Bu tarihte İstanbul en kötü gecelerinden birini yaşamıştı. Ama aradan yarım yüzyıl geçmesine rağmen Türkiye ve Yunanistan'da her eylül ayında birilerinin o geceyi taptaze bir heyecanla anmaları acaba ne anlama geliyor?
Normal olarak beklentimiz, bu olayın, tarih içinde yaşanmış bütün trajik olaylarda olduğu gibi zamanla tazeliğini kaybetmesi, konuya ilginin gittikçe azalması, olaydan daha az söz edilmesiydi. Oysa bu geceye, kentleri yerle bir eden ve binlerce ölüme neden olan depremlerden, korkunç savaşlardan, kırımlardan, toplumsal karışıklıklardan (askeri darbelerden, suikastlardan vb.) daha çok ya da en azından onlar kadar önem verilmektedir.
Doğal afet ya da bir kaza sonucunda meydana gelen felaketle, birilerinin bilinçli kararıyla yapılanları insanlar doğal olarak farklı algılar. Birinci tür aksiliklerde sorumluluk ve kasıt görülmez. İkinci tür olaylar, özellikle olay etnik bir boyut edinmişse, artık algılamalar ve yorumlar da milli paradigma içinde yer eder.
6/7 Eylüle hâlâ gösterilen aşırı ilgi ancak bu boyutuyla ele alınırsa açıklık kazanabilir. Ayrıca kötü durumları yaratanların "kimler" olduğu da, yani kimlikleri de önemlidir. Felakete neden olan eğer "bizden" biriyse, olay zamanla unutulmaya yüz tutar. Felaketle son bulan ölümcül savaşları başlatanlar örneğin "bizim" insanımızsa, bellek tazelenmez. Yok eğer felaketin müsebbibi "öteki" ise, sorumlu milli tarih içinde yaşatılır, anma günleri ile anısı tazelenir, unutulmaması için çaba gösterilir. Milli tarihçilik bu unutma/hatırlama işlevini yürütür ve bir olayı da ya küçümser ya abartır.
O gece yaşanan vandalizm tabii ki feciydi, ama yüz binlerin seferber olduğu bu karışıklıkta sıradan bir trafik kazasında ölenlerden daha az kayıp olduğu da unutulmamalı. Hasar büyüktü ama yalnız maddiydi. Nedenler siyasi ve ideolojikti, etkisi ise kısmen ekonomik ve temelde psikolojikti. Siyasi amaç, dosta düşmana bir mesaj vermekti, ama milliyetçi hınç yüzünden aşırı tepki yaşandı. Ekonomik yıkımdan çok korkuyu yaşamış olan azınlıklar ülkeyi terk etmeyi düşünmeye başladı.
Sanırım olayın hâlâ gündemde olmasının nedeni o geceki "hasar" değil, bugüne dek süregelen ideolojik ve simgesel yanıdır. (Oysa hep tahribin fotoğrafları gösterilir, zararın listeleri yayınlanır, yaşanan korku ve algılama pekgündeme gelmez.) Aynı hasar başka nedenlerden meydana gelseydi, örneğin bir deprem sonucunda meydana gelseydi ya da devlet düşmanı bir örgüt tarafından yapılsaydı, olay şimdiye kadar unutulmuş olacaktı.
Yunanistan'da 6/7 Eylül
Yunan halkının hemen bütününün 6/7 Eylül konusunda doğru dürüst bilgi sahibi olmadığına inanıyorum. "Türk" denen komşuların tarih boyunca "Yunanlılara karşı hep olumsuz" davrandıklarını (okul, edebiyat, gazete gibi) çeşitli kaynaklardan öğrenmiş olan sıradan yurttaşların bir kesimi "Eylül olayları" (Septemvriana) diye bir olayın varlığını duymuştur, ama ayrıntıları bilme ihtiyacını duymamıştır: "Öteki"nin yaptıklarının bir devamıdır Septemvriana! 6/7 Eylül olayını "bilen" ve yeniden üreten kimseler ise iki küçük gruptur: Milliyetçi Yunanlılar ve Atina'da örgütlü kimi İstanbul Rumları.
Birinciler bütün dünya milliyetçilerinin yaptığını yapıyor: Öteki'nin eksikliklerini vurgulayarak a) mağduriyet söylemiyle haklılıklarını sergiliyor, b) düşmanın ezeli kötü niyetini hatırlatıyor, c) düşmanı canlı tutarak "milli birliği" güçlendirmeye çalışıyor.
