Ulusa sesleniş konuşmalarını kim dinler diye düşünenlerden misiniz? İşin aslı ben öyleydim, ama görün bakın ki bu konuşmalar gerçekten öğretici, yararlı ve yer yer trajikomik olabiliyor. Ekim ayı ulusa sesleniş konuşmasını Başbakanlık'ın sitesinden okuyabilir hatta isterseniz izleyebilirsiniz. Bu ayın konuşmasında elbette gündemde birinci sırada yer alan deprem konusu vardı.
Van depremi ve bize gösterdikleri açısından söyleyecek çok sözüm olmasına rağmen ulusa sesleniş konuşma metnine sadık kalmayı tercih ettiğimden sözü başbakana bırakıyorum.
"Bu felaket günlerinde, tüm dünyaya örnek teşkil edecek bir dayanışma sergileyen, kardeşliğimizi tüm dünyaya bir kez daha en müşahhas şekilde ispat eden 74 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının da her birine kalpten teşekkür ediyorum."
Genel olarak toplumun bütün kesimlerini kucaklayan konuşmalara imza atan sayın başbakan burada da tedbiri elden bırakmayarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ifadesini kullanmış. Bence "Van için Tek yürek" kampanyasında gönüllü olan ki gerçekten takdir-e şayan bir iş çıkardıklarına inandığım çoğu sanatçı dostlarımızın bu hitap şeklinden öğrenmeleri gereken bir şey var. Başbakan bile artık Türkiye'de yalnızca Türklerin yaşamadığının bilinciyle "74 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" derken, o gece izleyebildiğim kadarıyla yardımda bulunan ve yardım toplayan hemen hemen herkes "Türk" halkının birlik ve beraberliğinden bahsediyordu.
Programda Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine atıfta bulunulmaktan kaçınıldı. Bu birilerinin ya hala hepimizi Türk saymasından ya da Kürt adını ağızlarına almaya çekinmelerinden kaynaklanıyordu. Trajikomik bir durumdu bana kalırsa.
Ulusa seslenişte deprem anından itibaren yapılan çalışmalardan da bahseden Başbakan "Kusurlarımız elbette oldu. Elbette anında bütün ihtiyaç sahiplerine ulaşmak mümkün olmadı" diyordu. İnsanın hatalarını kabul etmesi ki bu bir devlet başkanı ise devlet adına yapılan hataları kabul etmesi ebette erdemdir. Ancak anlayamadığım şey Cüneyt Özdemir ihtiyaç sahiplerine "anında" ulaşılamadığını ifade etti diye, bu kadar sinirlenmesinin anlamı neydi? Ki yine bence çok cesaretli ve de onurlu bir davranış sergileyerek "Başbakan'ın kızdığı o gazeteci bildiğiniz gibi benim. Bizim gazeteci olarak görevimiz olumlu ya da olumsuz bütün bilgileri kamuoyuyla paylaşmak. Depremde evini, yakınlarını kaybetmiş 50-60 yaşındaki köylüler eğer yardımların yetersizliğinden yakınıp omuzları sarsıla sarsıla karşımda ağlıyorsa benim görevim o köylünün çaresizlik gözyaşlarına bakıp 'acaba Başbakan bu habere ne der?' deyip arkamı dönmek değildir.
Tam tersine o gözyaşlarını daha yere düşmeden alıp kamuoyunun ve sayın Başbakan'ın önüne koymaktır. Bu benim için sadece gazetecilik değil vicdan meselesidir. Başbakan'ın çok sevdiği o sözdeki gibi ifade edersek durumu 'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" demişti. Sahi Cüneyt Özdemir hala ekranlarda mı?
Konuşmanın devamında başbakan sosyal medya ve televizyonda karşımıza çıkan ırkçı söylemleri de eleştirerek "Milletimiz, bu ırkçı, ayrımcı, bölücü tavır ve imaların hiç birine prim vermedi" dedi. Sanırım burada "Milletimiz" derken sayın başbakan Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan tüm halkları ifade etmektedir. Zira konuşma metninde birçok yerde "milletimiz" ifadesi geçmekte ve benim tarafımdan yukarıda ifade ettiğim şekilde algılanmakta. Öte yandan, "milletimiz" derken yalnızca Türkleri ifade ediyor da olabilir. Sormak, anlamak lazım.
