2019 yerel yönetim seçimleriyle Fenerbahçe spor klubünün ne ilgisi var(?), sorusunu sorabilirsiniz. Hiçbir ilgisi yok.
Aklıma takıldı, acaba Fenerbahçe’de yaşananlar ülke siyasetini anlamak için örnek oluşturur, oradan hareketle bazı şeyleri biz daha hızlı kavrayıp anlayabilir miyiz diye.
2014 yerel yönetim seçimleri sonrası 3 Nisan’da bianet’te (2014 Seçimlerini Anlamaya Çalışırken başlıklı) bir yazı yazmış, seçimde ortaya çıkan değişimin yön, biçim ve hızına ilişkin değerlendirmeleri “Futbol, Seçim, Toplumsal Bilimler ve İktidar” başlıklı yazımı bir kez daha yineleyerek yapmaya çalışmıştım.
O sıralar 15 yıllık Fenerbahçe spor klubü başkanlığı sonrasında “Aziz Yıldırım 7 bin’e yakın klüp üyesinin oyunu alarak yeniden başkan seçildiğinde; yendiği rakiplerini Fenerbahçe’ye ihanet etmekle suçlama vekendisinin Fenerbahçeli olarak ölmek için yaşadığını söyleme(!) gururunu elde etmiş oldu. Aziz Yıldırım tüm suçlamalara karşın yeniden aday olup seçilme yoluyla kendince bir aklanma yolu üretirken R.Tayyip Erdoğan; spor klüplerinde de yöneticiler en fazla arka arkaya üç kez seçilebilmeli” uyarısı yapmıştı.
Türkiye 2014 yerel yönetim seçimlerine giderken ülkenin toplam kayıtlı seçmenlerinin; yüzde 39,8’i AKP, yüzde 40,1’i AKP dışı tüm parti ve bağımsızlar, yüzde 20,1’i ise ilk kez oy kullanacak yeni seçmenlerle oy kullanmamış, oyu geçersiz sayılan eski seçmenlerden oluşuyordu.
Son gruba seçmeyenler adı verilirse; 2014 seçimlerinde seçmeyenler seçim öncesine göre 20,1’lik oranından yüzde 15’e, AKP’ye oy verenler de yüzde 36,8’e gerilerken, AKP dışı partilere oy verenler ise yüzde 48,2’ye yükselerek seçimden çıkmışlardı. Seçmeyenler ile AKP’ye oy verenler azalırken, AKP dışı partilere oy verenler ise artmıştı. Demek AKP’ye oy verenlerden 3, seçmeyenlerden de 5, toplamda 8 puanlık bir seçmen kitlesi önceki seçimdeki tercihlerini değiştirerek 2014 yerel yönetim seçimlerinde AKP dışı partilere yönelmişti.
2014 yerel yönetim seçimleri Gezi Parkı eylemlerinden 9-10 ay, yolsuzluk / rüşvet iddialarının ayyuka çıktığı ve kamuya yansıdığı 17-25 Aralık döneminin hemen ardından (3 ay sonra) yapılmıştı.
2019'a giderken
Gelelim 2019 yerel yönetim seçimlerine giderken AKP ve rakiplerinin oy dağılımına. Kayıtlı seçmenlerin yüzde 36’sı AKP’ye, yüzde 49,2’si AKP dışı parti ve bağımsızlara oy verirken, ilk kez oy kullanacak yeni seçmenlerle oy kullanmamış, oyu geçersiz eski seçmenlerin toplamı da yüzde 14,8’e eşit.
2014 yerel yönetim seçimlerinde oluşan oy dağılımı, Haziran 2018 seçimlerinde neredeyse yinelenmiş. Ama iktidar 2019 yerel yönetim seçimlerine bu oy dağılımıyla gitmiyor da, onun yerine belediye başkanlığı seçimlerinde, oy kaybı etkisini en aza indirebilecek, AKP-MHP’ce oluşturulan Cumhur ittifakı kurgusuyla gitmeyi yeğliyor.
Cumhur ittifakı 2019 yerel yönetim seçimlerine giderken kayıtlı seçmenlerin yüzde 45,6’sının, tüm diğer partilerle bağımsızlar ise toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 39,6’sının desteğini arkasına almış olarak seçimlere hazırlanıyor.
