Manşet görseli: Tan Oral
Geçen yılın son günleriydi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi 68'in 50. yılı dolayısıyla o yıllardan arta kalan bizim gibi "genç"lerin konuşmacı olarak katıldığı bir etkinlik düzenlemişti. Benden de "68'in Yayın Serüveni" konusunda konuşmamı istemişlerdi. Bu konuda öyle uzun boylu uzmanlığım yok, ama tanıklıklarımı kısa değinmelerle anlattım.
Toplantının sonunda dinleyicilerden biri, "Bu anlattıklarınızı bir yerde okuyabilecek miyiz?" diye sordu. "Olabilir, belki Biamag'a yazarım" dedim. Gecikmiş de olsam, sözümü bir ölçüde yerine getirmeye çalışayım.
68 öncesi yayınlar
Gençlik içinde sol eylemliliğin doruğa ulaştığı 68 hareketi, Türkiye'de 27 Mayıs 1960 sonrası siyasal ve toplumsal gelişmelerle iç içe yaşanmıştır. Dönemin yayın etkinliklerine de böyle bir yaklaşımla bakmak doğru olur. Peki, Türkiye'de 68, sol yayın dünyasından hangi mirası devralmıştı? Daha önceleri, 1945'te 2. Dünya Savaşının hemen ardından başlayan ve giderek yoğunlaşan soğuk savaş ortamında, özellikle 1950 döneminde, teori ve pratik açısından sol siyaset alanında tam bir çoraklık yaşanıyordu. 1960'a doğru CHP ekseninde yoğunlaşan muhalefet DP'nin tek parti diktasını hedef almıştı. Ceza Kanununun 141-142. maddelerinin varlığında sol, kendini mizah, edebiyat, sanat, alanlarında duyurmaya çalışıyordu. Belki de 68 kuşağının "imkânsızı" istemesi, bir anlamda "romantik" oluşu, böyle bir ortamda büyümüş olmalarındandır.
1930'lar, sol açısından görece daha yayını bol bir ortam olduğu anlaşılıyor. O yılların kahramanı Sabiha Sertel'dir. Tek başına çok sayıda dergi, kitabın yayınlanmasını sağlamış, sol klasiklerden çeviriler yapmıştır. Örneğin 1934'te Kautski'den çevirdiği "Sınıf Kavgası", 1935'te Babel'den çevirdiği "Kadın ve Sosyalizm" kitapları yayınlanmıştır. Sertel'ler o yıllarda da takibata uğramış, yargılanmış, bazı kitapları toplatılmıştır. 2. Dünya Savaşı boyunca antifaşist bir yayın çizgisi izledikleri Tan gazetesi, Aralık 1945'te dönemin CHP iktidarının düzenlediği bir "gençlik olayı" ile basılarak tahrip edilmiştir. Yaşamları tehlikeye giren Sertellerin Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldığını bilirsiniz.
Sabiha Sertel
Sabiha Sertel'in yayınladığı sol temel kitapları 1950'lerde, hatta 60'ların başlarında sahaflarda bile bulmak mümkün değildi. O yıllardan bir tek Max W. Beer'in yazdığı "Sosyal Mücadeleler ve Sosyalizm Tarihi" kitabını Beyazıt Kütüphanesinde bulduğumu hatırlıyorum. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınevi'nin 1941'de yayınladığı bu kitabın sağlam bir "dokunulmazlığı" vardı; Atatürk çevirtmiş ve okumuştu, önsözünü eski Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt yazmıştı.
27 Mayıs'ın ardından kabul edilen 1961 Anayasası sola açık bir öz taşıyordu. Türkiye İşçi Partisinin kurulmasıyla ülkede sol yükselişe geçmişti. Gazete, kitap, dergi yayınları bu yönde gelişiyordu. "Aydınlar ne bulursa okuyorlardı" demek doğru olur. Dolayısıyla 'sol' yayın ortamı canlanmıştı. Ancak ortalığın güllük, gülistanlık olduğunu sanmayın. TİP'in ve ilerici öğretmenlerin kitle örgütü TÖS'ün toplantıları iktidar destekli "taşlı-sopalı" saldırılara uğruyordu. TİP'in 1965'de Bursa'da, TÖS'ün 1969'da Kayseri'de uğradığı saldırı, birer toplu linç girişimiydi. Bu arada savcılar 141-142'yi işletmeye devam ediyordu.
