Nadire ile 1980’li yıllardan sonra birlikte çalıştık. Güzel dergiler çıkarttık. O günlerde Çiğdem ilkokula gidiyordu. Yani elimizde büyüdü. Çiğdem (Mater) Gezi davasından tutuklanınca, ona hapishane tavsiyeleri yazmak için masa başına oturdum. Şunu yapmayı, bunu yapmayı ihmal etme diyecektim. Fakat 50 yıl öncesine gidince geçmişe takıldım kaldım. Mektup 27 Mayıs 1972 günü Ankara Emniyeti’nde başlayan bir gözaltı hikayesine dönüştü. Yazdıklarımı sizlerle paylaşmaya karar verdim.
***
İpek Erkeller / Ankara Üniversitesi Mülkiye terasında - 1969 |
27 Mayıs 1972 Cumartesi günü gazeteler memlekette “Bir ihtilalci örgütün ortaya çıkarıldığını duyurmuşlardı. Demokratik anayasal düzeni bir halk ihtilaliyle yıkıp yerine Marksist Leninist bir düzen kuracakmışlar. Örgüt tüzüğü ve teşkilat şeması ele geçirilmiş. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığının bildirisinde yakalananların isimleri de açıklanmış. Aralarında ben de varım.
Henüz 25 yaşımdayım, Siyasal Bilgiler’i bitirince Ankara’ya yerleşmişim. Ailem İstanbul’da. Ben, TRT’de muhabir olarak çalışıyorum. Yukarı Ayrancı’daki evime yapılan bir gece yarısı baskınının ardından Ankara Emniyet’ine götürülüyorum. Evimden suç delili olarak Sıkıyönetime karşı birkaç bildiri ve sağa sola yapıştırdığımız sloganlı pullar çıkmış.
O günlerde gözaltına alınmak salgına dönüşmüş. Ben de çok katlı Ankara emniyet müdürlüğünün bir koridorunda, bir kabusun ortasındayım. Ortalıkta yorgun polis memurları dolaşıyor, derinden çığlıklar duyuluyor. İşkence ve kötü muamele sıradan, zorunlu bir görev gibi uygulanıyor.
Kocaman ordusu olan bir devleti devirmeye gücü yetmeyecek birçok gençler evlerinden alınmış, koridorda falaka ve elektrik işkencesi için sıra bekliyor. Tabii konuşmak yasak. Bir avukata danışabilmek için önce hapishaneye gitmek gerek.
Üzerimde kısacık bir etek var. Falakada polisler kirli bir pijama pantolunu uzatmışlar, giymem için ben de kuzu kuzu giymişim. Onu çıkarıp oturduğum bankın altına yuvarlıyorum ve kocaman kaçmış çorabımı düşünüyorum. Ben falaka faslını unutmak için yara olmuş tabanlarıma değil de kaçık çorabıma dolanmışım. Ara sıra aşağılardan yazılı pusulalar geliyor. Dışardan acil ihtiyacı olan var mı diye soruyor birisi. İki tane kilotlu çorap alabilir mi kapıdaki ziyaretçiniz bana, diyorum. Ve hakikaten bir saat sonra çoraplarım geliyor. Hemen giyiyorum. O kadar rahatlıyorum ki, anlatamam. Üniversitede, Anayasa, Ceza hukuku okumuş birisiyim. Suç falan işlemediğimi biliyorum. Ama memleket rayından çıkmış. Bana Anayasa okutan hocam [Mümtaz Soysal] da hapiste.
Büyük odada tavuk ziyafeti
Hava kararınca, gözaltındaki kadınları polislerin nöbet tuttuğu büyük bir odaya buyur ediyorlar. Mühim birileri yakalanmış. Polisler, kutlamak için tavuk ısmarlamışlar, büyük bir iştahla butları ısırıyorlar.
İlk gecemi, bankın üzerinde uykusuz geçiriyorum. Bir ay Ankara Emniyetinde yaşıyorum. Tutuklamalar sürüyor. Ara sıra kaldığım odaya birilerini bırakıyor, sonra gelip götürüyorlar. Birkaç güm sonra, balerin olduğunu öğrendiğim Rümeysa Bozdağ isimli tatlı bir kadın getiriyorlar. Konuşkan, hayatını gecesiyle gündüzüyle anlatıyor bana. Bir ay durmadan konuşuyoruz.
