Türkiye siyasi tarihi de tıpkı bir çok ülkenin siyasi tarihinde olduğu gibi önemli ve kritik anların olduğu zamanlarla tarih kitaplarına aktarılır. Yılları çok anılmasa da bir çok kişi gün ve ay söylendiğinde yılını ve ülkede nelerin olduğunu bilir. 10 Kasım, 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 3 Kasım Türkiye siyasal ve sosyal hayatının önemli anlarının hem tarihi hem bir yandan da adıdır. Bu noktada, her ne kadar şimdiden kesin konuşmak görece zor olsa da 4 Mayıs 2016 tarihi de tıpkı diğer benzerleri gibi ilerleyen zamanlarda 4 Mayıs olarak anılacak ve kanımca aynı siyasal yapı içerisinden çıkmış iki farklı sivil yapılanmadan birisinin diğerinin kağıt üzerinde de olsa demokratik yollarla hak ettiği kazanımları elinden alma günü olarak anılacak.
Birkaç vakittir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan Davutoğlu’dan rahatsızlık duyduğu kulaktan kulağa yayılıyordu. 29 Nisan günü yapılan parti toplantısında Davutoğlu’nun elinden örgütler üzerinde tek başına inisiyatif kullanma yetkisi baskın bir şekilde alınınca dedikoduların yoğunluğu arttı. 1 Mayıs akşamından sonra ise bu durumu konuşmayan neredeyse kalmadı, çünkü ortalığa bomba gibi düşen Pelikan Bildirisi adındaki bir internet bloğu ilginç şeyler söylüyordu. Erdoğan’a reis diyen ve onun yanında saf almış bildiride hoca diye anılan Davutoğlu’nun bir şekilde görevden el çektirileceği, ve dahası Erdoğan’ın rahatsızlık duyduğu konular ve kişilerin adları da açık açık ortaya konmuştu. Sonunda olanlar oldu ve 4 Mayıs akşamı Erdoğan-Davutoğlu görüşmesi sonrasında AKP’nin kongreye gideceği ve Davutoğlu’nun yeniden aday olmayacağı kulislere düştü. Şimdi hemen hemen herkes sıradaki Başbakanı tahmin etmeye çalışıyor.
Bu noktada söylenebilecek üç şey var; birincisi siyasi ve mesleki hayatını Davutoğlu’nun yükselme trendine göre ayarlamış kişilerin üzülmesi çok doğal. Zira bu saatten sonra hayat onlar için eskisi kadar konforlu olmayacak. İmkanlar ve makamlar nasıl bir anda geldiyse bir anda da yok olabilir.
İkinci olarak, şu anda siyaseten doğrudan Erdoğan ile yol yürüyenler de sevinebilirler. Kendileri için önemli bir viraj daha atlatıldı. Yeniden bir güç gösterisinden istedikleri gibi çıktılar. Anlaşılan hedeflerine gitmeleri için yakın gelecekte bir engel de olmayacak. Bu iki nokta çok sıradan, çok açık ve geçici. Zira yarının ne getireceğini kimse öngöremez, ancak söylenebilecek üçüncü şey ne yazık ki ne bunlar kadar basit ne de sıradan.
4 Mayıs gecesi daha önce de esasında bilinen konular iyice pekişmişti. Öncelikle, her ne kadar 14 yıldır tek başına iktidarda olsa da AKP kendi kongre kararını delegelere bırakamayan, genel başkanını görece olsa bile özgür iradesiyle belirleyemeyen, karar alma mekanizmalarının tamamı mevcutta parti üyesi olmayan bir üst akla bağımlı olan bir yapıdır ve kurumsal değildir. Diğer bir deyişle parti içerisinde olmaması gereken ama esasında kontrolü kendi elinde bulunduran paralel bir parti yönetimi her şeye karar vermektedir. İkinci olarak hem AKP hem bu yapı içerisinden sözcülük yapmış en tepeden en aşağıya kadar her kim var ise milli irade kavramını bugün için artık kullanamazlar, çünkü 57 milyon seçmenden, 21 milyon oyuna yani toplam seçmenin nerdeyse yüzde 30'unun oyunu her ne olursa olsun ismen bile almış bir kişi görev tanımının sınırları içerisinde kalamayan bir başka kişi tarafından defacto olarak görevinden el çektirilmektedir. Çok problemli olsa da milli irade dönemi resmen bu noktada bitmiştir. Dahası, tek adam yönetimi ne başkanlık sistemi yasallaşarak ne anayasa değişerek değil doğrudan doğruya açık müdahale ile bir kere daha kanıtlanmıştır.
Dahası bu durum Erdoğan’ın güç ve etkisinin dışında daha önemli ve yapısal bir soruna da işaret etmektedir. Türkiye kuruluşundan beri lidere yakın olarak yükselme diye de tanımlanan patrimonyal siyaset biçimimi AKP yıllarında hızlandırmış ve son iki yılda zirve noktaya taşımıştır. Lidere yakınsan varsın değilsen yoksun anlayışı yeni tesis edilen rejimin en kritik noktasıdır ki bu da bugün hem 4 Mayıs olayını hem Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu acı bir şekilde açıklamaktadır.
Bu üçüncü noktayı düşündüğümüzde yaşanalar karşısında üzülmenin ve sevinmenin lüks olduğunu anlayabiliriz.
Sonuç olarak, 4 Mayıs kanımca ileride Türkiye’nin kabile devleti gibi yönetilmeye başlanmasının ilk günü olarak anılacak. (AEÖ/HK)
* Fotoğraf: Aykut Ünlüpınar- Ankara/AA