Dün 12 Eylül’dü ve ben yine, 2016 Ekim ayından beri her hafta annemi görmek için gittiğim Kocaeli 1 Nolu F tipi cezaevindeydim. Annemle bir saat on dakikalık kapalı görüşümüzü yaptık.
Bir camın iki tarafından, bozuk ve eski telefonlardan konuşup birbirimize sesimizi duyurabilmeye çalışıyorduk. Bir 12 Eylül’de daha annem cezaevindeydi.
Zihnimde sürekli yankılanan tek şey buydu bütün gün. Her yıl 12 Eylül yaklaşırken, hüzünle karışık bir gerginlik çöküyor üstüme. Biraz da mahcubiyet.
Anneme yaşatılan onca eziyetten sonra annem yeniden cezaevindeydi. Hani birileri diyordu ya, Diyarbakır Cezaevinin dili olsa da konuşsa…
Aslında cezaevi değil belki ama orada ağır işkencelerle vahşet yaşatılanlar, yıllar içerisinde dile gelmişti. Konuşuyorlardı. Konuşarak dertlerimize derman aramaya çalışıyorlardı.
Yüzleşmek istiyorlardı. İşte onlardan biri de annem Gültan Kışanak’tı. Annem Gültan Kışanak, ömrünü eşitlik ve barış mücadelesine adamış, hakikatler karanlıkta kalmasın, aydınlığa çıksın diye uzun yıllar gazetecilik yapmış, yıllar içerisinde hakikati meclis kürsüsünden haykırmak için milletvekilliği, parti eş genel başkanlığı yapmış, nihayetinde de henüz 18 yaşındayken ağır işkencelere maruz bırakıldığı Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi'nin olduğu şehre yüzbinlerin oyunu alarak büyükşehir belediyesi eş başkanı olmuştu.
Diyarbakır Cezaevi
Belediye başkanıyken hayata geçirmek istediği projelerinden biri de Diyarbakır cezaevini bir geçmişle yüzleşme ve hafıza mekanı, müzesi haline getirmekti. Fakat başka birçok projesiyle beraber bunu da hayata geçiremeden yeniden tutuklandı. Tutukluluk kararı çıkmadan önce beş gün gözaltı süresi vardı.
O beş gün boyunca benim düşündüğüm tek şey annem Diyarbakırda tutuklanırsa, aslında geçmişle yüzleşme ve adalet mekanı, müzesi yapmak istediği cezaevine kapatılacaktı yeniden.
Beş günün sonunda, önce ana akım medyaya düşen tutukluluk kararı çıktı. Karar çıktığında annemin yanındaydım. Etrafımızda, koridor ve katlar boyunca, belki de yüzlerce kolluk kuvveti vardı. Karar çıktığı anda, annemin etrafında adeta etten duvar oldular. Bense şaşkınlıkla, 1.60 boylarında, ak saçlı annemin etrafında oluşan büyük kargaşayı algılamaya çalışıyordum.
Annemi nereye götüreceklerini sorduğumda, “uzak ve soğuk bir yere” cevabını alabilmiştim. Nihayetinde ise daha önce yolumun hiç düşmediği Kandıra’da bulunan Kocaeli 1 Nolu F tipi Cezaevine götürüldüğünü öğrenebilmiştim. 6 yıldır annemi cezaevinde ziyaret etmek için kaç yüz bin kilometre gittiğimin artık hesabını tutmuyorum.
Dün 12 Eylül’dü ve bir kez daha yoldaydım. 42 sene önce dedemin, annemi Diyarbakır Cezaevinde ziyaret etmek için çıktığı yolu devraldım ve gidiyorum. Annem ise demokrasi ve barış mücadelesini dört duvar ardından sürdürmeye devam ediyor.
Annem Gültan Kışanak’ın yargılandığı dosyaların tamamı ifade özgürlüğü ile ilgili konular. 8 Mart, 25 Kasım, 21 Mart Newroz gibi binlerce insanın katıldığı gün ve yerlerde bir siyasetçi olarak yaptığı konuşmalardan yargılanıyor.
Fakat bunlardan da başka benim ne akla ne vicdana hiçbir yere sığdıramadığım bir konu daha var yargılanma sürecine dair. 1980’den beri cezaevinde olmak! Geçtiğimiz cuma günü duruşmada annem, bu konuya dair tam olarak şöyle söyledi; “Evet, 12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevinde yattım! Şerefimle yattım!” Annemin yankılanan sesi hala kulaklarımda. Haklılığın verdiği güven, onur, dürüstlük ve inanç sesinin her zerresine yansıyordu.
İddianame 1 milyon sayfayı geçti
Fakat ne yazık ki bu güçlü haykırışı duyan bir adil yargılama mekanizması karşımızda henüz yok. Yargılama sürecinin kendisi bürokratik bir işkenceye dönüştürülmüş, dava dosyaları 1 milyon sayfayı geçmiş, takibi ve teknik savunması neredeyse imkansız hale getirilmiş bir kaos var karşımızda sadece.
Hemen her gün duruşmalar var ve o duruşmalarda Kürt sorununu çözülmeye, bir bakıma da çözümsüzlüğe mahkum edilmeye çalışılıyor.
Meclis kürsülerinden, mahkeme salonlarındaki kürsülere bastırılmaya çalışılan Kürt sorununa yaklaşım, mağdurun failliği üzerine inşa edilmeye çalışılıyor. Son zamanlarda, Amerika’daki vatandaşlık hakları hareketine ve siyahların eşit haklar mücadelelerine dair çokça film ve dizi izledim.
Hemen hepsi, akıl almaz adaletsizliklere maruz bırakılmış insanların, hukuka ve adalete olan inançlarını koruyarak, hukuksal mücadelelerini nasıl yürüttüklerini ve nasıl olumlu sonuçlar aldıklarını anlatıyordu.
Bu yapımların bir kısmı, “evet biz bazı yanlışlar yaptık ama bizim adalet sistemimiz çok güçlü ve hukuksal mücadelenizi yürütürseniz haklarınızı kazanabilirsiniz.” mesajı içeriyordu.
Hakikat orada nasıl gerçekleşiyor bilemiyorum fakat siyahların hak mücadelelerine dair kendi anlatılarını ve yazdıklarını incelediğimde, vatandaşlık hakları hareketine dair daha fazla düşünmek gerektiğini görüyorum bütün bu umut vadeden hikayeler sonunda.
Örneğin, eşit vatandaşlık ilkesine dair çokça sorum var. Kimine ifade özgürlüğü var kimine yoksa, kimine seçme seçilme hakkı var kimine yoksa, kimine yas hakkı var ve kimine yoksa eşit vatandaşlık bütün bunların neresinde kalıyor?
Eşit miyiz? Değilsek toplumsal sözleşmenin neresindeyiz?
(EJK/EMK)