Doç. Dr. Orhan Yavuz adını üniversite öğrencileri ve genç akademisyenler muhtemelen hatırlamayacaklardır. Orhan Yavuz 15 Haziran 1977 sabahı, Atatürk Üniversitesi Yerleşkesi içindeki lojmanından bölüme gelirken faşistler tarafından bıçaklanarak hunharca katledilen bir akademisyendir.
İçlerinden birinin de kendi öğrencisi olduğu katiller ve azmettiriciler elbet biliniyordu ama o yıllarda Erzurum’da öylesine bir korku iklimi hakimdi ki o sabah birlikte yürüdüğü bir akademisyen Dr. Halil Çivi dahi cinayeti gördüğü halde tanıklık etmekten ve katilleri teşhis etmekten çekindi. Yıllarca sustu, hatta çalıştığı üniversitelerde bazı meslektaşları tarafından “neden tanıklık yapmaktan çekindiği” sorulduğunda başını önüne eğerek susmaya devam ettiği belirtilmektedir. Bildiğimiz kadarıyla hala yaşıyor ve suskunluğu devam ediyor.
Orhan Yavuz Türkiye’de öldürülen ilk akademisyendir. Ancak, dönemin koşullarının etkisiyle basında yeteri kadar yer almaması nedeniyle öldürülen aydın ve akademisyenler arasında Orhan Yavuz ismi hep unutulmaktadır.
Bu yazının amacı, Orhan Yavuz’u üniversite öğrencilerine ve genç akademisyenlere tanıtmak, O ve arkadaşlarının nasıl bir akademi kurmaya çalıştıkları konusunda döneme ve sonrasına bir ayna tutmaktır.
Orhan Yavuz 1941 yılında Sarıkamış’a bağlı Yeniköy’de doğmuştur. Sekiz çocuklu yoksul bir ailenin üçüncü çocuğudur. Dönemin birçok yoksul Anadolu çocuğu gibi Cilavuz Öğretmen Okulu’nu kazanmasıyla yaşamında yeni bir dönem başladı. Çalışkanlığı ile dikkat çekmesi sonucu okul yönetimi tarafından Yüksek Öğretmen Okulu’na aday öğrenci olarak seçildi. Ankara Yüksek Öğretmen Okulu ve Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nü eşzamanlı olarak bitiren Yavuz, MEB bursu ile yüksek lisans çalışması için gittiği ABD’de iki yıl kaldı. Dönüşünde Ege Üniversitesi’nde doktora derecesi alıp doçent olduktan sonra Atatürk Üniversitesi’nde göreve başlayarak Kimya Bölümü’nün kuruluşunda görev aldı.
Orhan Yavuz kimdir?
Orhan Yavuz ile ilk kez Ekim 1976’da Atatürk Üniversitesi Kimya Bölümü için açılan asistanlık sınavında karşılaştık. İyi bir bölüm oluşturmak amacıyla yeni asistanlar almak için 1976 yılı yazında akademik kadro ilanı açtırmıştı. Orhan Yavuz’un sınıf arkadaşı olan bir hocamız aracılığı ile ilandan haberimiz oldu. Erzurum’un o dönemdeki siyasal iklimi hakkında bilgimiz vardı. Durumu değerlendirip dört kişi Erzurum’a gitmeye karar vererek başvurumuzu yaptık. Sanıyorum sınava giren aday sayısı epeyce fazlaydı. Zira yabancı dil ve bilim sınavlarının yapıldığı amfinin dolu olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Sınavı üçü bizim sınıftan Yüksek Öğretmen Okulu mezunu aday olmak üzere beş kişi kazandı.
Kasım 1976’da Erzurum’da göreve başladık. Kimya Bölümü’nde asistan olarak çalışmaya başladığımızda bazı endişelerimiz vardı. Doğrusu mezun olduğumuz okulda öğretim üyeleri ile asistanlar arasındaki hiyerarşik ilişki bizleri tedirgin ediyor ve “Acaba yapabilir miyiz?” diye düşünüyorduk. Orhan Yavuz kişilik özellikleri ve yaklaşımıyla bizdeki bu endişeyi kısa sürede yok etti. Ofisinin kapısı her zaman açıktı. Bölümde hizmetlisinden akademisyenine kadar herkese aynı sevecenlikle yaklaşıyordu. Ofislerimize hemen hemen her gün uğrar, vakti varsa bizlerle sohbet eder, bizim tüm sorunlarımızla ilgilenirdi.
