Ekim ayından itibaren sabah ve öğleden sonra kapı vurma eylemine başladık. Diğer üç hücreyle beraber, “Kahrolsun faşist uygulamalar” ve Kürtçe “bimre faşizm biji azadiya gelan (kahrolsun faşizm, yaşasın halkların özgürlüğü)” sloganlarını attıktan sonra yaklaşık 1 dakika boyunca kapı vurmaya başlardık.
Ortak aldığımız bir karardı. Cezaevi idaresinin keyfi uygulamalarını 1. Müdürle görüşerek, sorunları diyalog ile çözme girişimi karşılık bulamayınca hücreler arası demokratik oydaşma ile ortak karar sonucu bu eylem kabul edildi.
Kameraya el salladık
İlk tepkiyi ortaya koymanın heyecanıyla Zana ile moralimiz yerine gelmişti. Üzerimizden attığımız yükten kurtulmanın erinciyle yüzümüze bir tebessüm yerleşti.
Tutsak olmanın gereği en zor koşullara kendinizi adapte etmenizdi. Sırıtarak havalandırmadaki kameraya bakıp el salladık.
Sonraki gün sabah 10.15’deki eylemden sonra hücrelere ani baskın yapıldı. Başgardiyana yaklaşıp gerekçesini sorduğumda ‘niye böyle bir halt yiyorsunuz’ babında yüzüme alık alık baktı.
İki topu da aldılar
Yukarı kata çıkıp dolaplarımızdaki üç beş eşyayı dağıtıp çıktılar. Masa üzerindeki gazeteler arasına sıkıştırdığımız iki topu da aldılar.
Ekmeğin içini çıkarıp sodalı pet şişelerini kesip içine koyuyorduk. Ya da gazete kağıtlarını ağırlık oluşturması için ıslatıp poşet veya plastik tatlı kaplarının içine yerleştirdikten sonra üzerine de notları bantla yapıştırıp birbirimize atıyorduk. 7 metre yüksekliğin üzerine 1 metreyi bulan tel örgüyü de eklerseniz topu ulaştırma maharet istiyordu.
Elindeki topu gösterip, “Günah değil mi nimeti top haline getiriyorsunuz?” sorusuyla gardiyanlardan biri nabzımı ölçtü.
Ümüğümüzü kısma günah değildi de, fizyolojik ihtiyacımızdan daha öte insanla iletişim kurma girişiminde kullanılan materyelin kutsallığı mesele ediliyordu.
"Siz onlara uymayın"
Dini terazinin kefelerini de iktidarın bekçileri kendine göre dolduruyordu. Hakkaniyet tu kaka edildiğinden gerisi laf ebeliğiydi. Düşmana cephane kaptırmayı içine sindiremeyen yeti yetme bir asker gibi alttan almadan, “Herkes birbirine atıyor” dedim.
Kameradan görmelerine rağmen sağ, sol, çaprazdaki hücreler ile mesajlaşma yöntemiydi. Kodese yanlışlıkla düşen iyi aile çocuklarına acıyan bir tonda, bize yol göstermeye kendini görevli addeden gardiyan, “Siz onlara uymayın” dedi.
İçimden ‘olur abi, sana söz uslu uslu duracağım’ dedim. Gardiyanlar hücreden çıkınca eylemin idareyi sinirlendirdiğini görmek hoşumuza gitti. Bu motivasyonuyla ilk defa şarkı söyledim. Hatta dalga geçercesine farklı şarkıların sözlerini birbirine karıştırmada da beis görmedim.
Baharın müjdesi
Mart ayına girmiştik. Silivri, Trakya’ya yakın olduğundan İstanbul ikliminden biraz daha soğuktu. Poyrazın esintisi havalandırmaya çıktığımda yüzüme çarpıyordu. Ertelenmesine rağmen ikinci duruşmaya da çıkarılmadığım tutuklu olduğum tek dosyanın 3. duruşması yaklaşıyordu.
Merdiven boşluğunda kendiliğinden filizlenen soğan baharın müjdesiydi. Aylar sonra gördüğüm ilk yeşillikti. Gardiyanlar fark etmesin diye sayımdan bir iki dakika önce soğana poşet geçirip yatay şekilde kovanın arkasına bırakıyordum.
