Yazıya, dünkü yazının ortaya çıkardığı bazı noktalardan hareketle
başlamakta yarar olabilir. Birincisi, kayıtlı seçmenlerin -en düşük düzeyiyle-
Ağrı’da yüzde 3,9’u, Yalova’da yüzde 8,9’u oyunu 1 Haziran’da,
30 Mart’tan farklı bir siyasal tercihle kullanmış. İkincisi, seçimde oyu
iptal edilen seçmen oranı 1 Haziran’da 30 Mart’a göre önemli ölçüde
azalmış. Üçüncüsü, 30 Mart’ta seçime katılım oranının bölgenin
genel eğilimini yansıttığı Ağrı’da iki seçim arasında önemli bir katılım farkı
gözlenmezken ilk seçimde katılımın yüksek gerçekleştiği Yalova’da
ikinci seçimde katılım oranı Mart’a göre düşmüş görünüyor. Sandık
başına gitmeyenler, önceki seçimde yarışan iki parti dışındaki partilere
oy vermiş seçmenler olabilir.
1 Haziran merkez ilçe belediye başkanlığı yenileme seçimlerinde Ağrı’da Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP), Yalova’da ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) adayı, seçimi, oylarını hem sayısal, hem de oransal olarak arttırarak kazandılar. Her iki il merkezinde de belediye başkanlığı seçimini kaybeden Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oldu. Fakat Ağrı ile Yalova’nın durumları birbirinden farklı. Ağrı’da oyunu arttıran tek parti BDP olurken, Yalova’da oylarını arttıran iki partiden biri olan CHP yarışta daha çok yeni oy toplayarak kazanan parti olurken, kaybeden taraf ise yeni oy kazanımında geride kalan AKP oluyor.
AKP hem Ağrı’nın, hem de Yalova’nın kaybeden partisi. Ama her iki il merkezinde de AKP ile kıran kırana yarışan birer parti var. Dolayısıyla AKP’nin kaybettiği seçim, kendisiyle iki ayrı kentte başa baş mücadele eden iki ayrı partinin birbirlerinden bağımsız kazandıkları seçimler oluyor. Bu da AKP’nin, “seçim kaybetmeyen parti” olarak ana akım ve iliştirilmiş medyada sistematik olarak işlenip kafalara kazınan imajının aksine, “AKP’nin seçim kaybedebileceğinin” bir göstergesi. Yani AKP açısından bir “yenilmezlik” imajının yıkımı. Hem de iktidarda olmayanlar için seçimler, ne denli güç ve eşitsiz koşullarda yapılıyor olursa olsun.
10 ve 24 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri de, 30 Mart ve 1 Haziran seçimleri gibi eşitsiz koşullarda yapılacak. Ve hatta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin koşulları, yerel yönetim seçimleri koşullarından daha da eşitsiz olacak. Çünkü AKP kendince ilk kez, planlarında olmayan biçimde, seçim kaybetmekle tanıştı.
Son dönemde yaşanan iki seçim bize, seçmen yönelişleri konusunda önemli ipuçları veriyor. Bu ipuçlarından ilki, seçmenlerin -asgari- yüzde 9,1’inin aynı seçimde birden fazla ve birbirinden farklı partiye oy verebildiklerinin ölçülmesi*, ikincisi ise aynı seçime ilişkin iki farklı tercihin (Ağrı’da kayıtlı seçmenlerin yüzde 3,9’, Yalova’da ise yüzde 8,9’u oranında) sandığa yansıyabilmesidir. İlk örnek; aday ve parti seçimine göre yöneliş farklılaşmasını, ikinci örnek ise; iki turlu seçimde tercih değişimine ilişkin ipuçlarını önümüze seriyor.
30 Mart seçimleri olağanüstü yüksek katılımla gerçekleşti. Hatta bu yüksek seçim katılımı öylesine noktalara tırmandı ki, Büyükşehirlerde her 20 sandıktan 1’inin sonucuna -ki bu da asgari bir orandır- kuşkuyla bakmak kaçınılmaz oldu. Kaçınılmaz oldu diyorum çünkü, yaklaşık her 20 seçim sandığından 1’inde neredeyse herkes oy kullanırken bu sandıkların bir bölümünde de sandığa kayıtlı seçmen sayısından da fazla sayıda oy kullanılmış. Sonra da fazladan kullanılan oylar iptal (!) edilmiş**
30 Mart seçimlerinde katılım düzeyinin yüzde 90’lara tırmanması ve iptal edilen oy oranlarının yükselmesi yukarıdaki sergilenen yaklaşımla ilişkili olabilir. Kimsenin kafasını karıştırmak istemeyiz ama, sandık bazlı seçim katılım oranı yükseldikçe AKP’nin oy oranının yükselip, katılımın düştüğü sandıklara doğru gidildikçe AKP oylarının azalışı da, dikkat çekici. Dolayısıyla AKP oylarının sandık bazlı olarak azalış ya da çoğalışı, yukarıda değinilen seçime katılım -ya da katma- mekanizmasının bir fonksiyonu olabileceği gibi, doğal seçmen tercih mekanizmalarının da bir fonksiyonu olabilir. Ama hangi mekanizma söz konusu olursa olsun, ortada bir kaçınılmazlık sorunu var, o da; sandık güvenliğinin eksiksiz sağlandığı, sürecin sağlıklı ve şeffaf işlediği bir seçim sisteminin gerekliliği.