Bu seçime giderken seçmeyenlerin oransal büyüklüğü ise yüzde 14,8 düzeyinde. 2014 yerel yönetim seçimlerine giderken iktidar ve muhalefetin oy toplamları neredeyse birbirine eşitken, 2019 seçimlerine Cumhur ittifakı rakiplerinin 6 puan önünde, seçmeyenler de 5 puan azalmış olduğu bir dağılımla girecek. Hiç azımsanmaması gereken önemli bir dağılım avantajı(!) Elbette destekçilerini kaybetmemek koşuluyla.
Türkiye’nin değişen rejiminin yönetim biçimini uygulamaya sokma seçimleri 2018’in 24 Haziran’ın da yapılmış ve bu seçimlerde AKP çoğunluğa sahip olamayan birinci parti olarak, Erdoğan da (partili ve hükümet başkanı da olan) Cumhurbaşkanı olarak seçilmişti. İşte bu seçimlerin kısa süre (yaklaşık bir ay) öncesinde Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlık ve yönetim kurulu seçimleri de yapılmıştı.
Fenerbahçe’nin 20 yıllık başkanı Aziz Yıldırım’ın “başkanlığı son (en son, en en son) defa yapma” savı ve kendi yönetim kurulu listesiyle katıldığı son seçim. İşte bu seçimden Aziz Yıldırım hezimetle çıkınca Fenerbahçe’nin 20 yıllık değişmez başkanı, tek karar verici otoritesi, koltuğunu hiç de ummadığı bir biçim ve anda, birden yitirmiş oldu.
Artık herkes Fenerbahçe’de işler hızla düzelecek, başarı da aynı hız ve biçimle geri gelecek diye umarken, beklenenler olmadı.
Beklenenler olmadığı gibi, beklenenlerin kolayca olamayacağı da yaşanarak görülmeye başlandı. Başlandı çünkü bozmanın/yıkmanın kolay, yeniden bir sistem kurarak başarılar yaratmanın zor olduğu ve zor olacağı düşünülmemişti. Adım adım ve yıllarla kurulanları, hızla yıpratılıp değersizleştirmek kolay olabilir, ama yeni bir şey kurup onu değerli kılmak için yıllar ve yıllara ihtiyaç olduğunu, ancak ve yalnız yapıcılar bilebilir.
Fenerbahçe spor klubüne yeni başkan seçilen kişi, dünya dolar milyarderleri listesine birden çok isim yollayan Türkiye’nin en önde gelen burjuva ailelerinden birinin üçüncü kuşak temsilcisi ve aile holdinginin tepe yöneticilerinden biri olsa da; Fenerbahçe yönetiminde deney kazanmış birikimli bir yönetici de olsa, Fenerbahçe’yi yeniden Fenerbahçe yapmak için epeyce zaman gerektirecek.
Ama görünen o ki, Fenerbahçe için yıkım dönemi bitti, -eğer tahammül edilebilirse- şimdi yeni bir yapılanma, kurumlaşma ve yükselme dönemi başlıyacak Fenerbahçe’de. Fakat koşarak değil, yürüyerek.
Seçimi kriz ortamından kaçırmak
2019 yerel yönetim seçimleri 31 Mart’ta, değişen rejiminin yönetim biçimini işler kılma (24 Haziran) seçimlerinin üzerinde 9-10 ay geçtikten sonra ve de yokmuş gibi gösterilen ekonomik kriz ortamının yakıcı etkisi yaşanırken yapılacak.
24 Haziran seçimleri, ülke gelmekte olan ekonomik krizin etkileri altına girmeden yapılabilsin diye neredeyse bir buçuk yıl öne alınmıştı. Ama artık yerel yönetim seçimlerini bu kriz ortamının dışına taşımak, mümkün değil.
31 Mart seçimlerinin Erdoğan ve Bahçeli için önemi, 2017 referandumu ve 24 Haziran seçimleriyle önce yasal kılınan fiili durumun ve sonrasında kurgulanan yeni sistemin, yitirilecek kimi Büyükşehir belediyeleri nedeniyle riske girebileceği korkusundan kaynaklanıyor. Yoksa artık Büyükşehir ya da il-ilçe belediyeleri, iktidarın uzantısı ve doğrudan kontrolundaki yerel yönetim birimleri olarak önem taşımıyor.
