yine aynı albümdeki Zeki Müren cover’i Lanet Olsun (Kader Sana) da oldukça popülerdi o günlerde.
Dört başı mamur bir popçu olarak en büyük patlamasını ise, 2003’te çıkan Sana Sevgilim Ol Mu Dedim ile yapmıştı. Siyah-beyaz ve bugün için bile cool (ama “çabasız”) klibi MTV’de yayınlanmış, hatta listeye girmiş, Türkiye’de de dilden dile düşmüş, İzel’in de içinde olduğu rekabette Nalan’ı bir kaç omuz öne geçirmiş, kendisinin de aralıksız sahneye çıktığı gece kulüplerinde itibarını arttırmıştı. O yıl, bu şarkının çalmadığı yer yoktu.
Kendini 2000’lerde yeniden konumlandırma işini en iyi çözenlerden olan Nalan, bu yolun ona başarı getireceğini anlamıştı.
2005’te de aynı yönde ilerleyen ve yine hem sürekli klibini yayınlayan televizyon kanallarına hem de Türkçe (de) çalan yerlere damga vuran Adresi Biliyorsun çıktı.
Sonrası ise pek iyi gelmedi. Kim bilir neden? Sağlık sorunları olduğu ve doktorlarının sahne yasağı koyduğu, İstanbul’dan ayrıldığı konuşulmuştu o günlerde. Türkiye’de müzik dinleyicisinin (de) oldukça muhafazakar olduğu ve müzik dünyasının kariyerini dönüştürmeye çalışırken heba olmuş, savrulmuş isimlerle dolu olduğu da unutulmamalı. Bu anlamda, daha genç ve daha Batılı olmak için, özellikle MNYK gibi, başka (yeni) bir şarkıcıyı uçurabilecek şarkılarla yaptığı deneme, ona biraz pahalıya mal oldu da denebilir.
Nalan şimdi yeniden karşımızda: Maalesef yeni bir (hit) şarkıyla değil, zamanında kendisine büyük sansasyon getirmiş Yaralandım’ın Kutsi ile yapılmış bir düetinin lokomotifi olduğu bir mini-albümle. Bu düetin bizlere verebileceği yeni bir şey yok, şarkı da zaten çok bilinen, (underrated olsa da) sevenin hâlihazırda çok sevdiği bir eser.
İşin daha sıkıntılı kısmı ise, yeni şarkılarının da Nalan’ı tekrar gündeme getirebilecek, eski görkemli günlerine yaklaştıracak kuvvette olmamaları. Bunun için fazla yavaş, fazla alaturka, fazla dosdoğrular. 90’lar ve toplumsal muhayyilede temsil ettikleri özleniyor, evet, ama onunla biraz oynamak, onu biraz manipüle etmek de gerekiyor.
Nalan, bilerek ya da bilmeyerek, bu yolu seçmemişse de Sen Olsun Bu Filmin Adı ile Aşk Senin Neyine isimli şarkılar, Sibel Can ve Ebru Gündeş’in hükmettiği alanda rol çalabilirler.
İzel de Nalan da iyi, nazik, mütevazi insanlar olarak bilinirler hep; dertleri de her zaman müzik yapmak olmuştur. Bu bile bence bugünlerde Türkiye’nin değişen kültürel iklimine ve halet-i ruhiyesine uygun isimler kılıyor onları.
Ki, bir dönem aslında tüm müzik endüstrisinin esası olan sahne şarkıcılığında da albüm satışlarında da klip çekiminde de en iddialı isimler arasında yer almış, zirveye oynamış bu sesleri yeniden dinlemekte ve bir nevi “yaşayan nostalji” kapasitelerini hatırlamakta hiç sakınca yok.
Umulur ki içinde olduğumuz ortamı ve bu albümleri bir basamak olarak kullanıp, devam edebilsinler. (CÖ/EKN)