60'ların başında yayınlanan ilk kitaplar
60'ların başlarında yayınlanan ilk sol içerikli kitaplar görece az hasar verecek, 141-142'ye sokulma olasılığı daha az olabilecek kitaplardı. Örneğin Fransız Devriminin kahramanlarından, 1797'de idam edilen Babeuf'ün "Devrim Yazıları", Vedat Günyol ve Sabahattin Eyüboğlu'nun ortak çevirisiyle 1964'te yayınlanmıştır. Ama böylesine tarihsel bir belge olması bile savcıların hışmından kurtulmaya yetmemiştir. Talat Aydemir'in hücresinde idamı beklerken bu kitabı okuduğu haberinin yayılmasından sonra kitap toplatılmış, çevirmenler ve kitaptan alıntı yapan Aziz Nesin yargılanmıştır.
Sola, sosyalizme ilişkin her çıkan kitabı alan geniş bir okuyucu kitlesi oluşmuştu. Ancak, konuları açıkça anlatan, doğrudan pratiğe yönelik yayınların daha kolay takibata uğrayacağını düşündüklerinden olacak, yayıncılar başlangıçta felsefi yanı ağır basan eserleri yayınlıyordu. Enver Aytekin'in Sosyal Yayınlarından 1962'de çıkan Ludwig Feuerbach ve "Klasik Alman Felsefesinin Sonu" ve 1965'te çıkan "Jean Paul Sartre ve Marxisme" adlı kitapları buna örnek verebiliriz. "Acaba deneyimli yayıncı burada "Marksizm" yerine özellikle "Marxime" mi demiştir" sorusu da akla gelmiyor değil. Doğrusu temel felsefe ve temel sol eğitimden geçmemiş binlerce okur için bu kitapları söktürmek pek kolay değildi. Yine de bu kitapları alıyorlar ve okumaya çalışıyorlar, kendilerine göre yorumluyorlar, başaramayınca bir kenarda bekletiyorlardı.
60'ların ortasına doğru el kitabı denilebilecek türden, daha kolay kavranabilen, öğretici kitaplar çıkmaya başladı. Marks'ın "Kapital"i öyle su gibi kolay okunur kitaplardan değildir herhalde. Neyse 1930'larda babası Suphi Nuri İleri'nin çevirisiyle yayınlanmış olan "Kapital Özeti"ni 1965'te Rasih Nuri İleri elden geçirmiş ve kitap Sosyal Yayınlar arasında çıkmış ve çok da işe yaramıştı. Bu işin ABC'si olan Politzer'in "Felsefenin Başlangıç İlkeleri" ise ancak 1969'da Sol Yayınlarından çıkmış ve sol okurun elinden düşmez olmuştu.
"...Bir heyula kol geziyor!"
Herhalde geçen yüzyılın komünizm savaşımına ilişkin temel literatür, ünlü "Manifesto" ile başlar. "Manifesto" Türkçede ilk kez 1923 yılında Şefik Hüsnü'nün çevirisi ile ve "Komünist Beyanname" adıyla yayınlanmıştır. 1936'da Kerim Sadi tarafından yapılan ve "Manifest" adıyla yayınlanmış bir çevirisi bulunmaktadır. Uzunca bir aradan sonra ancak Kasım 1968'te Bilim ve Sosyalizm Yayınları "Manifesto"yu yeniden basma yürekliliğini göstermiştir. Bu kez çeviriyi; Mihri Belli, Erdoğan Berktay, Pertev Naili Boratav ve Korkut Boratav ile birlikte Süleyman Ege yapmıştır. Ama bilinen yasal zorunluluktan dolayı çevirenin adı Süleyman Ege'nin doğum yerine bir gönderme yapılarak "Gaybiköylü" olarak yazılmıştır.
Süleyman Ege, 1965'te kurduğu ve bugün de dirençle ayakta tuttuğu Bilim ve Sosyalizm Yayınlarıyla faşist baskılara karşı sürekli bir savaşım içinde olmuştur. Yayınladığı kitaplar nedeniyle 30 yıl ağır hapis cezası, 16 yıl sürgün cezası almış, hasta yatağında zincire vurulmuş, 37 ay hapiste yatmıştır. Karşılaştığı baskılar 12 Eylül'de zirveye varmış, paşalar "tehlikeli, yasak ve muzır" gördükleri 133 bin kitabı yayınevinden kamyonlara yükleyip götürmüş ve yakarak imha etmiştir. Ege, bu olayın öyküsünü sonradan yazdığı "Kitabın Ateşle Dansı" adlı kitabında ayrıntılarıyla anlatmıştır.