Derken beni kaldığım odadan alıp birkaç kişi ile bir minibüse bindiriyorlar. Gözlerimiz siyah bez parçalarıyla bağlanıyor. Merkez dedikleri bir yere götürülüyoruz.
Burada sizin ezberlediğiniz kanunlar geçmez, burası kontrgerilla, diyorlar. Sonra da ekliyorlar, burada olduğunuzu bizden başka bilen yok.
Yıllar sonra Atatürk Orman Çiftliğini gezerken, oradaki Atatürk köşkünün, 1970’li yıllarda kontrgerilla merkezi olarak kullanıldığını öğreniyorum. “İhtilalci” örgütün kodamanlarını, yakalamışlar, onlara işkence yapıyorlar. Ben de sorgulardan gelen sesleri, işkence seslerini dinliyorum. Hayatını yaz diyorlar. Yazıyorum. Sonra gene gözlerim bağlanıyor. Gözlerim açıldığında kendimi savcılıkta buluyorum. Aslı astarı olmayan ihtilal suçlamasını kabul ediyorum tutuklanıp Yıldırım Bölge’deki kadın hapishanesine götürülüyorum.
Beni Sevgi Soysal’ın kaldığı koğuşa verirseniz sevinirim diyorum kadın polislere safiyane. Etrafı tel örgü ile çevrilmiş bahçe benzeri bir alana bırakıyorlar beni. Buranın bir adı da Kazıkiçi Bostanları.
Kadınlar havalandırmada. Hızlı hızlı yürüyorlar. Güzel bir kadın güneşte saçlarını kurutuyor. Karşılıklı iki koğuş var. Beni Sevgi’nin kalmadığı koğuşa vermişler. Bana bir yatak gösteriyorlar. Tanıdığım kimse yok. Ardından mülkiye kantininden aşina yüzler görünce gevşiyorum.
Hapishane, Emniyet’ten sonra huzurevi gibi geliyor.
Tabii bir süre sonra orayı da cehenneme çevirmenin yolu bulunuyor. Çıkardıkları bir kanunla, her birimizi er kişi ilan ediyorlar. Sabah akşam yoklamalarında gelen çavuşa selam durmamız, hazırola geçmemiz buyruluyor. Koğuştan birilerini alıp sorguya yani işkenceye götürmek istediklerinde kıyamet kopuyor. Sıra dayağı başlıyor.
Havalandırmamızın etrafında elinde tüfekli askerler talim yapıyor. Tombul memeli kızlar türküsüyle her gün birkaç kez dolanıyorlar. Koğuşta banyo yok. İki adet alaturka tuvalet var. Biz, iki sıra asker arasından geçip biraz uzaktaki hamama yıkanmaya gidiyoruz.
Üç yaz, iki de kış mevsimini Yıldırım Bölge’de geçiriyorum. Ecevit, askeri darbeye, sıkıyönetime ve ilan edenlere siyasi savaş açıyor. Af çıkarmaya kararlı görünüyor. Ailelerimiz militan bir mücadele yürütüyorlar.
Mahkemeler başlıyor, ama kimse tahliye beklemiyor. Hakimlerle, savcılar bizim suçlu olduğumuzu peşin peşin kabullenmişler. Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisi hukuka yol gösteriyor.
Af için çalışan yakınlarımız bir de hatıra fotoğrafı çektirmişler. Arka sıra: sol baştaki babam Muzaffer Erkeller, Gönül Haksal, ? , hepimizin avukatı Aslan Haksal; Ön sıra: Nazan Kırkbir, Armağan Anar, Gülgün Haksal. |
Üniversite öğrencileri, genç asistanlar kızlı oğlanlı hep hapishanede.
Biz hapisteyken seçim yapılıyor, koğuşlara sandık getiriyorlar. Ben boykotçu arkadaşlarımla birlikte hareket edip sandığa oy atmıyorum. Ama seçim sonuçlarını pür heyecan bekliyoruz. Ecevit kazanınca da hep birlikte havalara zıplıyoruz.
Bundan sonrası maceralı bir bekleyiş. ’74 affı ile hapishanelerin önce yarısı boşalıyor. Bizler, Anayasa Mahkemesi kararıyla 2 Temmuz 1974 günü özgürlüğe kavuşuyoruz. Tutuklu halim 27 ay sürmüş.
50 yıllık bir 27 Mayıs anısıyla sizleri baş başa bırakıyorum. (İÇ/APK)