Kaldı ki iktidar için muhalif belediyeleri projelerini onaylamayarak, bütçe kısıtlamaları ile esir alarak, gereğinde belediye başkanlarını görevden uzaklaştırarak ve yerlerine kayyım atayarak istenen biçimde kontrolda tutmak ve/ya da çalıştırmamak mümkün.
Peki o zaman, her şey iktidarın kontrolundaysa ve iktidar belediyeleri istediği gibi yönlendirme olanağına sahipse, belediyeler ya iktidarın kendisi ya da iktidarın yerele uzanan kolları olmak zorunda bırakılabiliyorsa ve de iktidar 2023 yazına kadar sabit kalacak değişmeyecekse, muhalefet neden büyükşehir ya da il – ilçe belediyelerinin başkanlıklarını kazanmak için bu denli arayış ve uğraşlar içine giriyor?
Yanıtı zor bir soru. Ama yanıtı da yok değil, var. Hem de kısa, basit ve net bir yanıtı var. Çünkü yarınlar, bugünden başlanmadan kurulamıyor.
Kaldı ki iktidar muhalif belediyeleri; projelerini onaylamayarak, bütçe kısıtlarıyla hareketsiz kılarak, başkanlarını görevden alarak çalışamaz hale getirme olanağına sahip olsa da, iktidar bunu yaparak kendi kuyusunu kazmış olmaz mı? Olur. Hem de öyle bir olur ki, iktidardayken iktidarsızlaşıp bir balon gibi söner ya da uçar. Sonra geri dönüp ne olduğuna baktığında gördüğü ise; ortada ne yerel ne de genel iktidardan eser kalmadığı olacaktır.
Tek başına iktidar olan parti döneminin sonu
Türkiye’de 1950’den bu yana dört parti parlamentoda çoğunluğa sahip olarak tek parti hükümeti kurup, iki ve daha fazla dönem tek başlarına iktidar oldular. Bu partilerin dördü de muhafazakar ve İslamcı partilerdi ve kuruluşlarının hemen sonrasında yapılan seçimlerle tek başlarına iktidar olmuşlardı. İktidarları bitince de -gelinen evrede-, yerlerini yeni bir İslamcı muhafazakar partiye bırakarak yok oldular.
1945’de kurulan Demokrat Parti (DP) ile DP’nin devamı olarak 1961’de kurulan Adalet Partisi (AP) 1950 ve 1965 seçimleriyle parlamentoda çoğunluğu sağlayıp tek başlarına iktidara gelen, çok partili dönemin ilk iki partisiydiler.
1980 darbesinin Türkiye’deki tüm siyasi partileri kapatması sonrası, 1982 anayasasının kabulü ardından kurulan partilerden Anavatan Partisi (ANAP) 1983 seçimleriyle tek başına iktidar gelerek -iki dönem- iktidarda kalan üçüncü parti olmuştur.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ise 2001’de kurulup 2002 seçimleri ile çoğunluk partisi olarak iktidara gelen dördüncü ve son partidir. Evet AKP tek başına iktidar olan son partidir. Çünkü artık yeni düzen, parti iktidarlarını bitirerek kişi kültünü başlattı.
31 Mart 2019 yerel yönetim seçimleri milletvekilliğinin önemsizleşip belediyeciliğin öne çıktığı, genel yönetimin yerel yönetimlerin önünü açmak zorunda kaldığı bir dönemin işaretcisi olarak çıkabilir karşımıza.
İşte bunun için de Erdoğan’la Devlet Bahçeli, yeni seçilecek belediye başkanlarının kontrollerini ellerinden kaçırmak istemiyorlar. Çünkü bu; siyasi parti merkezlerinin politik etkilerinin kırılarak, yerelden evrensele açılma evresinde yeni eşitlikler arayışına dikkat çeken sosyo-politik ve ekonomik bir sürecin başlangıcı olabilir.
Bilindiği ve beklendiği gibi de; bir şeyler çökerken, başka şeyler dünyaya gözlerini yeni yeni açıyor olabilir. Bu da, kimileri için sevinç kimileri için de bir korku kaynağı oluşturur.
İşte bunun için, 31 Mart yerel yönetim seçimlerinde başarılı olacak olan iktidar ya da muhalefet değil; başarısız olacak olan iktidar ve / ya da muhalefet olacak. Başarı da 31 Mart’ta değil, ancak gelecek üç-beş yıl içinde kendini açığa çıkaracak. (ST/HK)