"Manifesto"nun yayınlanışının 160. yılı nedeniyle 2008'de Ankara'da "Marksizmin Güncelliği" adı altında iki günlük bir sempozyum düzenlenmişti. Gözlerim salonda Süleyman Ege'yi aradı. Göremedim. Düzenleyicilerden birine onun niye çağrılmadığını sordum. Süleyman Ege'yi tanımıyor, onun "Manifesto"yu hangi güçlüklere göğüs gererek yayınladığını bilmiyordu. Vefasızlığın ötesinde, üzücü bir "toplumsal bellek yitimi" diye düşündüm.
Bir başka Ankaralı yayınevinin dirençli savaşımını da unutmak mümkün değildir. Muzaffer Erdost'un Sol Yayınları 1960'lardan başlayarak Türkiye'nin sol birikimine önemli katkılar sağlamıştır ve bugün de bu katkıyı sürdürmektedir. Muzaffer Erdost, yargılamalar, cezalar, karşılaştığı baskıların ötesinde kardeşi İlhan Erdost'u Mamak'ta yitirmenin acısını çekmiş dirençli bir yayıncıdır.
Şadi Baba'nın davası
Yayınladığı kitap, yazdığı veya çevirdiği yazı yüzünden yargılanmış, baskılara uğramış, hapis yatmış insanlarımızı tek tek saymanın güçlüğünü takdir edersiniz. Ceza Kanununun 141-142. maddeleri 1991'de yürürlükten kaldırılmıştır, artık kimse "bu kış Türkiye'ye komünizm gelebilir" paranoyasını yaşamamaktadır, ama ne yazık ki yazdıklarından, yayınladıklarından dolayı bugün de cezaevlerinde yatanlar var. İzninizle 1960'lardan bir 141-142 hikâyesi daha anlatayım ve Şadi Baba'yı hatırlayalım.
Cumhuriyet gazetesinin 1962 - 1963 yılında açtığı Yunus Nadi Makale Yarışmasının konusu "Liberalizm mi? Sosyalizm mi?" olarak belirlenmiştir. Gazete yönetimi 141-142. maddelerden dolayı ön elemeyi sıkı tutar, sakıncalı makaleleri eler. Elemeyi geçen makaleler yayınlanmaya başlar, 12 Aralık 1962'de Şadi Alkılıç'ın eşinin adını kullanarak gönderdiği "Türkiye'nin Tek Kurtuluş Yolu Sosyalizm" başlıklı makale sağ çevrelerden gelen şiddetli tepkilere neden olur. Sonunda Alkılıç ve gazetenin sorumlu yayın yönetmeni Kayhan Sağlamer hakkında komünizm propagandasından dava açılır, önce Alkılıç, ardından Sağlamer tutuklanır.
Dava uzun sürer, Alkılıç'ı savunmak üzere ülkede ve uluslararası düzeyde kampanyalar açılır. Uluslararası Af Örgütü ve Uluslararası Basın Enstitüsü konuyu ele alır. Aralarında Picasso, Neruda ve Russel'ın da bulunduğu aydınların yanı sıra dönemin İtalya Cumhurbaşkanı Saragat da Alkılıç'ı savunur ve "Alkılıç'ın yazısı, herhangi bir Batılı sosyalistin altına imza atacağı bir yazıdır" der. Dava süreci uzar, iki ağır ceza mahkemesinin beraat kararına karşın Yargıtay tartışmalı bir kararla hapis cezası verir. Sonunda Alkılıç 1967'de tahliye olur, 1968'de yeniden cezaevine konur. Başına gelenler bitmez, 12 Mart'ta bir grup genç ve aydınla birlikte, "Şadi Alkılıç Davası" denilen düzmece bir davada tekrar tutuklanarak yargılanır. Alkılıç'ın Cumhuriyet'te yayınlanan yazısına tekrar bakmak, bir de Mahmut Baksı'nın 1969'da May Yayınlarından çıkan "Şadi Alkılıç Davası" kitabını bulup okumak, dönemin yayın serüvenini değerlendirme açısından çok yararlı olacak.
