İstanbul’un en önemli orman ve su varlıklarının üzerine inşa edilen ve İstanbul adı verilen üçüncü havalimanı geçtiğimiz günlerde açıldı.
Havalimanı inşaatının yapılabilmesi için Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği 3 kez değiştirilmişti. Yapılacak havaalanın Trakya ve İstanbul için hayati önemde olan Terkos gibi su havzalarını besleyen 2,5 milyon ağaç, 70 sulak alan ve sekiz derenin yok olmasına neden olacağı belirtilmişti. Buna rağmen inşaat bitirildi. Sulak alanlara, suya ihtiyacımız olmayacağı düşünülüyor belli ki.
Havalimanının yaklaşık 10 milyar dolara mal olduğu belirtiliyor. Ormanlara ve sulak alanlara verilen zararın boyutları ise belirsiz…
İklim krizi nedeniyle yağış rejimlerinin değişeceği, Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgenin su kıtlığı ve kuraklık sorunları yaşayacağı dile getiriliyor. Yerüstü ve yeraltı bütün su varlıklarını korumanın olağanüstü önem kazanacağı zamanlara doğru yol alıyoruz.
AKP hükümeti 10 milyar dolar harcayarak Trakya bölgesi ile İstanbul’un su varlıklarına zarar vereceği yıllardır belirtilen bir “milli” projeyi yaparken aynı dönemde dünya genelindeki su varlıkları hakkında bilgi edinmeyi sağlayacak çok önemli bir uydu projesi yarım milyar harcanarak hayata geçirildi.
NASA ve Alman Yerbilimleri Araştırma Merkezi tarafından GRACE-FO (The Gravity Recovery and Climate Experiment Follow-On) adını taşıyan birbiri ile aynı özelliklere sahip iki uydu dünya yörüngesine yerleştirildi.
GRACE-FO uydusu ile dünya okyanusları, denizler, kutup buzulları ile karalardaki yeraltı ve yer üstü su havzaları hakkında ayrıntılı bilgiler elde edilecek. Elde edilen bilgiler iklim krizinin su havzalarında yol açacağı değişimlerin neler olacağına ve su havzalarını korumak için neler yapılması gerektiğine de ışık tutacak.
Su varlıklarını koruma ve muhafaza etmenin kritik önem taşıdığı zamanlardayız ve bazı ülkeler yakın geleceğin su krizlerine şimdiden hazırlık yapma derdinde. Ülkemizdeki siyasal iktidar ise mevcut su varlıklarına zarar verecek projeleri hiçbir hukuki engel tanımadan hayata geçirmeyi bir övünç vesilesi yapıyor. Yakın gelecekte karşımıza çıkacak sorunlara dair önlem alınması bir tarafa suları kirletme potansiyeli olan kimyasal maddeler açısından yeraltı ve yerüstü sularındaki genel durum nedir sorusunun yanıtını bile bilmiyoruz.
Ne durumdayız gerçekten? Ya da nereye doğru gidiyoruz? Ülke genelinde çalışma yapılmasını gerektiren bu sorulara yanıt vermek olanaksız. Ama ölçeği daha da daraltarak örneğin İstanbul Havalimanı faaliyete girip, çevresi imara açıldığında, ormanlar ve yüzeydeki su varlıkları zarar görüp yeraltı sularını mecburen daha çok kullanmak gerektiğinde neler olacak sorusuna bir yanıt aramak olanaklı.
Sularda önem arzeden en önemli zehirli kimyasal maddelerden biri olan arsenikten yola çıkarak bu soruya tahmini bir yanıt vermeye çalışacağım.
Uydu sistemleri ile arsenik tespiti
GRACE-FO uydu sistemi uzayda sular üzerine bilimsel çalışmalar için kullanılan pek çok uydudan sadece biri.
Yeraltı sularındaki zehirli kimyasal madde kirliliğini belirlemek için de uydulardan yararlanılıyor.
Suda en çok önem arzeden zehirli kimyasal maddelerden biri arsenik.
Arsenik içme sularında organik ya da inorganik çeşitli formlar halinde bulunur. Arsenit ya da arsenat adı verilen inorganik arsenik formları organiklere kıyasla daha zehirlidir. Arsenit yeraltı sularında, arsenat ise yüzey sularında daha çok bulunur.
Yeraltı suyunda bulunan arsenit yüzey sularında bulunan arsenata kıyasla çok daha zehirli.
Su her gün içilen hayati bir madde. Suyla birlikte vücuda uzun süreler boyunca yani kronik olarak arsenik alımı başta kalp damar hastalıkları, obezite, diyabet ve kanser gibi ağır hastalıklara yol açıyor.
Jeolojik olarak yani toprağın ya da kayaçların yapısından suya aşırı bir arsenik bulaşması söz konusu değilse ya da madencilik, tarım ve endüstriyel faaliyetler neticesinde çevreye arsenik bulaşması vuku bulmuyorsa suda bulunan arsenik miktarı sağlık için genellikle bir sorun oluşturmaz. Ancak bir sorun olup olmadığının düzenli aralıklarla yapılan ölçümlerle kontrol edilmesi gerekir.