Betonarmeyi delen bir mucizeye sarılırcasına soğana bakıp, doğanın serpilip kendini sunuverdiği özgür günleri yad ettim. Lütfedip çıkarıldığım duruşmada savunma yapma hakkı tanındığı için de ayrıca müteşekkirdim!
Soğanı koruyamazsa
Çağlayan’dan dönene kadar aklımdaki tek şey hücre arkadaşımın soğanı koruyamayacağına dair endişemdi. Tuhaf biri olduğundan soğanı salataya doğrayabilirdi. Neyse ki soğanı yerinde bulunca rahatladım.
Artık zamanı daha disiplinli kullanıyordum. Aylar sonra aldığım iki mektupta moralimi yükseltti. Kahvaltıdan sonra kitap okuyor, öğlene doğru gelen gazeteleri tarıyor ve yemek faslını da bitirdikten sonra da havalandırmada gazeteleri birbirimizle değiş tokuş ediyorduk.
Duvarın üzerinde veya çatıda kaldığı oluyordu. Bazen de gazetelerin daha uzaktaki farklı grupların hücresine de düştüğü oluyordu.
Newroz mesajı
Hücredeki vatandaşın duruşması olduğundan tek başımaydım. Newroz günü sembolik bir kutlama mesajı yazan arkadaşların attığı notu yan hücreye ulaştıramadım. Böyle bir günde beceriksizliğim ile duvarda kalan nottan dolayı kendimi eylem kırıcı gibi hissettim.
Gazete yere serip logarda konuştuğum Ç.’nin, “Yoldaş zaten havacılık eğitimi almadığından çuvallaman normal, karada duvara toslama yeter” esprisini patlatınca kendime geldim.
Sesi gür olan genç tutuklulardan birinin söylediği marşlara eşlik ettik. Ardından iki sayfalık gazeteyi çakmakla tutuşturup üzerinden atladım.
Dilek tuttum
Ateş çabucak sönse de umuda bir sufle verir gibi dilek tuttum. Ç’nin hücresi akşama doğruda kıt imkanlarla yaptıkları pastayı bayram kutlaması niyetine attılar. Havalandırmada yere düşmeden tuttum. Vatandaş ile akşam yemeğinde mideye yuvarladık.
Başkanlık referandumuna ilişkin gelişmeleri merak ettiğimden istemeyerek de olsa televizyon haberlerini izliyordum. Politikanın yavanlaştığı ve tekdüzeleştiği bir ortamın çekiciliği olmasa da akşamları televizyonlarda sergilenen zeka yoksunu tartışmalardan kına gelse de dikkatimi dağıtan uyduruk seslere bile ihtiyacım vardı.
Hücredeki vatandaşla da asgari düzeyde bir diyalog zemini yakalayamıyordum.
Yirmi dört saat tercih etmediğiniz koşullarda birisiyle birbirini ısıran diller ile konuşmayı deneyimlemeyi ise büyük bir haksızlık olarak görüyordum. Tanrının gazabını çeken şansız bir insana reva görülen ilişkiyi düşündükçe yıpranan sinirlerim zıplıyordu. Tepkimi kendime meşguliyet yaratıp, kirlilerimi leğende yıkayarak ya da temizlik yaparak yatıştırıyordum.
Beş günlük açlık grevi
Nisan ayının başında cezaevi koşulları, yaşanan çatışmalar, İmralı’daki tecrit ve OHAL bahanesiyle özgürlüklerin rafa kaldırılmasını protesto eden ve müzakereye yeniden dönüş için, beş günlük açlık grevi yaptık.
Kısa süreli deneyimle bedensel açlığın değerler ile olan bağını sorgulama fırsatım oldu. Gardiyanlar doktor kontrolüne çıkarırken, “Niye nazlanıyorsunuz” diyorlardı.
İlk başlardaki tavırlarından fabrika ayarlarına dönmüş gibi, mutedil bir dil kullanıyorlardı. Ekmeğimiz, suyumuz, yatağımız tastamamdı.
Bol su, limonata, şeker
Olmayacak duaya amin demenin de manası yoktu. Kendimize eziyet ettiğimizi söylüyorlardı. Bol bol su, limonata ve şeker tüketerek, açlığımı bastırmamın işe yarar tarafı yoktu. İnandıklarınızın şahsınızı öncelediğini bilme istenciydi asıl yakıcı soru.
