Bütün işaretler eğer HDP barajı aşarsa bunun öncelikle Tayyip Erdoğan ve AKP için bir yenilgi olacağını ve 13 yıldır 9 seçimde yenilgi yüzü görmemiş bu partinin ve liderinin bu ilk yenilgiyle birlikte fena halde sarsılacağını gösteriyor. Zaferin paylaşılması kolaydır da yenilginin yükünü taşımak, bu yükü paylaşmak o kadar kolay değildir. Ve yine bütün işaretler, şimdiden AKP yanlısı medyadaki tartışmalar, “Erdoğancı” ve “AKP’ci” saflaşmaları, seçimde tasfiye olmakta olan “üç dönemlikler”, Bülent Arınç gibi “Ben 8 Haziran’da konuşmaya başlayacağım” diyenler veya Abdullah Gül gibi kitabının piyasaya çıkmasını bekletenler dikkate alındığında AKP’nin fena halde karışması, bir iç kavgaya girişmesi kaçınılmaz görünüyor. Dolayısıyla barajı aşan bir HDP ve hele de tek başına hükümet kuracak kadar oy alamayan bir AKP ile birlikte artık 8 Haziran’dan sonra çok başka, çok farklı bir Türkiye ortaya çıkacak demektir.
HDP’nin gücü ve sorumluluğu
Öyle bir siyasal konjonktür oluşmuş bulunuyor ki, HDP’ye hem olağan koşullarda elde edebileceğinden çok daha fazla güç aktarıyor, hem de çok büyük bir siyasi sorumluluk yüklüyor. Bu bağlamda büyük hata yapmayacak ve bu gücü ve sorumluluğu iyi değerlendirecek bir HDP sadece Erdoğan’ın despotik hayallerine son vermekle kalmaz, 90’lı yıllarda yükselmeye başlayan İslami dalganın artık inişe geçmeye başlamasıyla birlikte özgürlükçü ve demokratik yeni bir dalganın yükselmeye başladığının da ilanı olur. Ama bunun için de 13 yıl önce AKP’nin vaat edip yapmadığı şeyi, yani Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’yi yeniden inşa etme misyonunu üstlenen bir HDP olmalıdır. Eğer HDP böyle bir misyonla kuşanabilirse bugünden kimsenin tahmin edemeyeceği bir şekilde büyüyüp güçlenebilir ve gerçekten bu ülkenin geleceğinde önemli bir rol oynayabilir.
Bugünkü koşullarda böylesi bir misyona talip olacak HDP’den başka güç yoktur. Ne CHP’nin, ne MHP’nin ve Milli İttifak’ın böyle bir misyonu olabilir. Onlar AKP’yi engellemeye, Erdoğan’a çelme takmaya uğraşıyor ve zaten böyle “küçük düşünerek” hareket ettikleri için de 13 yıldır AKP’yi yenilgiye uğratamıyorlardı. HDP onlar gibi düşünmediği ve davranmadığı için 7 Haziran’da AKP’yi yenilgiye uğratacak ve AKP’nin sadece lafını edip gerçekten benimsemediği bu “yeniden inşa” misyonunu üstlenebildiği ölçüde de güçlenecek ve büyüyerek yoluna devam edecektir.
AKP’nin vaatleri boş
AKP’nin Ağustos 2001’de kurulmasından 15 ay sonra, Ekim 2002’de iktidara gelip 13 yıl boyunca kalmasının, üç seçim art arda kazanmasının nedeni Soğuk Savaş sonrasında dünya yeniden kurulurken Türkiye’yi de buna uygun olarak yeniden inşa edeceğini vaat etmesiydi. Türkiye’nin Müslümanları “muhafazakâr-demokrat” olmuşlar ve Türkiye’yi dünyaya adapte edeceklerdi. 2001 krizinin de etkisiyle eski geleneksel partiler, merkez-sağ akımlar çökmüş, meydan siyasal İslam’dan gelen bu “yenilikçi” harekete kalmıştı. Nitekim ilk dönem bazı şeyler yapılmadı değil; 3Y ile yani “yasaklarla, yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele” adı altında bazı şeyler yapıldı ama hepsi palyatif, hepsi kandırmaca, oyalamaca olmaktan ileri gitmedi.
AKP’nin lafını bolca ettiği ancak gerçekte, uygulamada doğru dürüst adım atmadığı çeşitli “açılım”larla, “reform”larla hem 12 Eylül darbesiyle oluşmuş devlet sistemini çözdüğü hem de toplumun alt sınıflarını, dışlanmışlarını, “çevre”yi “merkez”e taşıyarak bir tür demokratik dönüşüm süreci başlattığı ileri sürülüyordu. Başlangıçta çoğu “eski solcu” yeni liberaller esasen bu düşünceyle AKP’ye destek oldular. Ancak 13 yıl sonra gelinen nokta ve “Yeni Türkiye” diye yutturulmaya çalışılan tablo gerçekten vahim! Herkesin gözünün içine baka baka yalan söyleyerek, herkesi aptal yerine koyarak, hiçbir yasa veya kural tanımayarak, devletin bütün gücü ve olanaklarını kullanarak yürütülen seçim kampanyasının bu tabloyu değiştirmesi veya kabul edilebilir hale getirmesi mümkün değil. Nasıl mümkün olsun ki?
Nereden nereye…
Basın özgürlüğü konusunda dünyada 180 ülke arasında 149. sırada olacaksın ama “Dünyanın en özgür basını bizdedir, iddia ediyorum” diye bas bas bağıracaksın!
