Türkiye’de çok sayıda yapılan genel seçimlerden birkaçı, koşullar gereği bir referandum özelliği gösterdi. Seçmenin parti tercihleri, salt destek verdiği partiyle sınırlı olmayıp meseleye daha genel bakarak, çıkması muhtemel sonuçları bir sistem/rejim ölçeğinde kendince değerlendirerek yapması, seçime bir referandum özelliği kazandırır. Örneğin 12 Eylül darbesi sonrasında 1983 yılında üç partinin katıldığı milletvekili genel seçimlerinde darbecilerin partisi MDP (Milliyetçi Demokrasi Partisi) üçüncü olarak çıktı. Bu sonuç, darbeye bir tepkidir!
2002 yılında yapılan erken genel seçimden ise, AKP büyük bir başarıyla çıktı. Bu sonucun arka planında 2001 krizi ve vesayet rejiminin egemenlerine bir tepki vardır.
Her iki genel seçimin ortak özelliğini, partiler üzerinden sisteme yönelik bir referandum tavrı oluşturmakta.
2015 yılı 7 Haziran genel seçimleri döneminde de karşımıza yine bir sistem sorunu çıktı. Sorun, AKP’nin inşasına devam ettiği yeni vesayet rejimini başkanlık sistemiyle tahkim edip edememe sorunudur. Kaldı ki başkanlık sistemi olmasa bile, AKP kendi vesayet rejiminin inşasında epeyi mesafe kat etmiş durumda. AKP yönetimindeki otoriterlik, keyfilik, fütursuzluk ve özellikle tehdit içerikli şiddet giderek ağırlığını artırmakta ve AKP, devletin organlarını birer aparatçik gibi kullanmaya çalışmakta.
AKP’nin yapısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’da temsil olunmakta. Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasına rağmen, AKP’nin kutbu olmaya devam etmekte. Genel seçim çalışmalarında bile Başbakan Davutoğlu’nun esamisi pek okunmazken, partinin lideri olarak Erdoğan algısı devam etmekte. Bu algı bizatihi Erdoğan tarafından bilerek, isteyerek oluşturulmakta.
Bu seçimin daha çok bir referandum özelliği taşıdığının bir başka göstergesi ise, seçim sürecinin iki parti (AKP – HDP) üzerinde ve hatta iki lider (Erdoğan – Demirtaş) üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bunun anlamı şudur: Bir yanda AKP’nin ister başkanlık yoluyla olsun, isterse hükümet etme biçimiyle olsun diktacı yapısını artırarak devam ettirme, diğer yanda ise bunu durduracak (dolayısıyla bir ölçüde geriletecek) bir HDP gerçekliği var! Bunun siyasal yolu, meclis aritmetiğinden geçmekte. Bütün anketlerin gösterdiği gibi, eğer HDP barajı aşarsa, meclis aritmetiği gereği AKP’nin milletvekili sayısı epeyi düşecek. Bu durum, AKP’nin ciddi bir güç kaybı demektir. Ayrıca HDP’nin barajı aşması, salt bir milletvekili niceliğiyle ilgili olmayıp aynı zamanda iktidara karşı niteliksel bir siyasal mücadele imkânına kavuşması demektir.
Bu siyasi gerçeklikten dolayı Erdoğan ve AKP, seçim stratejisini HDP’yi baraj altında bırakma üzerine kurdu.
Sonuçta 7 Haziran genel seçimlerinde oylanacak olan AKP’nin kurduğu vesayet rejiminin daha bir baskı ve adaletsizlikle devam edip etmemesidir. AKP’nin başkanlık kurma hayali çoktan suya düşmüş olsa bile, hükümet kuracak sayıya ulaşması güçlü bir ihtimaldir. Önemli olan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP’nin ‘kötü’ yönetiminin önünde fren oluşturmaktır!