İkinci gruba milliyetçi demek iltifat olacak; çoğu milliyetçilik-öncesi, yani çağdışı cemaatçi bir anlayışla ve daha çok dini bir kimlik temeli üzerinde biz-öteki karşıtlığını yaşayan kimselerdir. İstanbul'da yaşarken haklarını ara(ya)mamış olmanın verdiği eziklik içinde, Yunanistan'a yerleşince devlet destekli derneklerde faaliyet gösteren ve kendilerini olayın canlı şahidi ve fiili mağduru olarak gösteren bu küçük azınlığın azınlığı, 6/7 Eylül'ü gündemde tutmaya çalışır. İki grup her yıl eylül ayında toplantılar ve ölülerin adına fatiha gibi törenler tertiplemeye devam ederler.
Bu gecenin Yunanistan'da anımsatılmasının bu nedenlerden dolayı milliyetçi bir içeriği vardır. Bu bağlamda belki bazı siyasileri de hatırlatmak gerekmektedir. Onlar da seçmenlerinden yana çıkmanın yararını bildiklerinden, bu anma törenlerine katılmakta ve destek vermektedirler. Bu eylemler, kendi toplumsal ve tarihi gerçekliğini yaratmaktadır. Olaylar siyasi, konjonktürel ve ideolojik yanıyla ele alınmayıp bizonlar kavgası biçiminde ele alındığından, sonunda bu gündem milliyetçi anlayışı beslemektedir.
Kimi zaman bu kinli gidişe akademik dünya da katılmaktadır. Sanal gerçeklerin nasıl yaratıldığını gösteren bir olay, Spyros Vryonis'in 6/7 Eylül ile ilgili son yazdığı kitaptır. Konunun gündeme getirilmesini kendi başına olumlu bir girişim sayan bazı Türk ilgililer bu kitap konusunda olumlu yorumlarda bulundular. Oysa yazar bize aşırılıklarla dolu bir çalışma sunmaktadır.
Örneğin bu çalışmada 6/7 Eylül gecesi güya öldürülmüş olan yirmiyi aşkın Rum'dan söz edilmektedir. Bu öldürülenlerin listesinin öyküsü şöyledir. Helsinki Watch, azınlıklarla ilgili bir çalışma için Atina'da araştırma yaparken, söyleşi yaptığı bir Rum derneği yöneticisi bu ölüleri kafasından uydurmuştur. Rapor yayınlanınca Türkiye'de kimileri, "tarafsız kurumlar söylüyor" düşüncesiyle bu listeyi doğru saymışlardır. Bu kez de Yunan milliyetçileri "bu ölü sayısını zaten Türkler de kabul etmektedir" demeye başlamıştır.
Ölüler böylece her iki tarafça doğrulanmış olmaktadır! İşte bu listeyi Vryonis, "her ne kadar pek kanıtlanmış olmasa da" diyerek kitabına almıştır. Listenin uydurma olduğu çok açıktır. Adı anılan bazı "ölülerin" yıllarca sonra Balıklı hastanesinde tedavi gördükleri, bazılarının ise 1955'ten çok sonra öldüğü Rumlar arasında bilinen bir gerçektir. Ama zaten dikkatli bir okuyucu listenin güvenilir olmadığını hemen anlar: Ölülerden biri Burgaz gibi herkesin herkesi tanıdığı küçücük bir adada hayatını kaybeden, "adı bilinmeyen" papazdır! Kitapta, bir meydanda kalabalıklar önünde ırzına geçilen bir kızdan da, bir söylentiye dayanarak, söz edilmektedir.
Bu milliyetçi ve kin yaratan yaklaşıma karşı çıkan küçük gruplar seslerini ancak son yıllarda duyurmuşlardır. En anlamlı toplantı, olayın elli yılı münasebetiyle 5 Kasım 2005 tarihinde Atina'da gerçekleşti. Genel gidişe katılmamış bir Rum derneği olan Kathimas Anatoli (Yakınımız Doğu) ve KEMO'nun (Azınlık Grupları Araştırma Merkezi) ortak düzenledikleri toplantı bir ilk sayılabilir. "Olayların Berisinde 6/7 Eylül Olayları" başlığını taşıyan toplantıda Türkiye'den gelen katılımcılar (Ayhan Aktar ve Dilek Güven), Yunanistan'da yaşayan üç İstanbullu Rum ve dört Yunanlı, konuşmacı olarak yer aldı. Bu toplantı, "fatiha" törenlerine karşı olaya mesafeli yaklaşmayı amaçlıyordu. Doğal olarak "tarafsız" değildi, eleştirildi.
İşlenen konular Balkanlar'da azınlıkların durumu, 6/7 Eylül olaylarının ideolojik yanı ve bugün bu konunun Türkiye ve Yunanistan'da nasıl ele alındığı, olayların uluslararası boyutu ve aktörleri, basının bu olaydaki rolü gibi konulardı.