Eğer katledilmeseydi doktora çalışmamı onun danışmanlığında yapacaktım. Hem evrensel bilgiyi hem de yerel sorunları yakından takip ediyor ve izliyordu. Beni kütüphaneye bizzat kendisi götürerek dergi ve kitapların yerlerini tek tek göstermişti. Sanıyorum bu ilk kütüphane ziyaretimizde yarım günü birlikte geçirmiştik. Doktora çalışması olarak düşündüğümüz konulardan biri Oltu taşı idi. “Oltu taşının jeokimyası üzerine hiç çalışma yapılmadı. Bu bölge için çok önemli. Üzerinde çalışılmalı” diyordu. Ancak düşündüğümüz çalışmayı sadece Erzurum’daki olanaklarımızla yapamayacağımız için Hacettepe Üniversitesi’ndeki meslektaşları ile temasa geçmişti. Oltu taşı konusunda akademik çalışma yapıldı mı bilmiyorum ama daha sonra Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü’nde 1983 yılında tamamladığım doktoramı hocam Orhan Yavuz’un anısına adadım.
Orhan Yavuz’un İngilizcesinin oldukça iyi olduğunu sanıyorum. Zira ABD’de yüksek lisans eğitimi esnasında derslerinde dolma kalem ile yazdığı ders notlarını tuttuğu iki defteri bendeydi. Hemen hatasız, karalamasız notlardı. Ölümünden yıllar sonra bu defterleri ailesine teslim ettim. Türkçeye çok önem veren ve derslerinde teknik terimlerin İngilizcelerini değil Türkçelerini kullanan bir öğretmendi. Katledildiğinde yazmakta olduğu ve ancak ölümünden sonra yayınlanabilen “Genel Kimya” kitabının özgün bir dili ve anlatımı vardır. Biz öğrencileri birçok kimya teriminin Türkçe karşılıklarını ondan öğrendik.
Onun farklı kişiliğini, alçak gönüllülüğünü kısa sürede fark ettik. Artık abi/abla-kardeş gibi olmuştuk. Üniversiteyi, akademik ortamı bize kısa sürede sevdirmişti. Sadece bölüm içindeki hiyerarşiyi kaldırmakla yetinilmemiş, Fen Fakültesi’nin diğer bölümleri ile aramızdaki görünmez duvarlar da yıkılmıştı. Fizik, matematik, biyoloji vb. bölümlerdeki öğretim üyelerine kolayca ulaşıyor, her türlü desteği alabiliyorduk.
Onun bu aydınlanmacı ve devrimci niteliklerini iyi bilen karanlık güçler katledilmesine karar vermiş olmalılar. Onun hedef olarak seçilmesinin rastlantı olmadığını düşünenlerden biriyim. Üniversitede herkes tarafından sevilen birinin katledilmesi ile, hem ilerici güçler arkadaşlarından/yoldaşlarından yoksun kalacaktı hem de geride kalanlara gözdağı verilecekti.
Orhan Yavuz’un katledilmesi ile bu hedeflerine de bir ölçüde ulaştılar. Ben hocamın öldürülmesine kadar hiçbir yakınımı kaybetmemiştim. Bu cinayet beni derinden etkilemiş, iyileşme sürecim yaklaşık iki yıl sürmüştü. Doğrusu O’nun ölümünden sonra ben dahil birçok kişi Erzurum’da kalamamış, değişik üniversitelere başvurarak kenti terk etmişti. Hatta ilerici öğrencilerin çoğu can güvenlikleri kalmadığı için başka üniversitelere yatay geçiş yapmışlardı. O yıllarda Ege Üniversitesi yöneticilerinin birçok öğrenciyi kabul etmekte gösterdikleri cesaret her türlü övgüyü hak ediyor. İyi ki varlardı. Belki bu tavırlarıyla başka öğrencilerin öldürülmesini de önlemiş oldular.
