10 yıl önce İzmir/Buca belediyesinin, 8 Mart günü için düzenlediği “Kadınlar Matinesi” ile ilgili pankartını gördükten sonra, çevremdeki kadınların 8 Mart’ını kutlamıyorum.
90’ların sonunu buharlaştırılan 8 Mart’ların başladığı dönem olarak kabul edebiliriz. Bugünlerde ise artık, 8 Mart için "hangi kadın günü" sorusunu sormamız gerekiyor. Bu bağlamda bianet’te Çağlayan’daki "Mustafa Kemal’in Bacıları" mitinginin eleştirilmesi, oldukça önemli bir adım.
8 Mart’ın tarihsel rengi
8 Mart’ın hangi olay sonrasında tarihe geçtiğini tekrar yazmanın bir anlamı yok. Ancak 8 Mart’ı 8 Mart yapan olaydaki tarihsel ve temel ilişkiyi sunmak zorunlu.
1857'de NewYork’ta bir fabrikada, dokuma işçilerinin sekiz saatlik işgünü ve eşit işe eşit ücret talepleri 8 Mart’ı yarattı. Hangi siyasal akımdan, düşünceden olunursa olunsun 8 Mart’ı yaratan tüm süreçler sınıfsal.
İşte tam da bu sınıfsallık nedeniyle kapitalizmin asla ve asla aklına dahi gelmeyecek bir kadınlar günü, 2. Enternasyonal tarafından ilan edildi. Aslında kapitalizme, kadınlar günü yaratmadı diye, haksızlık etmeyelim. "Sevgililer" adı altında, aslında kadınlara yönelik bir tüketim günü yok değil.
8 Mart’ın tarihsel olarak ortaya çıkaran sınıfsal nedenler günümüzde katlanarak ve de daha da genişletilmiş biçimde var. Sadece bu nedenle bile, 8 Mart kızıl rengini hala koruyor.
Feuerbahçı kadın
Emekçi Kadınlar Günü, son 20 yılda sadece kadınlar gününe indirildi. Bu indirgeme de, en başta feministler tarafından, halkı olarak kadının tarihsel olarak var olan ezilmişliğinin (dayak, taciz, 2. sınıf olmanın) yaşamın her alanında olduğu vurgusunu ön plana çıkararak yapıldı.
Ama tam da bu noktada, yani kadının yaşamın her alanında ezilmişliği vurgusunu ön plana çıkarırlarken, her sınıftaki kadının ezildiğini, aşağılandığını ileri sürerek kadınların sınıfsız olduğu gibi örtük bir önermeye başvuruldu. İşte bu sınıfsızlaştırma anlayışı, aslında kapitalizm için neredeyse bulunmaz bir fırsat yarattı.
Böylece aslında kızıl olan 8 Mart’ın rengi yavaş yavaş pembeleşti.
Kadın sorunları kapitalizmden kaynaklanıyor
Kadının sınıfsız olduğu iddiası eninde sonunda okların kapitalizme çevrilmesini engelleyen ve en önemlisi kapitalizmin yarattığı sorunları çözme derdi olmayan bir anlayışın yerleşmesini sağladı.
Ancak kadınlar sınıfsız ilen edenler, en büyük hatayı tam da burada yaptılar. Kadınların sınıfsızlığına vurgu yapılırken, aynı zamanda kadın sorunun, tamamen sınıflı toplumun zorunlu bir sonucu olduğu göz ardı edildi. Aynen kapitalizmin işsizliği bir sorun olarak kabul edip, kendince önlemler almaya çabalarken, işsizliğin asıl sebebinin kapitalizmin bizzat kendisi olduğunu unutturması gibi.
Kadını sınıfsız ilan etme ve sadece kadın olarak ifadeyi yeter koşul yapma, aslında filozof Ludwig Andreas Feuerbach’ın mekanik materyalizmin yansımasından öte bir şey değil. Feuerbach materyalist ilişkiler içine insanı koyar. Sürekli insandan bahseder.
Ancak Feuerbach’ın bahsettiği insan, aslında kendi dönemindeki Alman’dı. Böylece Feuerbach, gerçek Alman’dan yola çıkıp, havada asılı duran bir insana ulaşmıştı.
Kızıl 8 Mart’ın pembeleşmesini sağlayan genel görüşte, aynı Feuerbach gibi gerçek ama aynı zamanda sınıfsal kadın sorunlarından yola çıkıp, her kadını ortak paydada eritip, kadına ulaşmış oldu.
Kadının sınıfsız tanımlanması ile her sınıftan kadın, birden bire erkekler karşısında mazlum konuma sokuldu. Sonuçta, burjuva bir kadının bile yaşadığı cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak iddiasındaki hemen her çözüm, kadın sorunun yaratıcısının kaynağından çözmek yerine, kaynağın merkezine bile gidemeyen "sivil toplum" hareketlerine evrildi.
Sonuçta kadın hareketleri sivil biçimde toplumsallaştıkça, öz itibariyle, kapitalizme ortaya çıkan birikimi boşaltan kanallara dönüştü. Ve vahim biçimde bu toplumsallaşma, kadın hareketlerinin kadın sorununu gündemde tutmak ve çözüm üretmek için tüm enerjilerini sarf ederken gerçekleşti.
Sorunun çözümü için erkek bilinci evrilmeli
Kadın hareketleri öncelikle kadını bilinçlendirmeye yönelmişler, erkekleri kadın sorunu konusunda bilinçlendirmeyi dahi söz konusu etmemişlerdir. Elbette bu yönelimin temel nedeni, kadın sorununu üretenin sınıfsal durum değil, cinsiyet olduğuna dair baş aşağı duran bilincin ta kendisi.
Kadın sorununu sırf kadına ait görme bakış açısı traji-komik halleri, kendisini 8 Mart’larda gösteriyor. Ben bu bakış açısına sahip kadınlarca, 8 Mart alanına girerken kortejden atıldım; sahnede erkeklerin de içinde olduğu bir müzik grubunun protesto edildiğine tanık oldum.
Diyalektik olarak yadsımayı yadsıma aşaması, erkeğin erkelik bilinci ile mücadeleyi zorunlu kılar. Bu mücadelede en önemli eş güç kadınların kendisi. Ancak kadın sorunu ele alan herhangi bir hareket, erkeğin kendisini soruna dahil etmediği sürece, kapitalizmin üretim ilişkilerine istemediği halde destek verecek.
Ne zaman ki kadınlar sorunlarını sırf cinsiyete dayalı olarak değil, sınıfsal ilişkiler içinde ele almaya başlar ve bu nedenle önce cinsiyeti değil, onunla birlikte sınıfsal ilişkileri sorgular; ne zaman ki 8 Mart’larda erkeğin sesi, kadınlar için kadınlarla birlikte gür biçimde alanlarda duyulmaya başlar, işte o zaman cinsiyetler arası özgür bir dünya için muazzam bir adım atılmış olur. (DEZ/GG)