Bilirkişiler ve takma adla yazanlar
Bir kitabın veya makalenin yazarı hakkında "komünizm propagandası" suçlamasıyla dava açıldığında "bilirkişi"den görüş almak farzdı. Bu bilirkişilerin içinde Prof. Sulhi Dönmezer en ünlülerindendir. Bilimsel "mütaala"sının ardından basardı damgayı: "Propaganda unsuru vardır."
Habora Yayınevinin sahibi Bülent Habora'nın komünizm bilirkişisi profesörlere yönelik ironik bir intikam alışı vardır. Yayınladığı kitaplarda çevirmen adı olarak onların adlarına çok benzer adlar yazmıştır; "Sulhi Dönmez", "Sahir Ertan", "Fahrettin Ziya Fındıkçı" gibi. Savcı telefonla arayıp "Onları da al ifadeye gel" dediğinde, "Onları getirmeme gerek yok, onlar benim kullandığım takma adlarımdır" demiştir.
Dönemin çoğu yayınlarında çevirmen, hatta yazar adı olarak takma adlara, eski deyimiyle "namı müstear"lara rastlanmaktadır. Bunun nedeni, yasa yayıncıyla birlikte çevirmen veya yazara da aynı cezaların verilmesini öngörmektedir. Dolayısıyla bir kişi daha mahkemelerde sürünmesin, hatta hapis yatmasın diye bu yola başvurulmaktadır. Ayrıca bulunduğu görev ve konum dolayısıyla açık adıyla yazamayanlar da takma ad kullanmıştır. İlginç takma adlar vardır. Örneğin Mustafa Ekmekçi "M. Hasırşapkalı", Mihri Belli "E. Tüfekçi" adlarını kullanmışlardır. Bu arada şimdi gözüme ilişti, Bilim ve Sosyalizm yayınlarından 1967'de çıkan Stalin'in "Diyalektik ve Tarihi Materyalizm" kitabının çevirmeni "Zeynep Seyhan" olarak gözüküyor. Acaba bu bizim Seyhan mıydı?
Yayıncılar önem verdikleri ama satışı kolay olmayan yayınları finanse edebilmek için "çok satma" olasılığı olan kitapları da yayınlarlar. Zülfü Livaneli'nin sanırım ortağı olduğu Babil Yayınları da bu yaklaşımla olacak Henry Miller'in "Seksus", "Neksus", "Pleksus" üçlemesini yayınlıyordu. Çevirilerini de sanırım Deniz Som yapıyordu. Kitaplardan bir bölümünün çevirisi gecikmiş, çeviri ODTÜ'den acil bir kolektif çeviri katkısıyla tamamlanmıştı. Mimarlık stüdyolarından birindeki masalara oturan 8-10 arkadaşımızın her birine birer fasikül verilmişti. Çeviri hızla tamamlandı. Ancak çeviri sırasında bazı kız arkadaşlarımızın anlamakta zorlandıkları, dahası çevirmeye utandıkları yerler oluyordu. Zira kitaplarda sonradan "müstehcenlik" suçlamasıyla toplatma kararı verilmesine neden olacak bölümler vardı. Bu sol tarafla doğrudan bir ilgisi olmayan üçlemenin 12 Mart sonrası Kızılay'daki yayınevi deposundan askerler tarafından açılmamış paketler halinde kaldırılıp cemselere yüklendiğini gördüğümü hatırlıyorum.
Gazeteler, dergiler, "Yön", "Devrim" ve "Aydınlık"
60'larda günlük basında sol eğilimler güç kazanmıştır. Haberlerin yanı sıra köşe yazıları sol kitleler üzerinde etkili olmaktadır. Akşam'da "Taş" köşesinde yazan Çetin Altan dönemin etkili kalemlerinin başında gelir ve ona Meclis yolunu açar. Milliyet'in "Düşünenlerin Düşüncesi" köşesi ve 2. sayfalardaki konuk yazarlar ilgiyle izlenmektedir. Bir ara Müşerref Hekimoğlu yönetiminde Öncü gazetesi de sola yönelmiştir. Bu arada, daha köy enstitüsünde okurken çocuk yaşlarda propagandadan hapis yatmış olan Kemal Çukurkavaklı, 1968'de Ankara'da sol ağırlıklı Yenigün gazetesini yayınlamaya başlar.