Orhan Yavuz cinayeti
Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşun 50. yılında yayınlanan bir kitapta[1] yer alan verilere göre, Orhan Yavuz’un öldürülmesinden sonraki iki yıl sonunda üniversiteden ayrılan akademik personelin dağılımı aşağıda tabloda görülmektedir:
O yıllarda ülkedeki üniversite ve akademik personel sayısı göz önüne alındığında bu kayıpların Atatürk Üniversitesi için ne anlam taşıdığı daha iyi anlaşılabilir. Herhalde bu cinayet işlenmese ve bu kadro Erzurum’dan ayrılmasaydı Atatürk Üniversitesi ve Erzurum bugünkünden çok farklı olurdu diye düşünüyorum. Zira Orhan Yavuz katledildiğinde Kimya Bölümü henüz mezun vermemişti. 1977’de üçüncü sınıfta 35-40 öğrenci vardı. Bu öğrenciler 1978 bahar döneminde mezun oldular. Orhan Yavuz ve arkadaşlarından ders alan bu ilk mezunlar arasından değişik üniversitelerde görev alan üç profesör yetişmiştir.
Aradan geçen yaklaşık yarım asırlık süre içinde Orhan Yavuz ve arkadaşlarının üniversiteler ve Türkiye için önemi daha da iyi anlaşılmıştır ve anlaşılmaktadır. Biz öğrencileri o yıllarda öğrendiklerimizi hayata geçirmeye ve hocamızın anısını yaşatmaya gayret ettik. Bu satırların yazarı 12 Eylül’de üniversiteden atılıp uzun yıllar özel sektörde çalıştıktan sonra yeniden üniversiteye döndüğünde hiyerarşisi olmayan bir akademik ortam sağlama çabasını sürdürdü.
Öncelikle bilimsel özgürlüğü kısıtlayan, yaşattığı kadro sorunları nedeniyle akademik dayanışmanın önünde bir engel olan anabilim dallarını birleştirme (tek anabilim dalı olan bölüm) kararını alarak fakülte ve üniversite yönetimine kararı kabul ettirdi. Halen yürürlükte olan 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nda “Bölümün her düzeyde eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölüme ait her türlü faaliyetin düzenli ve verimli bir şekilde yürütülmesinden bölüm başkanı sorumludur” denilmektedir. Bölüm yönetiminde görev aldığım dönemde bu yetki, içinde seçimle gelen öğrenci temsilcileri, araştırma görevlileri ve öğretim üyelerinin yer aldığı bölüm akademik kurulları tarafından kullanılmıştır. Bu kurullarda öğrenciler, araştırma görevlileri ve öğretim üyeleri eğitimle ilgili konularda eşit oy hakkına sahiptiler. Kararlar mümkün olduğu kadar oydaşma (konsensus) ile alınmaya çalışılıyordu. Ancak oy çokluğu ile alınan kararlar olduğu takdirde azınlıkta kalan kurul üyeleri karşı oy gerekçesini toplantı tutanağına yazabiliyordu. Ben dahil birçok kurul üyesinin karşı oy gerekçelerini tutanaklara yazarak bu haklarını kullandıkları kayıtlarda mevcuttur. Yedi yılı aşkın süredir akademik ortamdan uzak olduğum için bu gelenek hala devam ediyor mu bilmiyorum. Ancak, yarım asır önce Orhan Yavuz ve arkadaşları tarafından hayata geçirilmeye çalışılan hiyerarşisiz, demokratik üniversite hayal değil gerçektir. Bu ülkede belli bir dönemde uygulanmış ve tüm paydaşlar tarafından benimsenerek yaşanmıştır.
Bize düşen görev, yeni nesillerin Orhan Yavuzları tanımasını sağlamak, katliamı unutturmamak ve onların ideallerini yaşatmaya çalışmaktır.
Kendisinden kısa sürede çok şey öğrendiğim sevgili öğretmenim Orhan Yavuz’un anısına saygıyla.
Dipnot:
[1] Atatürk Üniversitesi 50. Yıl 1057-2007/Ayrılan Akademik Personel Albümü, Atatürk Üniversitesi Yayınları (2007)
(VD/VC)