40 yılı aşkın bir süredir sanat üretimi devam etse de bir süredir göz önünde olmayan bir sanatçı Handan Börüteçene.
Günümüzde, neredeyse popülerleşen konuları 30 yıl önce eserleriyle tartışmaya açtığı içindir belki de bugün çok da görünür olmaması. Çünkü o sözler zaten 30 yıl önce dillendirilmişti!
Bir yandan da üretmeye devam etmiş sanatçı.
Tarih, doğa, arkeoloji odağında ata tohumları, bellek, iletişimsizlik, ekolojik yıkım gibi konular hep işlerinin merkezinde olmuş Börüteçene’nin.
“Dolu bıraktığımız alanlar ne kadar değerliyse boş bıraktığımız alanlar da değerlidir. Söylediklerimiz kadar suskun kaldığımız alanlar da ya da olduğunuz sergiler gibi içinde olmayı reddettiğiniz sergiler de önemlidir” diyerek bu sessizlik durumuna açıklık getiriyor.
Belki de bu yüzden, geçen Salı günü Salt Beyoğlu’nda, 40 yılın izini süren sergisi, çoğu kişinin sanatçıya “Nerelerdeydiniz?” sorusuyla açıldı.
Börüteçene ve Amira Akbıyıkoğlu
"Sergiye çalışmak kazı yapmak gibiydi"
Sanatçının bugüne kadar düzenlenen en kapsamlı sergisi bu. İsmi ise Börüteçene’nin kültür mirası, mitlerden ilham aldığı ve tarihi kişileriyle sürekli diyalogda olduğu Anadolu ve Trakya topraklarına işaret ediyor: “Üç İç Denizin Ülkesi.”
Sergi, sanatçının mezuniyet projesi için yaptığı erken dönem işlerinden ödüllü enstalasyonu "Kır/Gör"e (1985), 1987’de Urart Sanat Galerisi’nde gösterdiği "terracotta" serilerinden İstanbul’un kamuya açık mekânlarına yerleştirilen büyük ölçekli heykellerine birçok eseri gündeme getiriyor.
Fotoğraf: Mustafa Hazneci
Sergiyi programlayan Amira Akbıyıkoğlu, “Handan Hanımla derinlemesine sohbet ettiğimizde hiç bilmediğim işlerini keşfettim” diyor. Handan Böreteçene evrenine de işte o zaman giriyor.
“Birçok insan da buradaki bu işleri bilmiyor olabilir. Sergiye çalışmak kazı yapmak gibiydi ve çoğu işi kendi geçmişine referanslarla doluydu. Handan Hanım kendi arkeolojisini de yapıyor gibiydi bir yandan.”
Doğum yazıları
Bu bir evren çünkü; uzun yıllardır adım adım gezdiği kazı alanları ve köylerle, sergilerinin "doğum yazılarıyla", konuştuğu tarihi kişilerle, hikaye anlatıcılığıyla ve nihayetinde ürettiği eserlerle bir dünya bu. Tabii bu evrene sanatçının bir galeri temsiliyetinde olmayı tercih etmemesini de eklemek gerekiyor.
İşini kendi ağzından dinlerken Börüteçene'nin, hikaye anlatıcılığına da tanık oluyoruz.
Handan Börüteçene, her sergisini “doğum yazıları”yla başlatıyor. O yazılar katmanlı sanatsal düşünce biçimini görünür kılıyor. Salt’ta üç kata yayılan sergide bu doğum yazılarını duvarlarda görmek mümkün.
Fotoğraf: Mustafa Hazneci
Bellek aynası tozlanmasın diye
Börüteçene şunları söylüyor:
“İlk kez bu işlerimi gösterdiğim böylesine kapsamlı bir sergideyiz. Bu yapıtların arkasında bambaşka bir dünya var. O dünyada hiç hayal etmeyeceğiniz; Toroslar’ın bir yayla köyünde ot toplayan bir dede, küçük bir kasabadaki demir taş ustası, okuduğunuz bütün kitaplar, bütün kazı alanları ya da yoldan geçenlerin dikkat edince farkına vardığı ağaçlar, ekolojik katmanların her birinin burada yeri var.
“Bu şehre, doğup büyüdüğüm, atalarımın uyuduğu bu şehre, üç iç denizin şehrine teşekkür ederim. Onlar oymasaydı ben böyle olmazdım. Bütün bu süreçte belleğin ne kadar önemli olduğunu anladım. O aynanın tozlanmaması için her şeyi yaptım.”
Fotoğraf: Mustafa Hazneci
Sappho'nun kayıp dizeleri
Sergi, girişteki sütunların dizilimiyle İstiklal Caddesi'nin devamı gibi algılanan forum bölümündeki sanatçının 2023 üretimleriyle açılıyor. Yani Antik Yunan lirik şairi Sappho’nun kayıp sözleriyle.
