İnsanlık, 1400 yıl önce Kerbela'da Hz. Hüseyin'le birlikte katledilen 72 kişinin acısını unutmuş değil. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da ölüme giderken dile getirdiği "zulüm ile abad olanın sonu berbat olur" sözleri 75 yıl önce idam sehpasında Seyit Rıza'nın son nefesini vermeden önce haykırdığı sözlerde yankısını buluyordu. 75 yaşındayken yaşı küçültülüp idam sehpasına çıkartılan Dersim'in Piri Seyit Rıza, "Kerbelayime, be gunayimi, ayıbo, zulumo, cinayeto" (Evlad-ı kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir) diyordu.
Seyit Rıza ve yoldaşlarının 1937 Kasım'ında idam sehpasında haykırdığı bu hakikat 1400 yıl önce katledilen Kerbela şehitlerinin hakikatiydi. Çünkü Dersimliler, Seyit Rıza'nın deyimiyle, evladı kerbelaydılar, mazlumdular ve bihataydılar. Dersim, 1937-38 yıllarında Kürt ve Alevi kimliğinden dolayı önce katliam ve daha sonra geliştirilen asimilasyoncu politikalarla yok edilmek istendi.
Muhsin Batur, "Günlerden bir gün alayımıza emir geldi. Tren yoluyla Elazığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti. Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyuculardan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum" der, anılarını anlattığı ve 1985 yılında yayınlanan kitabında.
Devletin subayı olan Muhsin Batur ve beraberindeki 40 kişinin ilkel ve zor koşullar altında yaptığı yolculuğu, Dersimliler için anlamını düşünmek bile "zor" geliyor. Onlar için zorbaca tıkıştırıldıkları bu vagonlar eziyeti, acı ve korkuyu temsil ediyordu.
Aç ve susuzdular. Gidecekleri yerlerin isimlerinin yazıldığı karanlık vagonlarda "gece ve gündüzü aynı anda yaşayan" Dersim sürgünleri, tuvalet ihtiyaçlarını da bu vagonlarda karşılıyorlardı! Geride kalanların payına ise ağıt, gözyaşı, yeniden yaşama -ne kadar mümkünse- tutunabilme kaygısı ve çaresizlik düşmüştü. Kıtlık ve kıyamet zamanını yaşıyorlardı.
Önce raporlarla başlandı, sonra kanunu çıkarıldı. Önce "medeniyet", dendi, sonra dağ taş kışla ile dolduruldu. Önce harekât planları hazırlandı, devamında kıyıma da geç kalınmadı. Nihayetinde, Dersim'deki acımasız bir harekâttı. Vicdan ne kadar kirlenebiliyorsa, denenen eksiksizce buydu. Köy köy, mezra mezra "sürgününüz çıktı" diye toplayıp, iplerle birbirlerine bağladıkları "Dersim Kürtlerini" makineli silahlarla taradılar. Çoluk çocuk, kız erkek, yaşlı genç ayrımı yapmadan kurşun yağdırdılar. Seyit Rıza ve arkadaşlarını yargılayıp alelacele astılar.
Yıllardır ölülerimizin ardından ağıtlarımızı, türkülerimizi, deyişlerimizi, şiirlerimizi söylüyoruz. Diyoruz ki, tarihin kirli sayfalarından kurtulalım. Dersim'de oyun oynanmadı; bedeli acı olana karşılık gelen her şey, yaşandı-yaşatıldı.
Vicdanı körelmemiş kimse bu yaraları yeniden kanatmaz; merhem arayışına girer. Bununsa önkoşulu, mezar yerlerinin Dersimlilere işaret edilmesi... Ne var ki, Dersimliler mumlarını orada yakmak, niyazlarını da yine mezarların başında dağıtmak istiyorlar.
Her halkın tarihinde benzer trajedilere tanık olunabilir; soğuk tanıklıklara... Gözlere mütemadiyen belirecek korkular salınır. Irsi bir hastalığa dönüşür; çocuklar ve torunlara yayılır.
Dersimliler kara günlerinden sadece biri olan 17 Kasım'ı, yani Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edildikleri günü, "yas günü" kabul ediyor. Katledilen yakınlarının mezar yerlerini öğrenmekte ısrarcı ve haklılar. Dua edecek bir mezarları, çıralarını yakacak bir taşları olsun, istiyorlar. Ancak mevcut AKP iktidarı, Dersimlilerin bu beklentilerini karşılamak şöyle dursun Dersim'i yeniden inceltilmiş haliyle asimilasyon ve baskıların odağı haline getirdi.
Yarım ağız dilenmiş özrün ardından Dersim, yeniden zulüm ve zorbalık dayatmasıyla karşı karşıya. AKP iktidarı, dönemin CHP'sinden farklı olmadığını sürdürdüğü politikalarla gösterdi. Dersim'de Seyit Rıza'nın torunu Aysel Doğan başta olmak üzere Kürt ve Alevi-Kızılbaş kimliğinden dolayı onlarca insan tutuklandı. Şimdi cezaevlerinde açlık grevlerine katılarak, kimlik ve inançlarının gereği olarak gördükleri bir inada devam ediyorlar. (FT/EKN)