30 Mart yerel yönetim seçimlerinde Büyükşehirlerde (ki toplam Türkiye seçmenlerinin yaklaşık yüzde 77’si) kayıtlı seçmenlerin yüzde 36,1 ile 39,4’ü arasında değişen bir kesimi, AKP’ye ya partiyi ya da adayını desteklediği için oy verdi. Kayıtlı seçmenlerin yüzde 10,6’sı 30 Mart’ta sandık başına gitmedi. Geçersiz oylar göz ardı edilirse, yüzde 89,4’lük seçime katılım düzeyiyle geçerli oylar içerisinde AKP’nin payı, yüzde 40,4 ile yüzde 44,1 arasında değişiyor, demektir. Bu da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP dışındaki seçmen geçerli oy potansiyelinin yüzde 55,9 ile yüzde 59,6 düzeyinde olduğunu gösteriyor. Fakat taraflardan birinin seçmen gücü tek parçalık bir bütün, diğerinin ise asgari dört parçadan oluşuyor. İşte Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (30 Mart’a göre) sonucu belirleyecek böyle bir seçmen dağılımı yapısı var ortada.
30 Mart eğilimleri üzerinden devam eder ve AKP’nin azami desteği olan seçmenleri (yüzde 39,4) sandığa çekeceği ve seçime genel katılımın yüzde 80’in altına düşeceği varsayımıyla, AKP Cumhurbaşkanı adayının ilk turda seçilebilme olasılığı ortaya çıkar. Bu olasılık, en azından son dönemlerdeki seçim katılım oranları açısından pek gerçekçi görünmüyor. Bunun istisnası AKP’nin yanına yeni seçmen desteği anlamına gelecek bir grubu alabilmesiyle mümkün.
AKP dışındaki seçmen potansiyelinin bir aday üzerinde anlaşarak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda sonuca ulaşması olanaksız değilse de, mevcut ilişkiler altında pek olası görünmüyor. Dolayısıyla halk oylamasıyla seçilecek Cumhurbaşkanının iki turlu seçimin son turunda seçilmesi, olasılığı çok düşük sürprizler dışında, kuvvetle muhtemel.
1 Haziran seçimleri iki turlu seçimler açısından bize iki önemli şey söylüyor. Birincisi, seçmenler ilk turda oy verdikleri adayın seçilme olasılığı ortadan kalkınca ikinci turda seçilmesini istedikleri yeni bir adaya yönelebiliyorlar. Hatta bu yönelim, ilk turda oy verdikleri adayın seçilme şansı sürerken de (Ağrı örneği) diğere adaya oy verme şeklinde gerçekleşebiliyor. İkincisi, seçimin ilk turunda seçilebilir konuma gelen bir aday seçimin nihai turunda da diğer partilerin seçmenlerinden oy kazanmayı sürdürüp, sonuca ulaşabiliyor (Yalova örneği).
İşte bu iki etmen, nihai seçim sonucunun ilk turdakinden oldukça farklı bir şekilde sonuçlanmasına kaynaklık edebilir. Ama ilk turdan ikinci tura geçen iktidar muhalifi rakip adayın seçmen nezdinde seçilebilirlik potansiyeli taşımasını gerektiriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi AKP adayıyla (büyük olasılıkla R.T.Erdoğan’la) muhalefet adaylarından ilk turu geçen aday (ya da üzerinde fikir birliği sağlanmış muhalefet adayı) arasında olacak. Bu da, Cumhurbaşkanlığı seçimi temel kavramlarının ileri demokrasi ile demokrasi olacağını gösteriyor. O zaman demokrasi kavramını olmasa bile, ileri demokrasi kavramını biraz açmakta, anlaşılmasını kolaylaştırmaya çalışmakta yarar olabilir.
R.T.Erdoğan ve AKP iktidarının söylemlerinden hareketle ileri demokrasinin bileşenleri şöyle tanımlanabilir.
Bir; Devlet önemli ve önceliklidir. Dolayısıyla devlet insan için değil, insan devlet içindir.
İki; İktidarın toplum ve insanlar için iyi / güzel ve doğru şeyleri yapmasını, yapabilmesini mümkün kılmak için yasamanın ve yargının, yürütmenin önünü kesmemesi gerekir. Dolayısıyla yasama ve yargının denetimi yürütme organı tarafından yapılmalı ve böylece sorunlar daha ortaya çıkmadan çözümler üretilip, problemler yok edilebilmelidir.
Üç; İktidar toplumun, toplumsal kesimlerin durumlarını iyileştirmek için gerekeni yaptığı gibi, her zaman da yapacaktır. Dolayısıyla tüm toplum kesimleri kendilerine verilen hakları kullanmalı, gösteri-protesto gibi eylemlerle toplum düzenini bozucu yol ve yöntemlerle yeni haklar elde etmeye kimse teşebbüs etmemelidir.
Dört; ilk üç maddede sayılanların gerçekleştirilebilmesi güçlü ve dirayetli bir liderin yönetim ve denetiminde, biat ve itaat ile mümkün olabilir. (ST/HK)
* 23 Mayıs 2014 tarihinde Bianet’te yayınlanan “30 Mart’ta Seçmen Kaymaları” başlıklı yazıda sergilenen Büyükşehir seçimleri sandık bazlı verilerinden hareketle hesaplanan oy-seçmen kaymalarından söz ediliyor.
** 21 ve 22 Mayıs 2014 tarihli Sezgin Tüzün imzalı “30 Mart’ta Katılım Nasıl Yükseldi?” ve “30 Mart’ta Katılım Yükselince Ne Oldu?” başlıklı Bianet yazılarına konunun ayrıntıları ve açılımı için bakılabilir.