Bir toplumun ruh hali, ekonomik ve sosyal ihtiyaçları, içinde barındırdığı farklı ideolojik eğilimler ve yaşam biçimleri, siyasi partileri nasıl algıladığı konusunda belirleyicidir. Siyasi partiler de bu dinamikleri göz önünde bulundurarak, vaatlerini ve adaylarını belirlerler. Bunun için çeşitli stratejistlerle, reklam ve organizasyon şirketleriyle çalışırlar. Ve tüm bunları oy almak için yaparlar. Peki hangi siyasi parti nasıl bir algı yönetimi uyguladı?
Adalet ve Kalkınma Partisi
AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinden geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar, Erdoğan odaklı büyüklük-kurtarıcılık ve korku ekseninde siyaset yaptılar. Algı yönetiminde en başarılı oldukları dönem, neo liberal duruşlarına rağmen, 2007 yılındaki seçimlerde estirdikleri demokrasi rüzgarıydı. Tabi bunu yaparken Ertuğrul Günay ve DSP’den geçen sosyal demokrat adaylar olduğu gibi liberal yazarlar da vardı (yazarlardan Mehmet Altan, Taraf yazarları Ahmet Altan ve eski TKP’li Nabi Yağcı gibi). Bu süreç 2010 Anayasa referandumunda da sürdü. Referandumda Yetmez Ama Evetçiler yaratılan ‘’demokrat AKP’’ algısının parçası oldular.
Ancak daha sonraki süreçte kürtaj ve sezaryen tartışmaları, Gezi Direnişi , yolsuzluk olaylı, Alevilere rağmen 3. Köprü’ye Yavuz Sultan Selim’in adı verilmesi, kızlı erkekli evlere karşı çıkmaları, IŞİD’e destek ve Suriye’deki savaş çığırtanlığı, yanlarına aldıkları sosyal demokrat ve liberal kesimleri kaybettirdi. Özellikle Gülen ile girdikleri erk kavgasıyla AKP muhaliflere otoriterce pozisyon aldı. Son çıkan İç Güvenlik yasasıyla, devletin baskı aygıtlarının (kolluk kuvvetleri) en otoriterce kullandığı döneme girdik.
Bugün AKP’nin pozisyonunu Sünni eksende ‘’akıl dışı otoriterlik’’ olarak ifade edebiliriz. Soma’da 301 insan ölmesine rağmen neo-liberal otoriterlikten vazgeçmemeleri, polislerin Çağlayan Adliyesinde Avukatlara vurabilir olması, insanların yüzlerini kapatmalarına dahi müdahale etmesi bunu gösteriyor.
AKP ‘negatif ‘ bir seçim kampanyası sürdürmekte. Başkanlık sistemini savunurken, gerekçe olarak her bir insanın gündelik hayatının iyiye gideceğinden değil, CHP ve HDP’nin Türkiye’yi daha kötüye götüreceğini vurgulayarak yapıyor. Oy hedefindeyse ideolojik seçmen olarak muhafazakarlar var.
Bunu yaparken dikkat ettikleri noktalar şunlar;
* Toplumun genel kabulleriyle uyumlu olma: Erdoğan’ın ,”Kürt sorunu yoktur, biz eşcinsel aday göstermiyoru”’ ve Uğur Işılak’ın, “ her feministin gönlünde bir erkeğin kölesi olmak vardır” ifadeleri, HDP’nin Kürtleri, feministleri ve eşcinselleri desteklemesine karşı ataerkil, homofobik ve milliyetçi kesimin oylarını etkilemeye yönelik sözlerdir.
* Tarihsel figürlere sığınma: Davutoğlu’nun sürekli Selahattin Eyyübi örneği vermesi ve İstanbul’un fethini, AKP mitingine dönüştürerek kutlamaları.
* 13 yılın mirasını tüketme: Kendi dönemlerinde yaptıkları metro, yol ve köprüleri anlatmaları.
Özellikle ‘’toplumun genel kabulleriyle uyumlu olma’’ neo-liberal sistemin pazarlama yöntemidir. Hiçbir sorgulayıcı ve dönüştürücü tarafı yoktur. Ve çoğunluktan yana durur. Örneğin Erdoğan, MHP oylarının güçlü olduğu Balıkesir’de ‘’Kürt sorunu yoktur’’ demiştir.
AKP bundan önce seçimlerde gösterdiği algı yönetimi performansını, bu seçimlerde gösteremiyor. Örneğin, Uludere gibi yoksulluğun dipte yaşandığı bir yerde, elektrikli araba üretiyoruz afişleri büyük bir kampanya skandalıdır.
