Büyük gazeteci olmak başka bir şey. Büyük "köşe yazarı" olmak daha başka bir şey. "Büyük" olunca her yaptığın, her yazdığın "mübah" oluyor, kabul ediliyor ve okunuyor. Sevgili Hakkı Devrim'in sözüyle söylersek, gerçekten de "Köşe Kadısı" olmak başka bir şey. Çünkü "Kadı"lara hesap sorulamıyor. Sorulsa da "kadı"lar üzerlerine alınmıyor, alınsalar da "yanıt" yazmıyorlar. O yüzden "köşe kadıları" her konuda yazabiliyor; onun için "köşe kadıları"nın "hikmetlerinden sual olunmuyor".
Doğrusu sürekli olarak belirli bir konuda bir köşede benim gibi her hafta yazan birisi olarak onları kıskanıyorum. Arada sırada da olsa, bu köşenin adıyla doğrudan ilgili olmayan, bazen bir yaşanmışlık, bazen bir "öznelliğe dair" yazmak içimden geliyor; ama yazamıyorum.
Verilen sözle yapılan iş, üstlenilen sorumluluk her şeyden daha önemli olunca bunu yapmak güçleşiyor. Dilinin ucuna kadar gelen sözcük yutkunuluyor, kurallara uyuluyor, yapılması gereken yapılıyor. Bu yalnız okura yönelik değil, hem yapılan işe, hem de kendine saygının bir gereği.
Ama bazen de bir fırsat çıkıyor, o dilinin ucuna gelenleri söyleyecek bir bağlam buluyorsun. İşte o zaman değmeyin "küçük köşe yazarı"nın keyfine! O kadının mahkemesinin "mübaşirliğine" bile razı oluyor ve demek istediklerini diyor. İşte bu hafta öyle bir fırsatın doğduğu hafta.
* * *
Bizim Gazete'nin "sağlık ve tıp" sayfasını hazırlamaya başlayıp, kıyısından köşesinden gazeteciliğin ne olduğunu öğrenmeye kalınca haberim olmuştu "5N, 1K"den. Sonrasında kendi alanımdan yola çıkarak ona bazı "harf" eklemeleri yaparak, sağlıklı sağlık medyası ve haberciliği için kendimce bazı şeyleri keşfedip öğrenmiş, hatta zaman zaman deneyip ve deneyimlemiştim.
Bunları yaparken, her zaman aklıma takılan bir soru vardı. Önceki gün sağlıkla ilgili haberlere bakarken birden bu sorunun yanıtını buldum. Bir çok haberde olmayan "neden" sorusunun yanıtıydı.
Haberciler ya bu soruyu sormayı akıl edemiyorlardı, ya da sorsalar da yanıt alamıyorlar diye düşündüm. Aklıma aldıkları yanıttan tatmin olmadıkları olasılığı gelse de, gerçek gazetecilerin en azından kendilerinde uyanan soru işaretlerinin, kamuoyunda da uyanması için bu "tatmin etmeyen" yanıtları da "neden" sorusunun arkasına ekleyip, "eh biraz yönlendirme" de olsa, okuru bu yönde düşünmeye sevk ederlerdi diye düşündüm. Üzerinde düşündükçe bu "yargım" kesinleşti:
Bence günümüz yaygın, çok okunur medyasının gazetecileri bu soruyu sormuyorlar. Onun için yazıkları "tamamlanmış" bir bilgiyi sağlamıyor, dolayısıyla kafalarda bu sorunun yanıtı netleşene kadar da bir tutum almak söz konusu olmuyor. Çünkü "belirsizlik", bir tutum almaya yönelirken, insanın ellerini ya da ayaklarını bağlayan en önemli unsurdur.
* * *
Şimdi başta yaptığım "nağme"nin devamına, yani "Vehbi'nin kerrakesine" sıra geldi. (Bunların anlamını ve açıklamasını merak edenler sevgili Hakkı Devrim'e sorabilirler.)
Devamlı aynı konularda yazan "küçük" bir köşe yazarı olarak, bu hafta sizlere "öznel" bir konudan söz edeceğim. Ama bu öznel konudan söz ederken, aslında ikinci paragrafta işaret ettiğim "soru"yla ilişkilendirip, yine "sağlık medyasına" yönelik bir ışık tutmaya çalışacağım. Bir tek farkla! O da konunun "sağlık medyası"yla doğrudan ilişkisi olmaması.
Sevgili okur, bu köşenin yazarının 26 yaşındaki kızı, kızının teyzesi, teyzesinin ayrıldığı eşi, o eşin sonraki nişanlısı ve durumları üç aşağı beş yukarı onlarla aynı olan 10'u aşkın insan üç ayı aşkın bir zamandır cezaevindeler. Henüz ortaya konulmuş bir "iddianame" olmadan, o iddianameye dayanan bir mahkeme kararı olmadan, dahası tutuklamaya ilişkin yasalar ve teamüllerin söylem ve anlamları başka türlü açıklasa da, onlar işlenmemiş bir suçun cezasını çeker gibi üç aydır cezaevindeler.
Bu olay söz konusu olduğu zaman söylenenler, yazılanlar ve öğrenilenler kamuoyuna sunulurken de yukarıda söz ettiğim neden sorusu sorulmamış ve yanıtı da verilmemişti. Tıpkı şimdi onların neden orada tutulduklarının, herkesin anlayacağı şekilde bir yanıtının verilmediği gibi.
O neden sorusu son birkaç haftadır doğrudan değilse de dolaylı olarak, çoğu kere "onların kendi ifadeleri" kullanılarak medyada sorulmaya başlandı. Ama aradan üç ay geçtikten sonra!
Üç ayın insan yaşamındaki karşılığı, anlamı, kazandırdıkları ve yitirdikleri ayrı bir yazının konusu. Ben "büyük köşe" yazarı olmadığım için bu sütunlarda onlara dair yazamayacağım. Ama ister sağlık alanında olsun, isterse yaşamın her hangi bir alanında olsun, bence gazetecilerin ortaya koymak ve sormak zorunda oldukları, olmazsa olmaz sorunun "neden" sorusu olduğunu düşünüyorum.
Eğer bir haberci bu sorunun doğru yanıtını vermişse ancak o zaman görevini "hakkı"yla yerine getirmiş demektir. Ne dersiniz; şimdi sormadığımız "neden soruları"nı sorup yanıtlarını arayalım mı?(MS/EÜ)