İşte bir formül, yazıma da başlık olan.
AKP hükümetinin Milli Eğitim Bakanlığınca gündeme sokulan bu formüle göre, soru işaretinin yerinde "12" olması gerekir değil mi?
Belki de öyledir, ama ben cevabı tam olarak bilemediğimden, yarım yamalak cevap vermektense, soru işareti koydum.
Yani 4+4+4'ün toplamının kaç ettiğini bilmiyorum!
Bakanlıkça, daha doğrusu AKP hükümetince zorunlu ilköğretimin düzenlenmesine ilişkin ortaya atılan bu 3 tane dördün toplamının pekâlâ 4 veya 8 edeceği güçlü bir ihtimal olarak ortada duruyor.
Ne pedagogum, ne de eğitimci.
Eğitim-öğrenim gibi özgün, geniş kapsamlı, insan odaklı ve de derinlikli bir konuda kelam etmenin, her şeyden önce had bilmekten geçtiğini biliyorum. Zaten her neye ait olursa olsun kelamı değerli kılan birincil öğe de, bu tavır olsa gerek.
Ancak hangi konu olursa olsun, herkesin görüşünü açıklama, söz söyleme, tavır alma özgürlüğü ve dahası, hakkı vardır!
Eğitim gibi son derece önemli ve toplumun tümünü ciddi ölçüde ilgilendiren, etkileyen konuda, başta çocuklar olmak üzere herkesin görüşünü belirtmesi elzemdir.
Eğitim konusunda söylenecek çok şey var. Bu çerçevede AKP'nin ilköğretimde zorunlu kesintili eğitim için 4+4+4 formüle de didik didik edilmeli.
"Zorunlu kesintili eğitim" cümlesinin gösterişliliğinde, cümlenin içindeki gerçekliğin olası kullanımlarını örtme çabası yatmakta. 4+4+4'ün 12 yıllık toplamının içerisinde 3 adet 4'ün varlığı bir gerçektir. Bu gerçeğin yine 3 tür olası kullanımı vardır: 4 yıl..., 4+4 =8 yıl..., 4+4+4=12 yıl.
AKP hükümeti, zorunlu ilköğretimi kesintili adı altında 4 yıl ya da en fazla 8 yıl olarak kullanacaktır. Çünkü bakanlığın bu formülü savunurken satır aralarına gizlemeye çalıştığı gerçek, geniş muhafazakâr kesimlerin kız çocuklarının erişkinliğe geçtikleri dönem için çözüm üretememesi ve imam hatip liselerinin orta kısmının açılarak meslek eğitimine geçiş adı altında bu okullara yoğun şekilde küçük yaşta öğrenci kaydırılmasıdır.
Bütün bunların böyle olmadığını farz etmeye çalışıyorum, ama buna eğitim bakanı izin vermiyor! Diyor ki Sayın Bakan Ömer Dinçer, formülümüzde ifade ettiğimiz gibi ilköğretimde zorunlu kesintili eğitim uygulaması Avrupa'da var. Ancak dünyada ya da Avrupa'da şu ülkelerde var diyerek bir örnek veremiyor.
Bu formüle itiraz edenler de, böyle bir zorunlu kesintili eğitim uygulamasının hiçbir yerde örneği yoktur diyorlar. Eh! Bakan Bey bir örnek gösteremeyince ben de farz edemiyorum.
İşte bu nedenden dolayıdır ki, yazımın başlığında "=" işaretinden sonra soru işareti koydum!
Ben yaptım oldu
Bu formülün içime sinmediğinin bir başka ve en önemli göstergesini de, ilköğretimde 4+4+4 diye bir formül geliştiren bakanlığın, ne hikmetse bu denli önemli bir eğitim konusunu ne camiasında ne de toplumda tartışmaya açmaması oluşturmaktadır. Velev ki bu anlayış doğru olsa bile, anti demokratik bir şekillenmeye sahiptir. Bu da zaten dayatmadır.