Ben sosyal medya ve televizyonlarda boy gösteren zihniyeti Devlet Bahçeli'den alıntı yaparak sonuca bağlamak istiyorum ;"densizlik ve soysuzluk". Sayın Devlet Bahçeli ve partisinin temsil ettiği inanç ve düşüncelere bakarsak "soysuz" tanımlamasının ne kadar ağır ve içten bir hakaret olduğunu da daha iyi anlarız. Yani, zannımca en ağır ve en yerinde açıklamalardan biri kendisine aitti. Şaşkınlıkla izledim, açıklamanın önünde de saygı ile eğilirim.
Ulusa sesleniş konuşmasında Başbakan da bu konuya eğilmiş. "Bu vesileyle, en başından itibaren, sağduyuyla, soğukkanlılıkla, aklıselimle hareket eden, milli birliğimiz ve kardeşliğimiz için yapıcı açıklamalarda bulunan tüm siyasi partilerimizi de tebrik ediyorum. Afet zamanlarında ortaya çıkan bu sıcak dayanışmanın, 365 gün boyunca ülkemizin siyasi atmosferine hakim olmasını temenni ediyor, arzuluyorum." Ben de sıradan bir vatandaş olarak aynı şeyi arzuluyor, hatta istiyor, hatta resmi dille ifade edersem Sultan Komut olarak arz, bir seçmen olarak rica ediyorum.
Bir de sıradan bir vatandaş olarak soruyorum yeri gelmişken; bu dayanışmayı neden yerel yönetimlerle valilik arasında göremedik. Ya da Kızılay Başkanı neden çıkıp da Belediye başkanıyla görüşmeye gerek duymadığını ifade etti. Dayanışma derken, yoksa sadece söylem birliğinden mi bahsediyorduk?
Konuyu çok dağıttım gene, ulusa sesleniş konuşmasına devam edersek, Başbakan daha sonra terör konusuna değinmiş ve aslında realiteden yani deneyimlediğimiz gerçek dünyadan koparıldığında bakın ne kadar güzel cümleler sarf etmiş; "Bu ülkenin insanlarının bütün hayal kırıklıkları, bütün gönül kırgınlıkları, bütün vicdan yaraları sevgiyle, kardeşlikle, şefkatle iyileştirilecek.
Daha fazla adaletle, daha fazla demokrasiyle, daha fazla özgürlükle bu ülke bir uçtan bir uca bir daha kararmamak üzere aydınlanacak.
Zira terörün panzehiri daha fazla demokrasidir. Terörün çaresi insan haklarında, hukukta, adalette, özgürlükte, demokraside sebat etmek, ilerlemek, daha müreffeh bir toplum olabilmektedir."
Konuşmanın burasını dinlerken beynimde Mazhar Alanson'un "Benim hala umudum var, isyan etsem de istediğim kadar..." diye devam eden şarkısı çalmaya başladı. Başbakan'ın ilk iki cümlesinin yüklemlerine bakarsak 'iyileştirilecek' ve 'aydınlanacak'. Yani her iki cümle de şu anda bunların gerçek olmadığını ama gelecekte yapılacak olduğunu anlatıyor.
Yoksa gündemi takip eden herkes farkında ki şu anda bunları sadece hayal edebiliyoruz. Sanki Başbakan da gelecek zaman eki kullanarak "evet evet şimdi değil ama sonra" diyor.
Peki ne kadar sonra? Depremzedelere verilecek kalıcı konutlar için altı ila sekiz ay arası bir zamana ihtiyacımız olduğunu ifade etti Başbakan. Peki kendi ifadesiyle "gönül kırıklarımızın iyileştirilmesi ve daha fazla adalet, demokrasi ve özgürlüklerle aydınlanmamız" için daha ne kadar beklememiz gerekiyor; altı ay mı, altı yıl mı?
Yoksa 88 yıl daha aynı şarkıyı mı dinleyeceğiz.
"Benim hala umudum var..." (SK/HK)