Şöyle sorulabilir; neden HDP? CHP ile MHP bu freni oluşturamıyorlar mı? Bu soruya siyasal açıdan cevap vermenin ilk elde hiçbir anlamı yok. Çünkü mevcut durum, etkin siyasal tavır koymanın yolunun öncelikle meclisin sayısal kompozisyonundan geçtiğini göstermekte. HDP meclise girse de, girmese de, CHP ve MHP’nin milletvekili sayısında dikkate değer bir değişim olmuyor. Bu anlamda AKP’nin aritmetik gücünü etkileyen tek faktör, HDP’nin meclise girip girmemesidir. İşte seçime referandum niteliğini veren de bu durumdur.
MHP, CHP, ulusalcılar ve kimi sol taife tarafından dillendirilen bir iddiaya değinmek istiyorum: HDP meclise girerse AKP ile anlaşarak özerklik karşılığında başkanlık sistemine evet der! Aslında bunlar görünüşte birbirlerine yükleniyorlar, gerçekte ise işbirliği için çoktan anlaştılar.
Biraz siyaset bilen birisi bunun böyle olmasının mümkün olamayacağını bilir. (Siyaset bu, olursa da HDP bunun ceremesini çeker!) Özerklik, âdemi merkeziyetçi bir kavram olarak demokrasiye tekabül eder. Erdoğan’ın istediği başkanlık sistemi ise, görünen köy kılavuz istemez hesabı, totaliterliğe doğru yelken açan bir yürütmedir. Tamamen demokrasi karşıtıdır. Hâlbuki Kürt meselesinin çözümü, demokratikleşmekten geçer! Dolayısıyla özerklik ile Erdoğan’ın dünyasındaki başkanlık sistemi bağdaşmaz, bir arada bulunamaz.
7 Haziran genel seçimlerine anlamını veren bir başka özellik de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve kimi AKP’lilerin yargılanma korkularıdır. 17-25 Aralık, her ne kadar AKP seçmeni nezdinde niteliksel bir yön değiştirmeye neden olmasa da, AKP’nin kimi kurmayları için bir prangadır. AKP’nin hükümet kuramaması, parti olarak dağılmanın ya da dağılarak yeni bir derlenmenin işaret fişeğidir! Hesap sorulur veya sorulmaz, ama AKP yaptıklarının yükünü taşıyamayacak hale gelir! AKP, günahları Cemaat ‘keçisine’ yükleyip çöle salmakla şimdilik arınmış bir Yahudi psikolojisiyle rahatlamış olabilir ama artık Erdoğan’ın ve AKP’nin ayağında kundura yerine pranga var!
Bu seçimlerde AKP’nin geleceğe yönelik söylediği hemen hiçbir şey yok! Sürekli dünün korkuları ve olumsuzlukları üzerinden hareketle günü kurtarmaya çalışmakta. Aman ha! Biz gidersek başınıza dünün vesayetçileri musallat olur diyerek korku yaratmakta. Ve AKP’nin basındaki kalemşorları ise, AKP’nin devrimci bir parti olduğunu, demokrasiyi savunduğunu dünün vesayeti üzerinden kanıtlamaya çalışmaktalar! Pravda aparatçikleri gibi çalışan Havuz Medyası aparatçiklerinin mantığına bakar mısınız; bugünün AKP’sinin ‘iyi’ olmasının kanıtı, dünün vesayet rejiminin ‘kötü’ olmasıymış!
Aman ha! AKP giderse asker-sivil vesayetçi takımı gelir diyen aparatçiklerin, dün AKP iktidara gelirse şeriat gelir diyenlerden ne farkı var? Demokrasi adına kelam eylediklerini iddia eden aparatçikler, sizin dünkülerden ne eksiğiniz var (madalyonun bir yüzünde Özkökler, diğer yüzünde sizler), sizler de midelerinizi doldurmaya devam edin bakalım!
Bu seçimler, mevcut sistemin onaylanıp onaylanmaması seçimidir. Onaylayan ya da onaylamayanlar için seçimin anahtar partisi HDP’dir! (HŞ/HK)