Manşet Fotoğrafları: Gazeteci Medine Mamedoğlu
Yazının İngilizcesi için tıklayın
“Rüyamda bile görmediğim Almanya’nın bir kentinde televizyon programa gittiğim iddia ediliyor. Oysa o kente gitmedim pasaportumda da bu durum görülebilir…”
İddianamedeki kendisine yönelik çelişkili suçlamayı mahkemede Kürtçe anlatan kişi Mehmet Şahin.
Şahin aslında bir öğretmen. 2016’da KHK ile mesleğinden ihraç edilince gazetecilik yapmaya başlamış. Daha çok televizyon programları hazırlıyor.
Duruşmada hakkındaki iddiaları yaklaşık 15 farklı açıdan çürüttü. Bu iddialardan biri de az önce okuduğunuz gitmediği bir kentte katıldığı bir program.
Savcılığın iddiası Sterk TV ve Medya TV kanallar Türkiye’de yasaklı, siz bu yasaklı kanallarda program yapıyorsanız “örgüt üyesisiniz”.
15’i tutuklu 18 gazetecinin yargılandığı davanın ilk duruşması Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. 11 Temmuz’daki duruşma, savunmaların bitmemesi nedeniyle ikinci günde de devam etti.
Benim gibi şehir dışından gelenler bu nedenle ikinci günü takip edemedi. Diyarbakır'dan İstanbul'a uçak bulmak neredeyse imkansız, seferler kaldırılmış. İnsanlar Elazığ'a gidip oradan İstanbul'a dönebiliyor. O da yer bulunursa. Bu da başlı başına bir sorun. Memleketin her noktasına tonla sefer var fakat Diyarbakır'a sayılı günde 3 veya 4.
Zaten mahkeme heyetinin tavrını, duruşma salonunun içerisinin ve dışarısının atmosferini hissetmek için maalesef bir gün de yetiyor.
Maalesef diyorum çünkü anti demokratik uygulamalara, duruşmalardaki adaletsiz yaklaşımlara sıkça tanık olan biri olarak buradaki olağan dışı sisteme tanık olmak Diyarbakır’ın sıcağı kadar insanın içini yakıyor.
Duruşmada olan bitene dair detaylı haberleri buradan ve şuradan okuyabilirsiniz elbette, size duruşmadan bir kaç detay anlatmak istiyorum.
Adım Ü.K
Duruşma salonuna girmek için uzun bir sırada bekliyorsunuz size sıra geldiğinde demir kapıdan giriyorsunuz. Bildiğiniz demir kapılardan değil, döner demir kapı ve belirli aralıklarla demirler var.
Siz içeri girerken o demirler biraz canınızı acıtabiliyor. Adalet için geldiğiniz yerde az canınız acımış çok önemli değil, yolunuza devam ediyorsunuz ki bu sefer kimliğinizi alıyorlar. Üzerine “sorgu yapıldı” yazılı bir cümle basıyorlar. Sonra o kağıt ve kimliğinizle ikinci X-RAY cihazına geliyorsunuz. Yeniden tüm eşyalarınızı bırakıp polise kimliğinizi ve o pusulayı verip içeri giriyorsunuz.
Duruşma salonu kalabalık. Öncelikle 15 gazetecinin aileleri, çocuklar, Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen meslek örgütleri temsilcileri, çokça avukat…Bir aradayız.
Mahkeme başkanı kadın. Yanındaki iki üye hakim de öyle. Çok sert ifadelerle bakıyorlar salona. Gazetecilerin durumunu uzun zamandır takip eden bölgenin örnek ki bu yüzden sürekli baskı alınmaya çalışılan avukatlarından Resul Temur, “Soruşturma savcısı ve mahkemedeki üye hakimlerden birinin evli olduğunu" söylüyor. Mahkeme heyetinin reddini istiyor. Gözler heyete çevriliyor. Aralarında fısır fısır gülüşerek konuşuyorlar. Talep açıklanıyor: Talebiniz reddedildi.
Mahkeme başkanı 728 sayfalık iddianameyi hızlıca özetliyor: Sterk TV ve Medya Haber Tv’ye program sunmak ve hazırlamakla suçlanıyorsunuz, hakkınızda “örgüt üyesi olmak” suçundan dava açıldı.
Cep telefonun elinizde durması dahi yasak
Duruşma, mahkeme başkanının “Cep telefonları ve bilgisayarlar çantadan çıkmayacak” uyarısı ile başlıyor. Mahkeme boyunca duyacağımız bu cümleyi söylerken çoğu kez sesi yükseliyor.