Türkiye'de 6/7 Eylül
Olay Türkiye tarihiyle ilgilidir. Yunanistan'dan çok Türkiye'de gündemde olması gerekirdi. Ama resmi çevreler, yukarıda anlatmaya çalıştığım mekanizmalar çerçevesinde olayın unutulmaya terk edilmesini yeğlemişlerdir. Doğal olarak yeni kuşaklar bu olayı bilmemektedir, daha yaşlılar ise unutmaya başlamışlardır. Başka türlü söylersek, Türkiye'de olayı suskunluğa terk edenler tutucu/milliyetçi çevrelerdir. Ancak Türkiye'de bazı gruplar ve kişiler 6/7 Eylül olaylarını hep işlemektedirler. Bu "hatırlatma", Yunanistan'da gördüğümüz benzer eylemden bütünüyle farklıdır. Yunanistan'da "hatırlatmanın" amacı milliyetçi anlayışı beslemek iken, Türkiye'de olayı gündeme getirenlerin amacı milliyetçiliği yermektir.
Türkiye'de bazı köşe yazarları, dergiler ve kitabevlerinin yayınları, azınlıklara karşı uygulanmış olan ayrımcılığı ve saldırıları teşhir etmekte ve eleştirmektedir. Aslında 6/7 Eylül olayının sık sık hatırlatılması, Türkiye'de siyasal ve ideolojik bir eylemdir. Ülke siyasetindeki kamplaşma, azınlıkların konumuyla da doğrudan ilişkilidir ve ilgili polemikler bu ayrıma işaret etmektedir. 6/7 Eylül söylemi veya suskunluğu bu siyasi kamplaşmanın işaretleridir.
Olayın başka bir boyutu, Türkiye'de bir polemik alanına dönüşmüş olan, "tarihimizle hesaplaşmak" söylemiyle ilgilidir. İdeolojik bir karşıtlığın simgesine dönüşen bu "hesaplaşma" karşıtlığı, azınlıklara "yapılanlarla" ilgilidir. Dolayısıyla 6/7 Eylül olayı da, özellikle sağladığı görsel malzemesi ve kentin orta yerinde yarattığı çarpıcı gürültüyle bu alanda çok uygun bir silaha (argümana) dönüşmüştür. Oysa azınlığın geçmişte yaşadığı ve pek gündeme getirilmeyen olumsuz durumlar hem çoktur hem de birçoğu hâlâ geçerlidir. 6/7 Eylülün öteki "uygulamalardan" daha çok seslendirilmesi ve öncelik kazanması herhalde böyle açıklanabilir.
Farklı yaklaşımlar ve yorumlar
Her iki ülkede de bu olay henüz "tarih" olmamıştır, yani olaya mesafeli yaklaşılmamaktadır. Yunanistan'da, geçmişteki bu olay milliyetçilerin tekelinde olup propaganda aracı yapılmakta, Türkiye'de ise iç siyasetin bir silahına dönüşmektedir. İlginç olan, iki ülkenin milliyetçi karşıtı güçlerinin bu konuda ne denli az işbirliğine girmiş olduklarıdır. Bunun bir nedeni, ülkeler arasındaki görece genel iletişimsizliğin dışında, milliyetçilik karşıtı güçlerin hemen hiçbir ortak girişimlerinin olmamasıdır. Birkaç girişim akademik alanla sınırlı kalmıştır. Bu kısır işbirliğinin temel nedeni, siyasal olan bu tür bir mücadeleyi üstlenecek siyasi partilerin ve kurumların her iki ülkede de bulunmamasıdır. Dönem henüz milliyetçilik karşıtı dönem değildir. Milliyetçilik karşıtı eylem her iki ülkenin yurttaşlarını fazla ilgilendirmemektedir.
Bu iletişimsizlikten doğan çarpıcı "kazalar" da oluyor. Örneğin Türkiye'de 6/7 Eylül kapsamında Türk milliyetçiliğini eleştiren bir akademisyen Yunanistan'a davet edilip konuşma şansı tanınınca, milliyetçi dürtülerle "Türkleri" yeren Yunan milliyetçilerinin duyurmak istediklerini söyler durumda kalabilir.
Olayın doğal olarak ayna karşıtı da var. Yani bir ülkedeki "ulusal özeleştiri", öteki ülkede "ulusal yergiye" dönüşebilir. Yunanistan'daki milliyetçi "azınlık şikâyetleri" Türkiye'de "demokratik istekler" biçiminde algılanabilir. Acı olan, doğru bildiklerini dile getiren insanların kendi ülkelerinde hain ilan edilirken, genellikle karşı tarafın milliyetçilerince alkışlanmasıdır. Bu da günümüzde, bir milli devlet içinde, dürüst olmaya çalışmanın bedeli sayılmalıdır.(HM/EÜ)
* Herkül Millas'ın bu yazısı Toplumsal Tarih dergisinin Eylül 2008 sayısında yayınlandı.