“Hayatta olmasa da basbayağı hayatta aslında benim için Sappho. Kendisini ziyaret ederim, bazen de o beni davet eder” diyor sanatçı.
"Sappho’nun kayıp şiirleri bulundu. Ama şunu fark ettim ki eski şiirlerinde de kayıp kelimeler hatta dizeleri varmış. Ve çevirmenler kendi dillerinde o dizeleri bir şekilde tamamlamış.
“Acaba Sappho olsa ne derdi diye düşündüm ve kayıp sözlerini cam kürelerle tamamlamaya karar verdim."
Sanatçı, Aya İrini tarihindeki ilk kişisel sergiye de imza atan bir isim. Giriş katında 1991'deki bu sergiden işleri de görmek mümkün.
Eser için kayıp ilanı
Bu kapsamlı sergi için yapıtlar koleksiyonlardan toplanmaya başlandığında bazı eserlerin kayıp olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum pek çok sanatçının başına geliyor olsa da Börüteçene’nin 400, 500 kiloya varan eserlerini düşününce biraz tuhaf bir yere düşüyor. Bu nedenle bir ihbar hattı kuruluyor. Ve sergide olmasını isteyip de bulamadıkları eserlerin hayaletlerini üretiyorlar. Akbıyıkoğlu, “Sergiyi gezerken hayalet işler göreceksiniz. Her bulamadığımız ve sergide göstermek istediğimiz eserin bir de kayıp ilanı var” diyor.
1981’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi seramik bölümünden mezun olan sanatçı, Paris’e yerleşip iki yıl boyunca l’École nationale supérieure des Beaux-Arts’da Georges Jeanclos ve César’ın (Baldaccini) heykel atölyelerinde çalışıyor. İlk kişisel sergisini de Paris’te açıyor. Bir yandan da İstanbul’da düzenlenen önemli sergilere katılmayı sürdürüyor.
Türkiye'deki ilk kişisel sergisini ise 1987’de Urart Sanat Galerisi’nde açıyor. Bu döneme ait eserler Salt'ın üçüncü katında konumlanıyor. 70’lerden sonra kadın meseleleri ile ilgili çok çalışan sanatçı, bu serginin hep kadın temalı gittiğini söylüyor.
Ata tohumu meselesinin 28 yıl öncesi
1995’te gerçekleştirdiği “Yeryüzünün Belleği” serisindeki bellek kasaları ise ata tohumu meselesine 28 yıl öncesinden bakıyor.
Sanatçı, bu seride kültürel devamlılığı Hititler devrinden beri varlığını sürdüren Anadolu florası üzerinden ele alıyor. Hattuşa (Boğazköy) tabletlerindeki bilgiler doğrultusunda Kızılırmak yayı içinden topladığı türlü ot ile tohumun Troya ve Aiolis bölgelerinden gelen toprakla iç içe geçtiği “bellek kasaları”nı üretiyor. Yeryüzünün belleği kavramı sanatçı için ölü kültür diye bir şeyin olmadığına, her kültürün katmanlar halinde yaşamaya devam ettiğine odaklanıyor.
"Ata tohumlarını toplamak için köy köy gezdim. 1995’te ben sözümü söyledim. Sanatın bir şeyleri değiştirme durumu olmayabilir, ben sadece kendi adıma şerh düşüyorum" diye ekliyor sanatçı.
Fotoğraf: Mustafa Hazneci
"İletişemiyoruz"
1987 tarihli “Kitle İletişimsiz Araçları vs vs zzz… bızzz” eseri ise kitle iletişim araçlarının çoğaldıkça beraberinde iletişimsizliği getirdiği tezatlığı üzerine kurulu.
“Bu araçlar yükseldikçe iletişim kuramamaya başlıyorsunuz. Kitle iletişimine olanak veren bu aletleri macunlarla birleştirerek kapalı bir kutu haline getiriyorum. Çünkü gerçekten iletişemiyoruz. Bu katta 80’lerin araçları var. Serginin bir alt katında ise günümüzün aletleriyle göreceksiniz.”
Kutsal ölüler
Ve 1985 tarihli ödüllü “Kır/Gör” enstalasyonu.
Hacılar ve Çatalhöyük’teki Neolitik konutların bir örneği olan dörtgen kerpiç bir yapı karşılıyor izleyeni. İçi teknolojik aletlerden gazete, banknot ve market malzemelerine kadar gündelik nesnelerle dolu. Türkiye güncel sanat anlatısında hatırlı bir yer edinen bu iş, izleyeni çivi yazılı kil tabletleri tokmaklarla kırmaya davet ediyor.
“Bütün bu eşyalar kutsal ölüler, onlar için ömür çitiliyoruz. Neolitik dönem, insanların barış içinde, en uyumlu yaşadığı yegâne dönemdi. Ondan sonrası sonumuz zaten.”
*"Üç İç Denizin Ülkesi", 14 Nisan 2024'e kadar Salt Beyoğlu'nda. (AÖ)