Kızıldere’de öldürülen Sinan Kazım Özüdoğru’nun ağabeyi Emin Özüdoğru aradan geçen bunca yıl içinde her sene Sinan’ın doğum gününü anıyor ve her doğum gününde onun anılarını gençliğini çocukluğunu anlatıyor.
Sinan Kâzım Özüdoğru 03 Mart 1949 tarihinde Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Gülören [Peyik] Köyünde varlıklı bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi.
Ailesi onun adını Kâzım koymuştu ama o lise yıllarda Sinan ön adını kullanmaya başladı. Kâzım’ın doğduğu yıllarda ailemizin ekonomik durumu çok iyi olduğundan çevre köylerden gelen konuklar Özüdoğru ailesinin evinde ağırlanır ve konuk edilirdi.
Sivas köylerinde düğünler 3-4 gün sürerdi ve düğün süresince aile 15-20 kişiyi ağırlanırdı. Halen bu konuk severlik, gelenek ve anlayışımız sürdürülmektedir.
Kâzım’ın aldığı ilk darbe
Kâzım 1,5 yaşında iken evin hanımları [Annem, babaannem ve dedeannem] tandırda ekmek yapıyorlarmış. Dedeannemin [dedemin annesi] dışındaki kadınlar evimizin başka bölümlerinde işlere gitmiş. Evde sadece dedeannem ile Kâzım kalmış. Kâzım oralarda oynarken o sıcak korlu tandıra düşmüş ve 90 yaşlarında olan dedeannem Kâzım’ı çıkaramayacağını anlayınca çığlık atarak evin başka bölümlerinde olanlardan yardım istemiş.
Kâzım’ı o ateşli tandırdan çıkarıp üzerindeki elbiseleri soyup çareler araştırmışlar. Çevre köylerden konu ile ilgili, deneyimli kişileri getirmişler. Gelenler de (sakın bu çocuğa su vermeyin ve yanık yerlere bol bol yağ sürün) demişler. Aile de söylenenleri uygulamış ama çocuk günden güne zayıflayıp, yemek yememeye başlamış. Yaralara yağ sürmeye devam edilmiş fakat çocuk susuzluktan giderek halsiz düşmüş ve sonunda çocuğun öleceği düşünülmeye başlamış; hatta köylüler artık bu çocuk öldü diye köyün gençlerini mezar kazmaya göndermişler.
Bir taraftan mezar kazılıp, ölüyü yıkamak için büyük kazanlarla su kaynatma işlemi devam ederken yakındaki Yazılıtaş köyünden Sağlık Memuru Ali tesadüfen bizim köye gelmiş ve ölmek üzere olan Kâzım’ın nabzına bakmış. Yaşadığını görünce de “Bu çocuğa su verdiniz mi?” diye soruyor. Orada bulunanların hep bir ağızdan “Yanan insana su verilir mi!” demeleri üzerine sağlık memuru Ali hemen harekete geçerek evin içinde gördüğü su dolu bakır kovayı Kâzım’ın üzerine döküp, kaşıkla ağızdan su vermeye başlıyor. Bundan sonra mucize gerçekleşiyor, Kazım’da yaşam belirtileri görülmeye başlanıyor. Kâzım hayata dönüyor ama sağ kolunda, kulağında ve yanağında yanıkların izlerini taşıyordu.
Acılarla bir buçuk yaşında tanışan Kâzım ve ailemiz, Şarkışla’nın bir dağ köyünden çıkıp Ankara’ya göçtü. Köyle varlıklı bir aileyken, yokluk ve sefalet içerisinde Ankara’da yaşıyorduk. Kentte alışkın olmadığımız işlerde çalıştık ancak kardeşimiz Kâzım’ı okutmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadık. Kazım’ın tahsilini tamamlamasına özen gösteren ailemiz, Kızıldere’de katledilmesinde bu yana geçen yıllar boyunca devletin yüreğimize indirdiği acılarla yaşamak zorunda kaldı.
