Ahmed Arif’in “33 Kurşun” şiirinde İran sınır hattında yaşayan Kürtlerin acılarını anlatılır. Şiirde Kürd’ün makus tarihini şöyle tarif edilir:
"Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına..."
1943 yılının 28 Temmuz’unda, bir şafak vakti sınırı ihlal ettikleri gerekçesiyle dönemin 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı’nın emriyle Sefo Deresi’ne götürülen 33 köylü, vahşice katledildi. Aralarında kaçan birinin anlatımı ile büyük şair Ahmed Arif, Kürdün acılı tarihinin özeti olan “33 Kurşun” şiirini yazdı.
İran Türkiye sınır hattında en önemli ve destansı bir hikayesi olan Tahirxane Heyderi’yé Qeleniyé, Dengbéj Şéx Silé tarafından dile getirilen Şeré Tahirxan ve ailesinin İran askerlerince vahşice katledilmesini konu alan bir dramdır. Önemli Kürt bilgesi olan Tahirxan, Mala Şêro torunu Patnos’taki Hamidiye Alayları komutanı Heyderanlı Kör Hüseyin Paşa’nın amcasının oğludur. Aynı zamanda evinde dönemin aristokratlarının olduğu dengbeji Şéx Silé vardı.
Öyle bir dengbéj ki, o dönem Kürtlerin Homerosu Evdalé Zeyniké ile divanlarda yedi gün yedi gece klam söyleyip atışabilmiştir. Bu kadar aristokrat bir kültürün sahibi Tahirxan, bir sınır hattında katledildi. Ailesi ile devlete epey hizmet etmenin bedeli olarak İran askerlerine öldürtülen bir Kürt liderdi.
Kısacası yine Osmanlı ile barış içinde yaşadığı, Ahmed Arif’in deyimiyle pasaporta içi ısınmadığı için katledildi. Tahirxan katledilmeden hemen önce İran askerlerine İran Şahı’na şunu söylemesini istemiş: “Qetla te ji min re kuştina du mirîşkane.” Yani “İran Şahı seni öldürmek benim içim tavuk kesmek kadar kolaydır ancak ne yapalım ki senin arkanda devletin var benimse sadece soylu bir Kürt gururum”.
İran sınır hattı Kürtler için ölüm her zaman hattına dönüştü. 100 yıldan bu yana isimleri değerlendirildiğinde Elo Velo köylü isimleri gibi görünse de Ferzendeyé Slémané Ehmed, İhsan Nuri Paşa, Bro Heski TéLî , Eşoyé Mamedi ve daha niceleri bu hatta öldürüldü ya da yaralandı.
Ahmed Arif şiirindeki geçtiği gibi, sınır hattında son bir ay içinde kolluk tarafından sadece resmi kayıtlara geçen epey öldürme, ateşli silahla yaralama, yoldan geçen sivilleri tarama ve çobanlara işkence yapma şeklinde hak ihlalleri durmuyor.
En son 29 Temmuz 2020’de yine İran sınırına yakın Van’ın Başkale ilçesine bağlı Sualtı (Derişk) Mahallesi’nde Zahir Teker, Harun Akkaya ve Lokman Koç adlı üç çoban, sınır kaçakçıları için bölgede operasyona çıkan askerlerin hedefi oldu. Önce hakaretlere maruz kalan, sonra taş ve sopalarla darp edilen çobanlar, ölüme terk edildi. Aielerinin imkanlarıyla hastaneye giden çobanlar şanslıydı öldürülmediği için.
Askerin çobanlara “Elimdeki Kalaşnikof ruhsatsız, sizi rahatlıkla öldürebilirim” demesi de yine sınır hatlarındaki keyfi katliamların rahatlığını gözler önüne seriyor.
Başkale ilçesine bağlı Kaşkol (Qaşqol) Mahallesi’nde 14 Haziran günü askerler tarafından açılan ateş sonucu Emrah Görür (20) isimli genç yaşamını yitirmiş, Saim Yılmaz ise ağır yaralanmıştı. Olayda ateş eden asker tutuklanmazken, sadece yurtdışı adli kontrol şartıyla ve taksirle ölüme sebebiyet suçundan serbest bırakıldı.
Mahkemelerin bu kadar rahat sivil katledenleri serbest bırakıp görevlerine dönmelerini sağlaması, askere “sivil katledebilirsiniz” demektir. Van Barosu İnsan Hakları Komisyonu olarak dosyaya katılım taleplerimizin reddedilmesi ise daha ağır bir hukuki garabettir.
16 Temmuz’da Van’ın Çaldıran ilçesine bağlı Yukarı Çilli (Çiliya Jor) Mahallesi’nde koyun otlatan 15 yaşındaki Azat Bağa isimli çocuk, iddialara göre askerlerin açtığı ateş sonucu ağır yaralanmıştı.
Son bir ay içinde yaşanan olayların Hatay Baro Başkanımı'za “Ben devletim” diyen kolluğun keyfi olarak hukuk devletini tanımaz, insan haklarına saygılı olmayan tavrı ile Baro Başkanının gözaltına alınması da bu kültürün ürünüdür. Kendini hukukun üstünde gören kolluğun bu tavrına karşı şunu söylemek gerek: Sen devlet değilsin, sadece devletin personelisin. Sen Osmanlı torunu değilsin, Osmanlı hanedanının vergi ve asker aldığı yoksul köylünün torunusun.
Yoksul Anadolu gençlerine sen devletsin, sen kanundan üstünsün diyen hukuk kültürünün kaldırılması bir an önce kaldırılması gerekir. Gerekli çünkü sivil halka keyfi insan hakları ihlali yapılmasın. (KK/NÖ/EMK)