Milliyetçi tarihin ikna kabiliyeti, ebeveynin çocuk üzerindeki ikna kabiliyetinden daha yüksektir. Sonuçta 'milliyet' dediğimiz şey 'anne/baba'dan öte, uğruna ölünesi bir 'şey' haline dönüşür zamanla. Değişmesi zordur, değişmez de kolay kolay. Tutucu insan doğası ile aynıdır değişme karşısındaki muhafazakar tavrı milliyetçiliğin. Düşünsenize tam 'seksen yedi yıl'dır, her yıl bilfiil anımsatılan, unutturulmayan 6 Ekim'i: bir yıldan bir yıla sekmez kutlama faslı, hiçbir Ekim 6'ya vurgu yapmadan geçip gitmez, görsel bir şölene dönüşür her şey, en azından onun için çaba sarf edilir, resmi tatil olur ve 'bayram' havasında geçer 6 Ekim.
Milliyetçi, methiye düzücü tarihin tek özel ve anlamlı ayı 'ekim' değildir elbet. Neredeyse 12 ayın her birinde ayrı ayrı destanlar yazılmıştır: Nisan'a bir 'ulusun egemenliği,' Mayıs'a 'Atatürk'ü anmanın' sembolik hüznü ve 'gençliğe bahşedilen sportmen bir bayram', Ağustos'a 'bir zaferin ihtişamı,' Ekim'e 'İstanbul'un kurtuluşu ve cumhuriyetin kuruluşu,' Kasım'a 'anmaların anması,' sığdırılmıştır. Kısacası yılın neredeyse her ayı ve her anı, yaklaşmakta olan doğum gününü her daim hatırlatan bir sevgilinin nefesi gibi, ensenizdedir 'milliyetçiliğin' de nefesi; sizden bir şey bekler haldedir.
"Tarih, omzumuzdaki yüklerden başka bir şey değildir"
Karl Marx, omuzdaki yük olarak nitelendirmiş tarihi. Haklı. Ama omuzların kime ait olduğu önemli tabi. Tarihi yazana mı, yazanın 'öteki'leştirdiğine mi?
Milliyetçi tarihin 'ortak kimlik' inşası için verdiği çaba, kaçınılmaz olarak bir 'öteki'nin varlığıyla mümkündür ancak. Böylece, periyodik olarak dağılımını yaptığı 'milliyetçi şenlikler' aslında bir diğerini ürkütmek ve bastırmaktan öte bir amaç gütmez. Ayrımı netleştirmenin önemli silahlarından yalnızca biridir milliyetçi tarih yazımı. 6-7 Eylül hatırlatılmaz örneğin, onun için geleneksel bir ağıt ayı oluşturulmaz; 16 Mart'ın lafı edilmez, zehirli gazdan ölen binlerce insan milli duyguların gazıyla bin kez daha öldürülür mesela ve daha niceleri. Görünen o ki, milliyetçi tarih yazımı daha çok 'öteki'nin omzunda ağır bir yük olmakta ve onu çökerterek üzerine yığılmaktadır.
İstanbul kur(u)tulmuş
Bugün 6 Ekim, İstanbul kurtulmuş. 1923'te 'emperyalist, işgalci güçler defolup gitmişler buralardan ve şehir asıl sahiplerine kalmış.' Bugün 6 Ekim 2010 ve görünen o ki -eğer kutlanan şey kurtulunduğu sanılan emperyalizm ise, o zaman seksen yedi yıldır büyük bir yanılgının içinde tarih- İstanbul kur(u)tulmuş. Çünkü sermaye İstiklal Caddesi'nden taşmış durumda artık; Tarlabaşı'nda yüzlerce insanı evsiz bırakmakta, Sulukule'deki Çingenelere rahat vermemekte; insanlar mağazalara bakarken eskimekte sokaklar ve yollar milyonlarca arabanın lastikleri altında can çekişmekte. İstanbul'un tarihi, tarihine dair dokuları sermayenin kirli elleriyle yok olup gitmekte. Ancak her yıl özgürlük işgalcisi milliyetçilik, bunu bir güzel kutlamakta.
Bir gün 'tarihi yazanların' omzuna yığılacaktır belki bu milliyetçi zihniyet, belki de bir gün onlar bel fıtığı olup bir köşeye sineceklerdir; ancak benimsenen bu tarihsel travma kolay kolay iyileşmeyecektir. İstanbul ve daha nice İstanbul gibileri, sermaye tarafından işgal edileduracaktır. İşgalciler ne 6 Ekim'de ne de başka bir zamanda buraları terk etmediler. Milliyetçilik zihinleri, sermaye ise karış karış kentlerin her yerini 'işgal' etti. (BA/TK)