*Görsel: Sosyal medya
Dostluk zor iştir. Emek ister.
Haklı çıkmak başkadır, haksızlıklara bürünmek ve haksız çıkanlarla alay etmek az da olsa kalmış dostlukları gömer…Hiç beklemediğiniz bir yerlerde karşınıza çıkar.
Sadece çivi değil, söz de öldürür, yazı da!
Çaktığınız çiviyi sökerseniz izi kalır. Deneyince görürsünüz. Tıpkı alaylarınız, bencillikleriniz, kırdığınız, döktüğünüz ne varsa, neye değmişse sözleriniz, yazınız öyle bir şeydir işte; önce volkanın lavları gibi yakar geçersiniz, sonra kül olursunuz…
Çiviyi söktüğünüzde geride kalan izin bir değeri bile olabilir.
Bazen öfkelendiğiniz için, kötü söz gibi çivi çakarsınız; tahtalara, hayatlara…
Emeğe, hukuka, adalete, insan haklarına düşman olanların tahtalarına çakın çivilerinizi...
“Bir genç bize Dostluktan Söz Et, dedi. O da yanıtladı ve dedi ki: Dostunuz ihtiyaç duyduğunda yanınızda olandır.
Sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. Sizin sofranız, ocağınızın başıdır. Çünkü açken ona gelir, huzur için onu ararsınız.
Dostunuz fikrini söylerken aklınızdan geçen “hayır”dan korkmaz, “evet”i kendinize saklamazsınız. O sustuğu zaman da yüreğiniz onun yüreğini dinlemekten geri durmaz.
Çünkü dostlukta bütün düşünceler, bütün arzular, bütün beklentiler söz söylenmeden ve övgüsüz bir sevinçle doğar ve paylaşılır” [i]
Arkadaşlıklar, dostluklar üzerine anlatılanları dinleyin! Kararmış yüreklere sinen nefretin ve şiddetin vahşi çığlıklarına karşılık bir türkü söyler gibi anımsadım öyküyü ve yazmıştım da!
Çok anlatılır ve herkesin bildiği bir öyküdür…
Bir gün bir baba kavgacı oğluna çivilerle dolu bir torba vermiş.
“Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin zaman bu tahtaya bir çivi çak” demiş.
Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış.
Sonraki günlerde ise kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün tahtaya çok daha az çivi çakmış. Gün gelmiş, genç tahtaya hiç çivi çakmamış.
Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş.
Oğluna “Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar” demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası oğluna “Aferin! İyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak” demiş.
“Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar” demiş (seçmehikayeler.com).
Bazen çivi çakmak gereklidir, unutulmasın; çiviyi söktüğünüzde tahtada geriye kalan izin bir değeri olmalıdır. Yoksa kara bir boşluktur geriye kalan iz, kapanmaz. Yüreğe düşerse bir çivi kara bir leke gibidir, iz bırakır.
Bazen öfkelenir nefret kusarsınız!
Ne yapıp edin ve arkadaşlıklarınıza, dostluklarınıza değil; emeğe, hukuka, adalete, insan haklarına düşman olanların tahtalarına çakın çivilerinizi...
Mücadeleniz iz bıraksın, söktüğünüz her çivinin bıraktığı iz insan haklarının kazanımı için şart olabilsin…
Söktüğümüz çivilerin bıraktığı izler; emeğe ve insan haklarına karşı adaletsiz olanlara karşı birlikte vereceğimiz mücadelenin ne kadar önemli ve elzem olduğunu öğretsin yeter…
Artık dostluklarınıza ve yüreklerimize 38'inci çiviyi çakmayın!
Artık kendimizden ve ben demekten kurtulma zamanıdır.
Artık alkışlardan kurtulma zamanıdır; dostlukları ve arkadaşlıkları kurtarmak için.
Yürekteki olup biten bütün işlerle birlikte sevdalar için bile söylenecek ne kadar çok şey var. Ne kadar çok söz var! Kaç şarkı, kaç türkü dinlediniz; hiç geride kalmadı.
Nazım Hikmet’in şiirindeki birkaç satır boşuna değildir…
“Tahir olmak da ayıp değil / Zühre olmakta / Hatta sevda yüzünden ölmekte ayıp değil / Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte.”
Yürekte başlayan sevdalar için…Bu memleketin sevdalılarına…Bahtı kara avukatlara...Hapistekilere, hapisteki avukatlara, birkaç söze, dostluklara çivi çakmayanların türkülerine, şarkılarına, sevdalarına…
Sürekli "ben" demekten usanmayan, sürekli kendini sevmekten hiç bıkmayan ve hayatı böyle sananların bir şeyler olmak için sürekli kendilerini alkışlayanların boş öykülerine ve zavallılıklarına, kim inanır?
Ne oldu, ne bitti derseniz; sadece hapsolanlar mı, sadece hapsolanların beklediği adalet mi, hapislerin özgürlüğü mü? Beklediğiniz adalet midir? Hukuk mudur?
Birileri geliyor hukuk diyor, adalet diyor ve adalet adına hapishaneleri dolduruyor…
Birileri geliyor adalet diyor, hukuk diyor ve hukuk adına hapishaneleri boşaltıyor…
Haksızlıkların iz bıraktığı yüreklerdeki aydınlık bekleyişlerine hiçbir sözüm yok.
Kalpleri karartanlara kul köle olanlar yarattı bu düzeni. Ahali diyelim ve biz böyle bir hukuk, böyle bir adalet seçtik! İz bırakan bir adalet seçti.
Çivi çakılacak tahtalar kendi seçimimizdir.
“Özgür olabilmek için çıkarıp atacağınız kendi özgürlüğünüzün parçalarından başka nedir ki? Kaldırmak istediğinizi adaletsiz bir yasaysa, o yasayı kendi alnınıza siz yazdınız kendi ellerinizle. Onu hukuk kitaplarınızı yakarak ve üzerlerine denizleri boca etseniz bile yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak silemezsiniz.
Ve tahtından indirmek istediğiniz bir despotsa söz konusu olan, önce onun içinizde kurulu tahtını ortadan kaldırın. Bir zorba özgür ve gururlu olanlara nasıl hükmedebilir, eğer onların kendi özgürlüklerinde bir zorbalık, kendi gururlarında bir utanç yoksa? Ve üstünüzden atmak istediğiniz bir yükümlülükse söz konusu olan, bu yükümlülük size dayatılmadı, onu siz seçtiniz”[ii]
Hukuk ve adaletin siyahı yıkamakla geçmez, iz bıraktı. Adaletsizlik karşısında sessizlik onaylamaktı, unutulmasın! Seçimimiz; düzene başkaldırı olmalıdır.
Yürekte başlayan arkadaşlıklarla, yitirilmemiş dostluklarla faşizme karşı omuz omuza mücadele için; bütün iş yürekte…
(Fİ/RT)