Evrensel değil iyiden iyiye yerel kalmak istiyorum bu 8 Mart’ta.
Rosa Parks, Rahibe Teresa, Rosa Luksemburg, Clara Zetkin yazmayacağım, Türkiye'deki isimsiz kahramanları da...
Annemi, anneannemi ve babaannemi yazmak istiyorum.
Babaanem için mutfak misafir odası gibiydi
Babaannemi, Fındıklı Sümer köyünden hastalığı nedeniyle Rize devlet hastanesine giderken giydiği çarşafıyla o günlerin dışında giydiği belden lastikli desenli bol eteğinin lastiği ile etek arasına sokarak sıkıştırdığı mısır ekmeği ve güler yüzüyle hatırlarım.
Gününün büyük kısmını geçirdiği mutfağın ortasında üzerinin sacı iyice pörsümüş, kabarıp dökülmüş bir sobanın olduğu, muşamba ile raflarının kaplandığı bir camlı dolap bulunurdu. Diğer odalardan nispeten daha küçük bir "ne ararsan bulabileceğin" yer.
Babaannem jenerasyonunun misafir odası mutfaktı. Bu loş yaşam alanından, sobalı bir mekana geçmek onlar için bir anda Etiler’de bir villaya geçmek gibiydi.
Babaannemi "bir insanı tanımanın ölçüleri"yle hiç tanıyamadım. Anneannemi de öyle. Hatta annemi bile.
Babaanemi tam manasıyla tanıyamadım
Babaanemi hiç şarkı söylerken görmüş müydüm? Bilmiyorum. Ağıt yakarken dinlediğimi sanki hayal meyal hatırlıyorum.
Erken yaşta ya da beklenmedik şekilde bir ölüm karşısında "Lazca" yakılırdı bu ağıtlar.
Bir "kalp" taşıdığını bizleri aşırı sevmesinden ve amcamın pantolon cebinden aldığı elden ele dolaşmaktan kenar defneleri silinmiş sarı 25 kuruşları her defasında bana vermesinden fark edebildiğim babaannem 1965'te kalpten öldü.
Babaanemin kadın hakları savunucularından hiç haberi olmamıştı. O, ihtimal ki çocukları için değirmende öğüttüğü süpürge tohumlarından ya da öğütülmüş fındık kabuklarından ev ekmeği yapmakla uğraşıyordu o sıralar.
Hak savunucularından hiç haberi olmadı
Anneannem de öyle. Babaannemin aksine çok zayıf yapılı bu kadın, yaşından beklenmeyecek çabukluk ve cesaretle çok sık geldiği kızının evine giderken yanına aldığı en değerli şey birkaç tane taze köy yumurtasıydı.
Feministler miydi, değil mi? Töre bahensiyle işlenen cinayetler hakkında ne düşündüler, "ataerkil" bir dünyada kendi sorunlarının farkında mıydılar? Bunları hiçbir zaman bilemedim ve onlar da bu sorularla zaten tanışamadılar.
Ben onları sanki hep büyük ve "cinsiyetsiz" tanımış gibiyim.
Sorunları var mıydı, nasıl sevmişlerdi, hiç mutsuz olmuşlar aşk acısı çekmişler miydi?
Vallahi bilmiyorum.
Annemi de tanıyamadım
Ve annem...
Onu çok güzel bir kadın olarak tanıdım. Benim için annem, ben büyüdükçe o da benimle büyüyendi.
Annemi ne kadar tanıyorum? Sevdiği bir şiir var mı? En sevdiği şarkı hangisi? Babamdan önce hiç birinden hoşlanmış mıydı? Gençken hayalleri neydi? Ve ne oldu?
Bunları hiç derinlemesine bilemedim.
O benim için daha sonraları dalgalı saçlarıyla gördüğüm Gina veya Sophia Loren’le kıyasladığımda dahi "Annem daha güzel" diye içimden mırıldandığım kadındı.
"Çile"nin "çile" olduğunu bilmeden yaşadılar
Annemle kadın erkek eşitliği, feminizm, cinslerarası farklar, töre, gelenek, görenek falan hiç konuşmadık.
Ne babaannem, ne anneannem, ne de annem "çile" denilen şeyin "çile" olduğunu bilmeden ve öyle adlandırmadan yaşadılar ve buna kısaca "hayat" dediler. "Tatil", "sevgililer günü" nedir bilmediler. 8 Mart "Kadınlar günü mü?" yoksa "Emekçi kadınlar günü mü?" tartışmalarının hiç farkında olmadılar.
Onlar 9 Mart kadınları benim için. (ŞH/GG)