Türkiye'de olağanüstü dönemlerin ayırt edici niteliklerini özlü ve kalıcı bir biçimde ifade etmenin -bu, tarihçi ve felsefecileri ne kadar üzse de- hep orta zekalı sağcı anti-entelektüellere kalmış olması çok acıklı. Bu, belki de bu sözlerin sadece onu söyleyenlerin sözü olarak kalmayışından, arkalarına esasen bir sınıfın ve bir devletin bütün iradesinin istiflenmesinden, etkileri on yılar sürecek eylemlerle sınanmalarından, toplumun o sözleri yalnızca işitmekle kalmayıp maddi anlamını bedeninde hissetmiş olmasındandır...
Devlet ve sınıf
12 Mart yarı-darbesinin mantığının Orgeneral Tağmaç'ın "toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı" cümlesinden daha kısa ve daha kalıcı bir ifadesini işitmedik. Hepsi bu kadar işte: "Uyandınız ama taleplerinizi ancak kurşunla karşılayabiliriz. Kasada para yok!"
12 Eylül darbesinin sınıfsal karakterini kim Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin'den daha iyi özetlemiş olabilirdi: "20 yıldır onlar güldü biz ağladık..." "Onlar"ın kim olduğunu belirtmesi, cümlenin devamını getirmesi bile gerekmiyor. Sermayenin mantığının yanında ahlak ve siyasetini de yarım cümleye sığdırabilmesi için dizginlerinden boşanması yetmiş de artmış!
28 Şubat'ın ardındaki iradeyi Ertuğrul Özkök'ün bir meçhul "paşa"dan naklen manşete çektiği "Bu defa işi Silahsız Kuvvetler halletmeli," talimatından daha isabetle dile getiren bir ifade var mıydı? Emirlerin "rica" şekline büründürülmesindeki "incelik" Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, TOBB, TÜRK-İŞ, TESK, TİSK ve benzerlerinin durumdan vazife çıkarmasıyla daha derin bir anlam kazanıyor...
Elbette 15 Temmuz'un en çiğ ama en isabetli anlatısının -"...şu anda bu hareket, Allah'ın bize büyük bir lütfudur."- telif hakkı Tayyip Edoğan'ın. Nota bene: "Şu anda bu hareket"... Daha ne desin! Ben yaptırdım diyecek değil ya, "Allah"ın hikmetinden sual olmaz. O bütün bilinmeyenleri ikame eder.
Devleti kurtarmak için suçu devletleştirmek
Peki, 20 Temmuz 2016'da başlayan ve sürmekte olan yeni rejim inşası ardındaki iddiayı aynı belâgat ve isabetle ifade edebilen bir özlü söz? Rejimin doruğunda manevralarına devam eden Erdoğan olsa da onu oraya "kazasız belasız" taşıyan yol haritasının fikriyatı Bahçeli'de. Her ne kadar fikrini biraz dolaştırarak ifade etmiş de olsa Bahçeli, 11 Ekim 2016'da TBMM'de MHP Grup Toplantısında -kısaltmalarla- şunu söyledi: "Türkiye Cumhuriyeti'nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde (...) Anayasa çiğnenmekte ve suç işlenmektedir. (...) Dünyanın hiçbir medeni ve demokratik ülkesinde her gün suç işleyen bir yönetim ve iktidar yapısı görülemeyecek, bundan bahsedilemeyecektir. Bu durum karşısında (...) AKP, hazırda tuttuğu veya üzerinde çalıştığı bir anayasa hazırlığı varsa (...) TBMM'ye getirmelidir..." Gerisini biliyorsunuz.
Şimdi tartışmanın Anayasal boyutu artık geride kaldığından Bahçeli bugün söylemek istese aynı fikri süslerinden ve ihtiyati kayıtlarından ardındırarak şu şekilde de ifade edebilirdi ve "fikrin" değerinden hiç bir şey eksilmezdi: "Erdoğan'ın her gün Anayasal suç işleyerek devletin bekasını tehlikeye atmasındansa, onun suçlarına Anayasal güç kazandırarak devleti kurtarmak evladır! Öyleyse yaşasın suç!"
Anahtar kavram "beka"
İsmiyle müsemma, devletin baş mütercimliğine yükselirken Devlet Bahçeli'nin elinde bütün kapıları açan bir anahtar kavram var: "Beka" der demez akan sular duruyor. Beka, yani ebediyen var kalma. "Survivor"dan bile öte... Konu ayakta kalmak, paçayı kurtarmak falan da değil, devletin -ama küçük d ile- Allaha mahsus bir vasfa ulaşması ya da onu hiç kaybetmemesi...