Kendisine, gazeteci olduğumuzu duruşmalarda ses ve görüntü kaydı almanın yasak olduğunu bildiğimizi bunu yaparsak duruşmalara gelemeyeceğimizin farkında olduğumuzu, İstanbul’da bu şekilde çalışabildiğimizi söylesek de kararından geri adım atmıyor.
15 gazeteci elleri kelepçeli şekilde getiriliyor salona. Salonda alkış kopuyor. Aileler, gazeteciler, hepimiz alkışlıyoruz onları. 13 ay, 400 gündür bu günü bekliyorlar.
Bir kere bile hâkim karşısına çıkmamışlar. Gazeteciler ailelerine el sallıyor, bazı çocuklar babalarını daha yakından görmek için ön sıralara gidiyor.
Yine mahkeme başkanının sesi yükseliyor:
“Bir daha bu şekilde taşkınlık olursa davayı seyircisiz yapma kararı veririz.”
İlk olarak gazeteci Serdar Altan savunmasını yapıyor. Program yapmaları suç ilan edilmiş ya o zaman “Neden bu programları yayınlayalım?” diyor. Haksız mı?
İddianame değil iftiraname
Sadece Altan’ın savunması değil hemen her gazeteci savunmasında iddianamedeki çelişkileri tek tek anlatıyor.
Tabiki arada mahkeme başkanının demokrasi şölenine çevirdiği salondaki sesini duyuyoruz. “Susun, telefonlarınızı çantanıza koyun..."
13 aydır açık açık yaptıkları gazetecilikleri yüzünden içeride tutulan gazetecilere hakim, “daha kısa konuşmalarını” söylüyor. 13 ay tek bir kelime etmedikleri, yanıtlarını veremedikleri iddiaları çürütme fırsatını yakalamış bu insanlara “çok zaman alıyorsunuz” minvalinde birkaç cümle edebiliyor.
İlk gün, Ömer Çelik, Mehmet Ali Ertaş, Zeynel Abidin Bulut’ın savunmalarını dinliyoruz. Hepsi Kürtçe savunma yapıyor. Zaman zaman çevirmenler yoruluyor, salondakiler dışarı çıkıp tekrar içeri giriyor.
"Daha çocuğunu göremedi"
İçeride bunlar olurken, dışarıda da atmosfer pek farksız değil.
Ailelerin büyük kısmı ağaçların altına serdikleri kilimler üzerinde yakınlarına dair haber bekliyor. Kalabalık bir grup gözüme çarpıyor, “Gazetecilerin yakını mısınız?” diyorum. “Evet kardeşim Mahsun” diyor “yargılanıyor”, “Daha çocuğunu göremedi. Sigortalı bir işte çalışıyordu gizli bir şey yapmadı ki bizim çocuğumuz.”
Memleketin hiçbir yerinde bu tablo yoktur herhalde. Gazetecilerin yakınları adliyenin önünü bekleme alanına çevirmiş. Bu fotoğrafla Avrupa Birliği’nin bekleme odasında dahi bekletmemeleri gerekir Türkiye’yi. Yargılanan şey açık seçik gazetecilik çünkü.
İlk kez Diyarbakır’da gazetecilerin davasında Gazeteciler Cemiyeti’nden birini görüyorum. Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Yusuf Kanlı. Duruşma arasındaki açıklamada konuşuyor. Tutuklamaları eleştiriyor.
"Hesap vermeye değil sormaya geldik"
İki günün sonunda gazetecilerin tamamı hakkında tahliye kararı verildi. Gazeteci Altan’ın mahkeme salonunda söylediği gibi:
“Biz suçlu değil davacıyız. Bizler ayaklar altına alınan gazeteciliğimiz için burdayız. Bizim burada başımız dik, pişman değiliz. Biz sizin karşınıza hesap vermeye değil hesap sormaya geldik. Bizi 13 aydır sevdiklerimizden, sokaktan, mesleğimizden neden uzaklaştırdınız?”
Sahi 13 aydır hukuk dışı yollardan temin ettiğiniz delillerle sadece işlerini yaptıkları için cezaevinde tuttuğunuz gazeteciler hakkında tahliye yeter mi?
Yetmez! Bu yarım kalmış bir adalet. Tahliye değil beraat istiyoruz.
Gazetecilik yargılanamaz!
(EMK)