Sol siyaset dergisiz olmaz. TİP'in yayınladığı Sosyal Adalet önce haftalık yayınlanır, partinin parlamentoya girmesi ve genel merkezin Ankara'ya taşınmasıyla aylığa döner, dönem sonuna doğru sönümlenir. Bu arada 1969'da parti içi muhalefet Emek dergisini yayınlamaya başlar. Aydınların partiden uzaklaşmasıyla ve sol hareketin başka doğrultulara yönlenmesiyle birlikte TİP'in yayın çalışmaları da kesintiye uğrar.
Sol taraftan 60'ların yayın serüvenine bakıldığında Doğan Avcıoğlu önemli bir konuma sahiptir. Çok üretken olmasının yanı sıra ordu içindeki "sol" cuntayla ilişkileri açısından da farklı bir siyasetin odak noktasındadır. Haftalık Yön dergisi 1961 sonlarında, onun yönetiminde ve çok imzalı bir "aydınlar bildirisi" ile yayınlanmaya başlar. Dergi 222 sayı çıkar, tirajı 15-20 binlerdedir. Bazı sayılarında 50 bin baskı yaptığı söylenir. Bir ara sıkıyönetim tarafından kapatılan Yön, 1967'de yayına son verir. Dergide, her çizgiden sol kalemin yazıları yayınlanmıştır. Uzun yıllar Türkiye'de kimsenin yayınlamaya cesaret edemediği Nazım'ın şiirleri ilk kez, şairin ölümünün ardından Kasım 1964'te Yön'de yayınlanır ve yoğun ilgi görür.
Avcıoğlu kısa bir aradan sonra 1969'da haftalık Devrim dergisini yayınlamaya başlar. Devrim'in yayını dönem sonuna, 12 Mart'a kadar sürecektir. Bu kez dergi daha açık bir biçimde "devrim"e, ordu tarafından yapılacak köklü bir girişime yönelmiştir. 1971'in başlarında Ankara'da, kurulacak "devrim" hükümetinin olası üyelerinin listesi dolaşmaktadır. Avcıoğlu'nun Şubat 1971'de Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanan "Devrim Üzerine" adlı kitabı, başlı başına bir "hükümet programı" niteliğindedir ve "genç subaylar" arasında yaygın olarak okunduğu söylenir.
Doğan Avcıoğlu'nun Yön ve Devrim dergilerinin yanı sıra ayrıntılı çalışmalarla yazdığı "Türkiye'nin Düzeni", "Milli Kurtuluş Tarihi", "Türklerin Tarihi", "Osmanlının Düzeni" gibi hacimli kitaplar, bugüne bıraktığı önemli bir "külliyat"tır.
1967'de Vahap Erdoğdu yönetiminde çıkmaya başlayan ve TİP dışındaki sola yönelik Milli Demokratik Devrim çizgisinde yayın yapan Türk Solu dergisi ve onu izleyen Aydınlık Sosyalist Dergi ve Proleter Devrimci Aydınlık dergileri 12 Mart arifesinin önemli siyasal oluşumlarını yönlendirmiştir. Türkiye sol ortamında, varlığı daha sonra da kendini duyuracak ideolojik bölünmelerin izlerini bu dergiler üzerinden izlemek mümkündür. Ayrıntılı olarak üzerinde durulması gerekir.
Ant dergisi, Ant Yayınları ve diğerleri
Doğan Özgüden'in Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte 1967'de çıkarmaya başladığı haftalık Ant dergisinin sol yayın yaşamında önemli bir yeri olmalı. Özellikle İnci Özgüden (Tuğsavul)'un grafik düzenlemeleriyle, alışılmışın dışında dinamik bir dergi olarak ilgiyle izlenmiştir. Dergi, 1970'e kadar haftalık olarak 173 sayı çıkmış, daha sonra 12 Mart 1971'e kadar yayını aylık olarak devam etmiş ve 13 sayı çıkmıştır.
Dergiyi yayınlayanlar, kuruluşundan itibaren TİP içinde önemli görevler üstlenmiştir, ancak Ant parti çizgisinden farklı bir yol izlemiştir. Dergi ile birlikte sürdürülen kitap yayınlarında 12 Mart arifesindeki etkilenmeleri daha açık görebiliyoruz. Güncel ilgi konularını dikkate alan bir yayın programı izleyen, dolayısıyla kendi alanında "çok satan" Ant Yayınlarından çıkan kitaplardan, gençlik arasında etkili olan birkaçının kısaca adlarına bakalım: Alberto Bayo'dan "Gerilla Nedir", Che Guevera'dan "Savaş Anıları" ve "Gerilla Günlüğü", Carlos Marighella'dan "Şehir Gerillası"... Özellikle bu son kitap İnci Özgüden'in tasarladığı, üzerinde üç kurşun deliği bulunan kapağı ile çok okunan kitaplar arasındaydı.