Devletin "beka" mühendisi Bahçeli Devlet Bey'in mesajlarının yerel seçimler öncesinde tebaya ulaştırılması görevinin bir kez daha 28 Şubat'ın tellalı Ertuğrul Özkök'e düşmüş olması çok manidar! Diyor ki Özkök'le yaptığı röportajda devletin Devlet'i: "Bizim meselemiz şu veya bu kişinin başkan olması değil. Bizim meselemiz devletin bekası meselesi (...) Yerel seçimlerde alınacak sonuç, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin oturması ve yürümesi açısından çok önemli (...) Özellikle üç büyük şehir çok önemli. Buralarda HDP, CHP ve diğer partiler destek verip yerel yönetimler kazanabilir. Bu olduğu takdirde daha o gece 'bu sistemin meşruiyeti'ni tartışmaya açarlar. (...) Bu seçimde Güneydoğu'da alınacak oylar çok önemli. Orada 101 belediyeye kayyum atandı. Şimdi o parti oralarda yine kazanırsa bu çok kötü olur. Çıkarlar, bunu plebisit gibi sunarlar."
Belâgat bu değilse nedir? Tek kusuru, ölümlü bir kuruma ölümsüzlük atfetmesinde ama o kadar kusur kimde yok ki!
Ana muhalefetin bekası
Hiç değilse, aynı idraki, muhakeme yeteneğini ana muhalefette de görmek istersiniz değil mi? Heyhat, 31 Mart seçimlerine beş ay kalmışken, ana muhalefet lideri, devletin cezbesinde, TBMM Grup Başkan vekilini -büyük d ile- Devlet için "şamarlıyor". Bahçeli kendisini "üzecek, inciticek tek söz"ün ne olduğunu hiç bir tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkla söylemişken -"özellikle üç büyük şehir çok önemli. Buralarda HDP, CHP ve diğer partiler destek verip yerel yönetimler kazanabilir (...) Bu çok kötü olur"- "Sayın Bahçeli'yi üzecek, incitecek tek bir söz duymayacağım." diye kükrüyor!
Bu yerel seçimden büyük harfle de küçük harfle de "devlet"i üzmeden çıkmayı hesap eden muhalefetin, bunun sonunda kendisinin üzüleceğinden bihaber olması bir felaket gibi görünebilir. Ancak dehşete kapılmaya gerek yok. 16 Nisan'da da, 24 Haziran'da halklar seçim yönetiminde her bakımdan politik partilerin önüne geçtiler. Halkların aile, mahalle, işyeri, sokak, okul, kahvehane, cafe, kantin, market, pazar, sosyal medya... buldukları, bulundukları her yerde oluşturdukları topluluklar ve ağlarla yarattıkları direniş iradesi ve siyasi akıl tek başına hiç bir partinin başaramayacağı kadar zekice stratejiler kurdu ve büyük bir toplumsal heyecan doğurdu. İlk iki raundun hile ve hurdayla kazanılmış gibi gösterilmesi, gerçekten kazanıldığı anlamına gelmiyor ve bunu herkes -dünya alem de dahil- biliyor.
Büyük şehirler ve Kürtler
Tılsım, Bahçeli'nin üç ayaklı "beka" oyununun son ayağında. Varsayım, kahredici üstünlüklerle geçilecek ilk iki ayaktan -16 Nisan ve 24 Haziran'dan- sonra 31 Mart seçimlerinde toplumun yeni fatihlere kendisini gönüllü teslim edeceğiydi. Öyle olmadı. Şimdi avantaj bütün hile hurdaya karşın, ilk iki ayakta ancak at hırsızlığı menkıbeleriyle yasallık kazandırılabilen gayrı meşru siyasete direnen büyük şehirler halkı ile Kürtler'in elinde.
Devlet Bahçeli, ta en içlerinde devletin bir klonunun yattığından kuşku duymadığı, hepsi de kendisinin başöğretmeni olduğu Türkçülük okulundan mezun muhalefetin "beka" der demez hizaya geçeceğine istediği kadar güvensin, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen milyonları, 31 Mart seçimlerinde ne partilerin ne de Başkanlık rejiminin bekası ilgilendiriyor. Onları ilgilendiren, geleceklerinin daha güzel, özgür ve müreffeh olacağı umudunun baki kalması...
Bahçelinin sözleriyle bekasını "suça Anayasal güç kazandırmak"ta arayan bir devlet eninde sonunda bir "suç devleti" olur. Siyaseten ve hukuken devlet ile suç bir beka güvencesi olarak sadece bir "oksimoron" halinde bağdaştırılabilir. Böyle bir devlet, devlet olarak kendisini ortadan kaldırmış olacağı için beka sorununu da kökten çözmüş olur. Kitlelerin bu beka tabusuna boyun eğmeleri için hiçbir mantıksal ve politik neden yoktur. Ne 16 Nisan'da, ne 24 Haziran'da yenilebilen ve fethedilebilen halklar 31 Mart seçimlerini kendileri ve gelecek kuşaklarının özgürlüğü uğruna Başkanlık Rejimine demokratik ve sivil bir meydan okuma için tarihsel bir imkan olarak değerlendireceklerdir. Yeter ki siyasal önderlikler, halktaki bu cevherin hakkını verebilsinler! (EK)