3. köprüye, “Yavuz Sultan Selim” adı verilmesi üzerine epeyi yazıldı, çizildi. Konu hakkındaki tahlillerin hükümetin, özellikle de Başbakan Erdoğan’ın zihniyet dünyası üzerinden ele alınmasının, iktidarın geldiği noktayı izah açısından da önemli olduğu kanısındayım.
Boyumuza dek kimlikler sorununa batmışken, sorunların çözümleri doğrultusunda adım atılacağına, tersine, sorunları daha bir çözümsüzlüğe ve çatışmaya sürükleyen tutumlar hiç de hayra alamet değil.
İlkin belirtelim ki, toplumsal sorunlarımızın asli kaynağı devlet, dolayısıyla iktidarlardır! Sorunları yaratan kurum, sorunları çözmekle mükelleftir. Ancak bu sorunlar üzerinden iktidar devşiren ve egemenlik kuranlar, çıkarları için kimlikler sorununun çatışmacı halde devamını istiyorlar. Kemalist oligarşi, İslam soslu mevcut iktidar; hiç fark etmiyor, her birisi meşrebince kimlikçilik yapıyor. Türkçülükten laisizme, milliyetçilikten İslamcılığa, Sünnicilikten Osmanlıcılığa; egemenlerin işine hangi kimlikçilik geliyorsa, o kimlik, iktidarların enstrümanı haline getirildi.
Kimlikler toplumun tutkalı olamazlar. Artık günümüzde ortak toplum tasavvurları kimlik üzerine inşa edilemez. Türkiye’yi bir arada yaşatacak olan şu veya bu kimlik değil, bütün farklılıklarımızla birlikte bir arada yaşama hukukudur! İnsan hakları esasına dayalı, özgürlükçü, bireyin yaşam güvencesini ve refahını amaçlayan bir yapının kurulması, kimlik sorunlarımızın çözümünün anahtarıdır. Kimlik renklerinden müteşekkil toplum, kimliksiz devlet; devletin demokratikleşmesi denilen olay da budur.
Hal böyleyken, büyük projelere neden hala tarihi figürlerin adı verilir? Tarih, netameli bir alandır. Tarihi bir figür, bir kesim için olumlanırken diğer bir kesim için incitici olabilir. Bunun tipik bir örneği de, Yavuz Sultan Selim’dir. İktidarın köprü için bulduğu bu isim, Aleviler için bir hançer yarasıdır. Köprü adı ortaya çıktıktan sonra yandaş medyada Yavuz Selim öyle değil, böyleydi; Alevileri kestiğine dair kayıt yoktur; falandı, filandı şeklinde yazılar çıktı. Böyle yazmakla tarihi bir travmayı hafifleteceklerini sananlar ya yanılıyorlar, ya da dalgalarını geçiyorlar. Dolayısıyla utanmıyorlar da!
Yavuz adı öyle derin bir yara ki, bildiğim kadarıyla hiçbir Alevi ailede, Yavuz veya Selim adı yoktur!
Alevilerin Cumhuriyet yanılgısı
Neden Aleviler Atatürkçü ve genel olarak CHP’li? Bunun tarihsel arka planını, Alevilerin Şeyhülislam fetvalarında katli vaciptir diye anılması ve Osmanlı Sarayı tarafından birçok kez defterinin dürülmesi oluşturur. Yani Alevilerin travması, tarihsel pratiğin üzerine oturur. Ve Aleviler, padişahlığı kaldıran Cumhuriyeti bir kurtuluş olarak gördüler. Ne yazık ki, bu bir illüzyondu ve hala bu tepe üstü duruşları devam ediyor. Alevileri işkencecisinin yanına savuran bu tarihsel korkunun, bugün toplumun kimi kesimleri tarafından beslendiğini de görmek gerek. Örneğin AKP, Alevi sorununa ilişkin olarak kendi kadroları üzerinden bile bir araştırma yaptığında, korku ateşine ezici bir çoğunluğunun odun taşıdığını görecektir. Yok edilemeyeceğine göre, asimile edilmeli! AKP’nin Alevi açılımlarına bir de bu açıdan bakılmalı.
Oligarşik vesayet rejimi, bu tarihsel ve sosyolojik gerçeğin üzerinden hareket ederek, Alevileri arka bahçesi yapmaya çalıştı. Neydi o şeriat geliyor naraları! Bunu büyük ölçüde başardı da! Peki vesayet rejiminin bu başarısında, toplumun Sünni kesiminin ve Milli Nizam Partisi’nden AKP’ye dek gelen siyasi çizginin hiç mi payı yok?