Dahası, bu formül bakanlıktan önce 14 AKP'li vekilin bir planıdır. Öğretmenlerin, öğrencilerin, pedagogların, konuyla yakından ilgili meslek kuruluşlarının, akademisyenlerin, çeşitli STK'ların ve hiç değilse bir kısım velilerin görüşlerini sormadan, konuyu bir takım platformlarda tartışmadan, toplumsal talepler süzgecinden geçirmeden pat diye böyle bir formülle ortaya çıkmanın anlamı nedir?
Bunun demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur! Ama AKP'nin bu tavrının İttihatçı Enver Paşa'nın "Ben yaptım oldu" anlayışıyla yakından ilgisi vardır ve bu da, daha önce mevcut olan totaliter yapının Hükümetçe devamına işarettir.
İktidarlar toplumu kendine benzetmeye çalışırlar!
Bunun kalıcı, uzun vadeli ve kesin sonuç alıcı yolu, eğitim olgusudur. Eğitim en olumsuz anlamıyla çocukları, büyüklerin kirli dünyalarına ortak etme faaliyetidir diyebiliriz.
Kirli iktidarların (devlet olarak da okunabilir) eğitim politikası, sorgulamayan, eleştirmeyen, şüphe etmeyen, ezberleyen, her verileni önsel olarak kabul eden, kör ve kösnücül duygularla gençler yetiştirmektir. Rakel Dink'in dediği gibi, "bir çocuktan katil yetiştirmek" konusunda eğitim sistemimizin başarıları, uzun tarihi dönemlerle sabittir.
Kısacası eğitimdeki amaç, "makbul vatandaş" yetiştirmektir.
Son olarak Hocalı mitinginde bunlardan bol miktarda gördük. İster Kemalist, ister oligarşik, ister faşist, ister dinci; her birinin kendine göre bir makbul vatandaş tipi vardır. İktidarlar meşreplerince toplumu şekillendirmeye çalışırlar.
Ülkemizde eğitime ayrılan pay her zaman az düzeylerde oldu. Bunun nedeni denk bütçe kaygısı, parasızlık vs. değildir. Türkiye, silahlanmaya korkunç miktarda paralar harcarken, eğitim için gerekli harcamaları yapmamasının nedeni, daha kolay yönetmek için standardı yüksek bir eğitime sahip toplum istemediğindendir!
Şaka gibi bir anekdot
Buraya kadar hep biçimden söz ettik.
Eğitimin içeriğine, müfredata, alt yapısına girmedik bile ki, bunlar ayrı, uzun ve bir kısmı da uzmanlık isteyen konular.
Eğitimde bu formül veya başka biçimlerin altında (özünde) daha büyük felaketler yatıyor. Bir kere en basit ve önemlisi, dünyanın hiçbir yerinde eğitim bakanlığının başında "Milli" kelimesi olmazken, bizim bakanlığımızın adı, "Milli Eğitim Bakanlığı".
Müfredatı belirleyen kurulun adı "Talim ve Terbiye Kurulu". Eğitimin damarlarında tam bir militarist anlayışın akışını bundan daha fazla ne gösterebilir?
Ancak gösteren başka bir örneği İbrahim Betil anlatıyor: On yıl önce Eğitim Gönüllüleri Vakfı olarak bilim insanlarından oluşan bir kurul oluşturmuşlar ve okullarda okutulan tarih, coğrafya gibi ders kitaplarının içeriğini geliştirmek için bir yıldan fazla çalışmışlar. Ortaya çıkardıkları sonuçları Milli Eğitim Bakanlığı'na vermişler. Dört beş ay ses çıkmamış. Sonra Betil, müsteşar yardımcısını aramış. Verilen cevap şu: "Biz kitaplarınıza baktık, kabul etmedik. Fotoğrafta direğe çekilen Türk bayrağının ipi standartlardan iki milim daha kısa olmuş"
Şaka gibi geliyor değil mi?
Ama gerçek! (HŞ/HK)