TIKLAYIN- PROF. ALİ AKARCA'NIN YORUMU: İKTİDARIN OYU NASIL İNER-ÇIKAR?
Cumhuriyet Halk Partisi
CHP Baykal döneminde ulusalcılık ve lâiklik çerçevesine sıkışıp, insanların yaşamsal sorunlarına çözüm getirmemesinden ötürü eleştiriliyordu. Kılıçdaroğlu ile birlikte sosyal demokrat çizgiye daha yakınlaşıp, çözüm üreten parti olma yoluna girdi. Ancak son genel ve yerel seçimlerde sürekli yolsuzluk üzerinden gittiğinden ‘negatif’ bir kampanya yürütüyordu. Fakat son seçim beyannamesinde çözüm üretme konusundaki potansiyelini ciddi anlamda ortaya koydu.
CHP, ‘yaşanılabilir bir Türkiye için’ diyerek ‘pozitif’ bir kampanya yürütüyor. Bu noktada dikkat ettikleri noktalar;
* Ekonomik sorunlar: Gecikmiş kredi kartı ve tüketici faizlerinin yüzde 80’ini sileceğini ve asgari ücreti 1500’e çıkartacağını ve taşeron işçiliği kaldıracağını vaat etmesi.
* Toplumsal aidiyetler: Urfa’da Bucak aşiretinden aday göstermesi.
* Demokratik açılım: Ön seçim yapması, Spod ile LGBTİ hakları sözleşmesini imzalaması ve seçim barajını ve kaldıracağını açıklaması.
Geçtiğimiz seçimlerde CHP’de, adaylar ve ideolojik kaygılar konuşuluyordu. Bu seçimlerde, Umut Oran gibi başkan yardımcısı ve şehirli liberal kesime hitap eden biriyle, Melda Onur gibi Gezi gençliği ve Marksist kesimin oy verebileceği biri (ön seçimle) listenin altlarında yer bulması kalması hiç tartışılmadı. Çünkü program çok güçlüydü.
Emeklilere yılda iki kez ikramiye vereceğini, gecikmiş kredi kartı ve tüketici faizlerinin yüzde 80’ini sileceğini, asgari ücreti 1500’e çıkartacağını ve taşeron işçiliği kaldıracağını vaat etmesi.
Mustafa Sarıgül’ün ön seçimde gerilerde kalması da CHP’ye yaradı. Çünkü Şişli belediyesinde çıkan olaylardan dolayı hem parti yıpranmıştı hem de Sarıgül pozitif bir figür olmaktan çıkmıştı. Pozitif bir kampanya sürecinde negatif algısı olan bir adayın önde olması zarar verebilirdi.
Yine Baykal döneminde CHP, Kürt hareketine mesafeli durmasından hatta karşısında olmasından dolayı eleştirilirken, Kılıçdaroğlu’nun; “Biz olumsuzluklara dikkati çekerken, HDP’ye yüklenmiyoruz çünkü HDP’nin bu süreçte yıpranmasını istemiyoruz. HDP, parlamentoda yer almalı. Biz buna inanıyoruz” ifadesi, CHP’nin katı ulusalcı tutumunu kırdığını gösteriyor.
Son olarak da Dursun Çiçek gibi Ergenekon sürecinde hapiste yatmış biri, İstanbul ikinci bölgedeki oyların, ulusalcı partilere kaymasını engelleyebilir.
TIKLAYIN - PROF. GÜLGÜN ERDOĞAN TOSUN'UN SEÇMEN DAVRANIŞI ANALİZİ
Milliyetçi Hareket Partisi
ANAP ve DYP’nin çökmesi sonucu, ekonomik açıklamalar AKP’ye kalmıştı. Ancak yükselen pahalılık, AKP’nin başkanlık sistemine odaklanarak ekonomik açıklamaları bırakması ve Sünni bir eksende siyaset yapması, MHP’yi bu boşluğu doldurmaya yöneltti. Hatta Büyük Birlik Partisi ve Saadet Partisi’nin kurduğu milli ittifaka dahil olmamasının sebebi de merkez sağ oyları almak istemesi. Ancak Bahçeli, HDP ve AKP işbirliği iddialarını ön planda tuttuğundan yine de ‘negatif’ bir kampanya yürütüyor. Çünkü, AKP’ye giden milliyetçi muhafazkar oyların geri gelmesini daha çok önemsiyor. Özellikle Trabzon, Yozgat, Maraş ve Erzurum’da ciddi bir potansiyeli söz konusu
MHP’nin dikkat ettiği noktaları sıralayacak olursak,
* Tabanın kırmızı çizgileri: PKK karşıtlığını elinden bırakmıyor.