Ne acıdır ki Aleviler, Cumhuriyet despotizminden de dayak yemeye devam ediyorlar! Çünkü Cumhuriyet Türkiye’si, Sünni kimliği, varlığının bir unsuru olarak kullanmakta. Birçok bakanlığın bütçesini katlayan bir güce sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı, bu devletin laik olmadığının, din ve vicdan özgürlüğünü sağlamadığının ve yurttaşlara eşit davranmadığının temel bir kanıtıdır!
Aleviler üzerindeki yüzlerce yıllık bir ötekileştirmenin, aşağılanmanın ve zalimliğin tarihsel birikimini tedricen silmenin tek yolu demokratikleşmektir. Toplumsal travmaların tek ilacı, empati, vicdan, eşitlik, varsa zararların tazmini ve gerekiyorsa bir özürdür. Gerisi lafı-güzaftır.
Yavuz Selim ve Halifelik
Köprüye gelecek olursak, bu köprüden Yavuz Selim adıyla geçmek, toplumun bir kesimi için züldür! İktidarın köprüye bu adı vermesiyle bırakın kimlikler sorunun çözmeyi, bunun üzerinden iktidarına destek devşirmesinin çabasında olduğu görülüyor. İktidarın siyasi zihniyetinin çatışmacı ve ötekileştirici bir seyir izlediği birçok alanda olduğu gibi, köprü adıyla da aşikâr.
İktidarın köprüye Yavuz Selim adını vermesinin altında yatan esas nedenin, Yavuz Selim’in Halifelik makamını Osmanlı sarayına, İstanbul’a taşımasında yattığını düşünüyorum. Ve Osmanlı’daki katı Sünnilik egemenliği bu olayla tescillendi. Savaş yoluyla el değiştiren, bir tür gasp edilen Halifelik makamının ne derece meşruiyet taşıdığı ayrı konu. Şu kadarını söyleyelim ki, İslam dünyası bu el değiştirmeden pek de memnun kalmadı. Kısa bir süre sonra bunun farkına varan ve Halifeliğin de Osmanlı’ya pek bir değer katmadığını gören Osmanlı sarayı, padişah mühründe Halife imzasını pek kullanmadı. Bu gerçekliğe rağmen, çocukların elma şekeri hevesi taşır gibi yeni Osmanlıcılık hevesi taşıyan AKP, Yavuz Selim adıyla kendine bir siyasi donanım sağladığını düşünüyor olsa gerek. Başta Erdoğan olmak üzere iktidar kadrolarının çok büyük bir bölümünün tarih bilgisi, Osmanlı övgücülüğünden ve ezberciliğinden ileri gitmiyor. Kendilerinde oluşmuş özel Yavuz sempatisini, köprü yoluyla cisimleştirmek istiyorlar. Bu özeli ise, Yavuz Selim’in Osmanlı İslamcılığını Halifelik merkezi ile taçlandırması oluşturuyor.
Köprünün adına tepkiler oluşunca, Cumhurbaşkanı Gül, başka büyük projelere de Hacı Bektaş’ın, Pir Sultan Abdal’ın adının verilebileceğini söyledi. Topluma bir balans ayarı verme, tarafları eşitleme anlamındaki bu açıklama da tehlikelidir. Kimlikler parçalayıcıdır, inciticidir, ayrılığı körükler. Bu gerçeğin bilincinde olan kimi Alevi dernekleri, Cumhurbaşkanı Gül’ün önerisine sıcak bakmadılar ve bu adların bir yerlere verilmesine de karşı çıkarak doğru tavır takındılar.
Bu türden isimler vermekle Alevi Sünni sorununu dengeleme, bir diğer deyişle eşitleme yoluyla çözülmüş olmaz. Bir ondan, bir bundan, bir de şundan koydun mu, mesele çözülür gider işte!
Toplumlar matematiksel bir oluşum değildir. 5 kg. konulmuş bir kefeyi dengelemek için diğer kefeye de 5 kg. koymak olmaz. Ya da ikiyle ikinin toplamı dört değildir! Toplumların inançları, gelenekleri, moral değerleri, kültürleri, dinamikleri vb. birbirinden farklı etkenliklere ve edilgenliklere sahiptir.
Sonuç olarak köprünün adı, toplumun genelinde makul karşılanacak ve kimseyi yaralamayacak bir ad olsun. Olabildiğince yönetici/iktidar pozisyonundaki tarihi figürlerin adları konulmasın.
Köprüye” Mimar Sinan” veya “Avrasya” adının verilmesini öneriyorum. (HŞ/HK)
Not: İstanbul’un kuzeye doğru genişlemesiyle bir yığın zarara yol açacak 3. Köprüye karşı birisi olarak, köprü adı önermem bir çelişki gibi gözükebilir. Köprü nasıl olsa yapılacak. Hiç değilse incitici, yaralayıcı bir adı olmasın!