Ant dergisi kurucularından Fethi Naci'nin 1965'te kurduğu Gerçek Yayınevi'nden yayınlamaya başladığı "100 Soruda" dizisi okur kitlesindeki önemli bir bilgi boşluğunu dolduruyordu. Ülkenin özgün sorunları üzerinde yoğunlaşan kitaplar, alanında uzman yazarlar tarafından hazırlanıyordu. Örneğin "Anayasanın Anlamı" Mümtaz Soysal, "Türkiye'de Devletçilik" Korkut Boratav, "Türkiye Sanat Tarihi" Doğan Kuban tarafından yazılmıştı. "100 Soruda" dizisinden yayınlanan ve ayrıntılı çalışmaların ürünü olan kitapların bugün için de önemini koruduğunu düşünüyorum.
60'ların yayınlarını gözden geçirirken Karadeniz Teknik Üniversitesi Fikir Kulübünün 1968'de yayınladığı, Ali Faik Cihan'ın "Gençlik İçin Strateji ve Taktik" adlı kitapçık dikkatimi çekti. "Akçaabat yargıcı" Ali Faik Cihan, gençlik - işçi sınıfı ilişkisi üzeride duruyor, belirleyici olanın işçi sınıfının, emekçi tabakaları ili birlikte yürüttüğü iktidar savaşımı olduğunu, gençliğin bu savaşıma alan açması, yardımcı olması gerektiğini anlatıyor. Olayların böyle gelişmediği bir gerçek. Anlaşılan kitabın başta KTÜ'lüler olmak üzere gençlik arasında fazlaca bir etkisi olamadı.
Türkiye'de 68 derken unutulmaması gereken bir "bulvar" gazetesine kısaca değineyim. "Bulvar gazetesi" demem gazetenin içerik ve niteliğinin hafifliğinden değil, Ankara'da, Atatürk Bulvarında Sakarya'nın köşesinde, sloganlarla satılmasındandır. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve diğer fakülteler çevresindeki TİP yanlısı gençler tarafından Nisan 1965'te yayınlanmaya başlayan Dönüşüm'ün ilk 5 sayısının sahibi Ataol Behramoğlu, sorumlu yazı işleri müdürü Ümit Hassan'dır. Gazetenin Bulvar'da satışı kısa sürede bir siyasal gösteriye dönüşür ve Komünizmle Mücadele Derneği ve AP Gençlik Kollarından gelen iktidarın desteklediği zorbalar tarafından saldırıya uğrar. Polis olağan müdahalesini yapar ve saldırganları değil, saldırıya uğrayanları alır götürür. Dönüşüm'ün uğradığı saldırı, bir anlamda daha sonra silahlı çatışmalara kadar varacak gençlik olaylarının başlangıcıdır. Dergi 6. sayıdan itibaren Abdullah Nefes'in yönetiminde doğrudan TİP'in yayını olarak çıkmaya devam eder, son 12. sayısı Şubat 1967'de yayınlanır.
68'in yayın serüvenini eksiksiz, bütün ayrıntılarıyla anlatmak çok daha geniş bir çalışmayı gerektiriyor. Mutlaka eksik bıraktıklarımız, yeterince ağırlıkla ele almadığımız noktalar vardır. Örneğin, özerk TRT'nin radyo televizyon yayınlarında görev alan cesur yayıncıları, yurtdışından yapılan radyo yayınlarının etkisini veya etkisizliğini, sendika yayınlarını, teksirle basılarak çoğaltılan bildirileri, serigrafla çoğaltılan afişleri, bu arada evlerden toplanan veya çaresizlikten yakılan, toprağa gömülen kitapları unutmamak gerekir. Ayrıca bu konuda yapılmış akademik çalışmaları, yayınlanan makaleleri, yayınlanmış veya yayınlanmamış anıları da dikkate almak doğru olacaktır. Bu yazının sınırları içinde yapabildiğimiz, başta da belirttiğim gibi, kişisel tanıklıklarımızdan hareketle 68'in yayın ortamını, öncesiyle ve biraz da sonrasıyla anlatmak oldu. (AŞ/AÖ)