Üniversite ve devrimcilik yılları
1967–68 yıllarında olsa gerek, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki bir yıllık öğretimden sonra Kazım, Hacettepe Üniversitesi’nin Yenişehir Halk Sokak’taki bir apartmanda faaliyetini sürdüren ismi çok da duyulmayan Sosyal Hizmetler Akademisi’ne kaydını yaptırıp öğrenimini orada sürdürmeye başladı.
1964 yılında daha lisede iken Kıbrıs’ta Türklerin katledilmesine karşı Ankara’da yapılan protesto eylemine katılmış ve oradaki sloganları anlatmış “Kıbrıs’ı Faşizme Teslim Etmeyeceğiz” gibi sloganları uzun uzun anlatmış günlerce çocuksu bir sevinç yaşamıştı. Biz de saf saf “Faşizm nedir?” diye sormuş, o yorulup usanmadan bize faşizmi anlatmıştı ama biz anlayacak durumda değildik.
TRT’de spikerlik de yaptı
1968 yılında TRT Televizyonunun düzenlemiş olduğu “Köyden Kente” programında o çok özel davudi ve mikrofonik ses tonuyla düzgün Türkçesi ile programın spikerliğini yapıyordu. Okulunda, çarşıda ve anfilerdeki konuşmalarında onu görenler (Aaaa bu televizyondaki spiker Sinan Kâzım Özüdoğru değil mi?) diyerek onunla sohbet etmek için adeta yarış ediyorlardı.
1968 tarihinde Türkiye’de devrimci gençlerin katıldığı Amerikan 6. Filo’sunu protesto eylemlerine Kazım’ın da katıldığını ve oradaki olaylardan çok etkilendiğini bu günkü gibi hatırlıyorum.
Sinan Kazım için hazırlanan, ağabeyi Emin Özüdoğru ve arkadaşlarının anıları ve değerlendirmelerinin yer aldığı “Devrimciler Ölmez” kitabında, Ertuğrul Kürkçü onu şöyle anlatıyor:
Kürkçü: Polis dayağına da devrimci tartışmaya da hep hazır…
“Duruşuyla, bakışıyla, konuşmasıyla ayırt edilebilen; serinkanlılığı ve cesaretiyle mücadele arkadaşlarına güven veren; hayatı siyasete hapsetme kısırlığına meydan okuyan, ruhunu edebiyatla, türkü ve şiirle dalgalandıran; sosyalist teoriyi hatmetmekten de gündelik siyasetin hakkını vermekten de gayretini esirgemeyen; polis dayağına da devrimci tartışmaya da her an hazır, eşi bulunmaz bir insandan söz ediyoruz.
"Çok erken kaybettim"
“Sinan Kazım’ı çok geç tanıdım. Çok erken kaybettim. Ekim 1970 Dev-Genç kurultayında yönetime birlikte seçildiğimizde dahi onu doğru dürüst tanımıyordum. Merkez Yürütme Kurulu listesini onay için Genel Yönetim Kurulu’na sunarken Kâzım’ı gözlerimle aradığımda nereye bakmam gerektiğini bile bilmiyordum. Ama birinci günden başlayarak Dev-Genç’in hakiki bir Genel Sekreter’e kavuşmuş olduğunu fark etmenin güvenine sahip olmanın değerini nasıl anlatabilirim?
“Üstelik benden bir yaş küçük olmasına karşın, sanki on yaş daha fazla yaşamışçasına hayat hakkında her şeyi bildiğini bilmek; sert sosyal ve politik mücadeleler içinde kabalığa kaçmadan sert olmayı ondan görerek öğrenmek; acemilik eseri, kaçınılması neredeyse imkansız gençlik yöneticiliği hatalarımın onun tarafından hemen kapatılacağının güveniyle hata yapmaktan korkmaksızın mücadele edebilmek; Sinan Kazım’ın çevresine yaydığı ışının içinde yaşamış olmak ne büyük ayrıcalıkmış...” (EÖ/FÖ/EKN)