* Ekonomik sorunlar: Milliyetçiliği genelde ülkeyi böldürmemek üzerinden açıklarken, bu kez milli ekonomiyi kurmak ve insanlara iş bulmak üzerinden de açıklıyor.
* Merkez Sağ oylar: Manisa’da Demokrat Partililerin desteklediği Av. Zeynel Balkız’ı aday göstermesi.
MHP’nin bu politikası Bahçeli’nin, ‘’başkalaşmadan gelişim’’ ilkesini yansıtıyor aslında. Hem tabandan kopmuyor hem de ekonomik şartları göz önünde bulunduruyor. Ancak demokrasi, hak ve özgürlükler konusuna çok mesafeli durması, bu seçimde de yüzde 20’nin altında olacağını işaret ediyor. Yine de 1999’da yüzde 19 alarak oy patlaması yapması ve 2002’de de baraj altında kalması, MHP’nin şaşırtıcı sonuçlar alabileceğini gösteriyor.
Halkların Demokratik Partisi
HDP geçtiğimiz seçimlerde negatif kampanya yürütüyordu. Çünkü söylemleri hep Kürtlerin yok olmaması üzerineydi ve yaşanmış acılara gönderme yapıyordu. Evet bu doğu illerinde oy kullanan Kürtlerde bir karşılık buluyordu. Ancak parti olarak seçimlere girecekleri için 1 oy dahi çok önemli. Bu yüzden, tüm Türkiye’yi kapsayan ‘radikal demokrasi’ çizgisinde duruyor ve ‘pozitif’ kampanya yürütüyor. Tabi bu stratejinin en önemli parçası ise Selahattin Demirtaş’ın esprili ve yaratıcı söylemleri ile birlikte ‘biz’ vurgusunu öne çıkartmaları.
Bahçeli bölünme üzerine konuşurken, alışık olduğumuz mimiklerini az kullanan ve gülmeyen tarzda, Erdoğan ise son derece aşağılayıcı ve sert bir üslupla hafızalara kazındı. Ancak Demirtaş, Erdal İnönü’den sonra, yüz güldüren ve nasıl bir espri yapacağı beklenen bir siyasetçi oldu. Aslında Ahmet Davutoğlu da güler yüzlü olarak çıkmıştı. Ancak Erdoğanlaşma yoluna gitmeye çalıştı ve başarısız da oldu. Demirtaş’ın bu imajı, oy alamadıkları kesimin zihnindeki negatif algıyı da sarstı.
HDP’nin dikkat ettiği noktalar;
* Türkiyelileşme: Kadınların, LGBTİ’lerin, işçilerin ve Alevilerin sorunlarına değinmesi ile genç kart projesi, emekli maaşın ve asgari ücretin 1800 lira olacağı vaadi, sadece Kürt sorunuyla uğraşan bir parti değiliz mesajı veriyor.
* AKP’ye giden Kürt oylar: Vitrin isimler olan Selahaddin Demirtaş ve Pervin Buldan’ın İstanbul’dan, Figen Yüksekdağ’ın ise Adana’dan adaylığı, ciddi potansiyeli bulunan Kürt oylara yönelik. Çünkü bu isimlerin topluma kendini ispatlamış olması, bu bölgedeki Kürtleri etkileme ihtimalini arttırıyor.
* Sol Oylar: HDP aynı zamanda Kürtlerle Sosyalistlerin çatı partisi oldu. Aydın Çubukçu, Levent Tüzel, Ertuğrul Kürkçü ve yine ESP kökenli eşbaşkan Figen Yüksekdağ bu kesime yönelik.
* Muhafazakar oylar: Hüda Kaya’nın İstanbul 2. bölgeden adaylığı.
* Yerel Dinamikler: Celal Doğan’ın Gaziantep’ten, Mehmet Dengir Fırat’ın Mersin’den adaylığı.
Gezi direnişi, demokrasinin eylemle sürdürülebileceğini ve baskıcı AKP rejimini geriletebileceğini gösterdi. Peki bu seçim sürecinde tanıştığımız, genç dinamik lider rüzgarı ve ekonomik vaatler sonuç verecek mi? (CÖ/HK)
Not: Gezi direnişinden hemen sonra yapılan yerel seçimlerde AKP’nin birinci parti olması, Gezi’nin başarısız olduğunu göstermez. Çünkü Gezi Direnişçileri, borsa ve turizm gibi baskıcı rejimin beslendiği tüm kanalları durdurarak, istenirse Türkiye’yi AKP’ye yönettirmeyeceklerini ispatlamıştır.'