İsrail’e çocuk öldürüyor, diye söylemedik lafı bırakmayacaksın ama senin öldürdüğün çocukların sayısı İsrail’i geçecek!
İşçi ölümlerinde dünya birincisi, kişi başına düşen polis sayısında Rusya’dan sonra dünya ikincisi, hapishanelerinin doluluk oranında, her 100 bin kişideki tutuklu sayısında dünya beşincisi olacaksın ve neredeyse bunlarla övüneceksin!
Elinde Kuran’la meydanlara çıkacak, İslam peygamberinin nasıl bir hırka, bir lokma yaşadığından dem vuracaksın ama ülke ekonomisi bir krize doğru sürüklenirken kendine milyarlarca liraya 1150 odalı saray yaptıracaksın!
1923-2002 yılları arasında Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 5.1 olacak ve 13 yıllık AKP iktidarında ise ortalama yüzde 4.8 olacak, Türkiye ekonomisi büyüklük olarak daha önce dünyanın en büyük 17. ekonomisiyken 19. ekonomiye gerileyecek ama hâlâ ekonomide ne büyük işler yaptık, harikalar yarattık diye şişineceksin!
Komşularla “sıfır sorun” deyip sorunlu olmadığın komşu bırakmayacaksın ve bunun “değerli yalnızlık” olduğunu söyleyerek komik duruma düşeceksin!
Dolmabahçe Sarayı’nda AKP heyetiyle HDP heyeti “çözüm süreci”ne ilişkin ortak bir açıklama yapacak ama sonra seçim sürecinde bunun olumsuz etkileri olacağına karar verip “Kürt sorunu yoktur” diye konuşmaya ve “HDP barajı aşmazsa süper olur” demeye başlayacaksın!
Neyse, nereden nereye gelindiğini hatırlatmak için daha fazla örneğe, lafı fazla uzatmaya gerek yok. Yedi tane “Alevi Çalıştayı” yapıp bir Cemevi sorununun bile çözmeyen AKP’nin her işi böyledir. El attığı hemen her sorunu mıncıklayıp, daha da büyütüp bir kenara koyduğu Türkiye her bakımdan 13 yıl öncesinden daha kötü bir duruma gelmiştir. Ve aslında bu duruma rağmen AKP’nin hâlâ en büyük parti olmaya devam etmesi tuhaf değil midir?
Akdeniz’de sol dalga
8 Haziran sabahı HDP’nin barajı aştığı bir Türkiye’ye uyanırsak işte bu tuhaflığa bir son vermek için ilk ve en önemli adım atılmış olacaktır. 13 yıllık AKP dönemi artık sona ermiş, yükselen bir İslami dalga artık geri çekilmeye başlayarak, inişe geçmiş ve demokratik, özgürlükçü yeni bir sol dalga yükselmeye başlamış olacaktır. Bu yeni dalga herkesi etkileyecek ve siyasetten başlayarak her şeyi yeniden düzenlemeye yönelirken Türkiye’nin aynı zamanda bir Akdeniz ülkesi olduğunun da kanıtı olacaktır. Akdeniz’in batı ucundan Podemos’la başlayan bir sol dalga, 25 yıl sonra tek başına iktidara gelen Sosyalist Parti’yle ve diğer radikal sol örgütlerin güç kazanmasıyla Fransa’dan, Demokratik Parti ile İtalya’dan, Syrizia ile Yunanistan’dan geçerek HDP ile Türkiye’ye de ulaşmış olacaktır. Yani artık 7 Haziran seçimleri basitçe Erdoğan’ın başkanlığını engelleme çabasından öte, Türkiye’yi yeni bir döneme ve sürece taşımanın da ilk adımı olabilir.
Kamuoyu araştırmaları HDP’nin oyunun yüzde 9’dan 14’e kadar değişebileceğini gösteriyor. Elbette önemli olan yüzde 10 barajının geçilmesidir. Yüzde 14 olması çok büyük ve sarsıcı etkiler yaratır ama 9 da olsa HDP başarısız sayılamamalıdır; çünkü bu durumda bile HDP 4 milyonun üzerinde oy alarak, önceli partilerin yüzde 6 dolayında oy aldığı daha önceki seçimlere göre oylarını neredeyse yüzde 50 artırmış ama buna rağmen barajın altında kalmış olacaktır ki, siyasetin ve toplumsal mücadelenin kendi mantığı ve dinamikleri bu durumun sessiz sedasız kabul edilmesini ve bu ülkenin Erdoğan ve Saray dalkavuklarına teslim edilmesini mümkün kılmaz. Dolayısıyla artık 7 Haziran’a ve 8 Haziran sabahına başka türlü bakmaya başlamak gerekir. Bu ise artık seçimde başarılı olmuş bir HDP’nin Türkiye’nin geleceği için, yeniden inşası için yeni görevlere talip olması, yeni bir misyon üstlenmesidir. Dolayısıyla daha geniş güçleri bir araya getirmek ve/veya yeni güçlerle yan yana gelerek iktidar olmayı hedeflemektir.
Hiç kuşkusuz HDP AKP’den daha sahici ve çok daha demokratik bir “çevre” hareketidir; Kürtleriyle, Alevileriyle, işçi ve emekçileriyle, tüm ezilenlerin özgürlükçü bir demokratik hareket olarak nasıl yeniden örgütleneceğini ve Türkiye’yi kimlerle birlikte yeniden nasıl inşa edeceğini düşünmeye başlamalıdır. Başka bir ifadeyle “Yeni Yaşam” 8 Haziran itibariyle başlamalıdır! (SÖ/HK)