Sayılı günün rahatlığı ise direncinizi ölçebileceğiniz sağlam bir terazinin yokluğuna işaretti. Bu eylemde katılanlara cezaevi düzenini bozmaktan, çeşitli iletişim cezaları (telefon, faks, mektup), bana da iki ay -kullanamadığım-bazı sosyal faaliyetlerden men cezası verildi.
Mayıs’ın ortasına doğru Ç. ile görüşen 1. müdür taleplerimiz noktasında duyarlılık göstereceğini söylemiş. Özellikle benim hücreme birisinin verilmesi için Ç. bastırsa da olumlu cevap alamamış. İki aydır haftada diğer üç hücrenin birlikte çıktığı 1,5 saat spor hakkını onlarla birlikte kullanma talebime de onay vermemiş.
Şiir kitabı mutluluğu
Tek kaldığım son dört ayda da yalnız başıma spor salonuna çıkmam ve kendim ile! sosyal ve sportif aktivitede bulunmayı saçma ve anlamsız bir uygulama olarak gördüğümden hücrede kalmayı tercih ediyordum.
Yönetim ile fiili muhataplığın oluşmasına karşılık, slogan atma ve kapı dövme eylemini oydaşmayla sona erdirdik.
İnadını kıran idarenin esnemesiyle istediğim şiir kitaplarının Haziran’da görüş günü saatinden sonra bana verilmesi ne büyük bir mutluluktu.
Anne sürprizi
Ramazan bayramı öncesindeki duruşmaya annemin gelmesi ise sürpriz olmuştu.
İki haftada bir tanınan on dakikalık telefonla konuştuğumda geleceğini söylememişti. Sanık bölümünden askerlerin uyarılarına rağmen dönüp baktığımda gözlerindeki açıklığın içinde çocukluğumu aradım.
Neyse ki sarılma hasretimi bir sonraki hafta telafi ettim. Tek çıkarıldığım açık görüşte ikinci bir sürpriz ile annemi karşımda görünce son bir ayda moral eşiğim iyicene yükseldi.
Boynumdan öptü
İki kelam edemeden yan yana oturmamıza müsaade etmeyen gardiyanlara çıkışan annemi ben ikna ettim. Araya konulan masa ile temasımızın engellenmesine tepki gösterdi. Ölçülü olmanız gerekiyordu, aksi halde nahoş bir durum yaşanabilirdi de!
İnsanın en hassas damarına sürekli basılması özel bir yönelimin sonucuydu. Oğluna dokunamamanın hasreti ile dolu olduğundan her gücü karşısına almaya muktedirdi.
Erzurum’da eski komşularımızdan, babamla olan çatışmalarımızdan, okulu hiç sevmediğimden dem vurup, mahpusluğun insanın imanını güçlendirdiğine değin işi götürdü. Ayrılırken çocukken yaptığı gibi boynumdan öptü.
İki yılbaşı
Her mevsimin bir yüzü vardır derler, kışın yüzü ise saflığa açılan kapıymış. Evet ben uyduruyorum, çünkü, geçen yıl açık havada küfretme hakkına sahip değildim!
Daracık mekanda kostak bir yürüyüşten mahrum olduğumdan mevsimlerin yüzünü de hatırlamıyordum.
Ve de ne yazık ki ‘gamlı baykuş’ların mevsimler arasına döşediği tel örgülerin kanattığı bir hayatın-ülkenin tam ortasındayız.
Onlara inat tel örgüsüz açık havada ciğerlerimizi temiz hava ile doldurduğumuz, güneşin doğuşunu birlikte seyrelediğimiz, TeK TipE karşı hayatın tüm renklerini kucakladığımız mevsimlerin başlangıcı dileğiyle…
Gazetecilerin özgür olduğu....
Yeni bir yıl... (İK/BK)
Kemal Gökhan Gürses hakkında
Karikatürist. Mucizeler Dükkanı reklam ajansında grafik tasarımcılık ve yöneticilik yapıyor. Gezi direnişi etrafında gelişen ve kör bir fotoğrafçının hikayesini anlattığı "Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi" (2013) adlı kitabı bulunuyor. Cumhuriyet, Hürriyet, Radikal, Taraf gazetelerinde çizerlik yaptı. Gençlik ve Toplum, Doğan Kardeş, Deli dergilerinde görev aldı. 1978-1984 arası Gırgır, Fırt, Atmaca dergilerinde çizdi.
Son