Yeraltı suları dikkatle izlenmeli
Yeraltı suları arseniğin daha zehirli bir formu olan arsenit içerdiği için yeraltı sularında sık aralıklarla yapılacak kontroller çok daha önemli. Bu kontroller sudan alınacak örneklerin laboratuvarda uygun yöntemlerle analiz edilmesine dayanır.
Son yıllarda yeraltı sularındaki arsenik kalıntılarının izlenmesinde uydu gözlemlerinden de yararlanılıyor. Uydu gözlemlerinden yararlanılarak yapılan bir çalışmada ince kil katmanları ile birbirinden ayrılmış kum ve çakıl tabakaları üzerindeki yeraltı sularını hızla çekmenin, yani yeraltı su seviyesini hızla düşürecek şekilde yukarı su pompalamanın suya bulaşan arsenik miktarında artışa yol açtığı tespit edildi.
Bu tespit ülkemizde yeraltı sularının fazla kullanıldığı –ve kullanılacağı- bölgelerde suda arsenik miktarını belirlemeye yönelik çalışmaların dikkatle ve sık aralıklarla yapılması gerekliliğine işaret ediyor.
Türkiye Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyesi ülkeler içinde yeraltı suyunu tarımda en fazla kullanan üçüncü ülke konumunda. Su yetersizliği baş gösterdikçe yapılan ilk uygulama daha fazla yeraltı suyu sondajı yapmak oluyor. Türkiye’nin kullanıma açtığı yeraltı suyu rezervi 1995 ile 2002 yılları arasında sabit kalmış; 2003 yılında bir miktar artırılmış ama 2010 yılına kadar yine sabit tutulmuştu. 2010 yılından itibaren ise kullanılan yeraltı suyu miktarı her yıl artış gösterdi.
Yeraltı suları olabildiğince az kullanılması gereken, su kıtlığı yaşanacak zor zamanlar için muhafaza edilmesi gereken sular olarak kabul edilir. Oysa daha şimdiden aşırı kullanım nedeniyle Ergene, Küçük Menderes, Batı ve Doğu Karadeniz gibi havzalardaki yeraltı sularının kendini yenileme kapasitesi ciddi tehdit altında. Önlem alınmazsa bu bölgelerdeki yeraltı sularının tükenmesi kaçınılmaz. Bu su varlıklarını arsenik gibi zehirli kimyasallarla kirletmemek de aynı ölçüde büyük önem taşıyor. Kirlilik de bir su havzasını tüketmek anlamına gelecektir.
Sorumlu kurum Sağlık Bakanlığı
Sudaki arsenik kirliliği açısından ülkemizdeki gerçek durum ne acaba sorusunun muhatabı Sağlık Bakanlığı. Bakanlık içme suyu olarak kullanılan yeraltı veya yerüstü her su kaynağından alınan örneklerde arsenik kalıntısı var mı yok mu ve varsa ne miktarda var kontrol etmek zorunda. Ancak bu kontrollerin ülke genelinde ne sıklıkla yapıldığını ve ne gibi sonuçlar alındığını bilmiyoruz.
Sudaki arsenik seviyesini düşük tutmanın birincil kuralı suya arsenik bulaşmasını önlemek. Bunu yapmaksa madencilik, inşaat, tarım ve endüstriyel yatırımların çevreye vereceği zehirli kimyasal kirliliğini dikkate almayı, yeraltı su kaynaklarını olabildiğince dikkatle kullanmayı gerektiriyor. Bu konuda yapılacak çalışmaların bir gelecek perspektifini içerecek şekilde planlanması da bir gereklilik. Ve bütün bunlar ülkede iş başındaki siyasal iktidarın asli sorumluluğundaki işlerdir.
Ancak sorunlu olan sadece siyasal iktidar değil.
Bu tip meselelerin medyada ve akademik çalışmalarda ele alınış biçiminde de ciddi sorunlar var. Gerek medyada ve gerekse akademik çalışmalarda yaygın gözlenen bir durum meselenin odağına genellikle etkenleri koymaktır; nedenlerden genellikle hiç söz edilmez. Bundan daha kötüsü ise çoğu kez etkenlerden birer nedenmiş gibi söz etmek.
Örneğin medyada kanser sorununun ele alındığı programlarda hemen her zaman etkenler (zehirli kimyasallar, örneğin sudaki arsenik) hakkında konuşuluyor ama gerçek nedenlere (yıkıcı siyasal-iktisadi faaliyetler) hiç değinilmiyor. Şüphesiz anaakım olarak adlandırılan medyadan söz ediyorum.
Akademik yayınlarda da medyada baskın olan yaklaşımı görmek olanaklı. Gün be gün sularda ya da gıdalarda sayısı artan zehirli maddelerden söz ediliyor; ama gerçek nedenlere hiç değinilmiyor.
Bu konuya biraz daha açıklık getirelim.
Etkenler ve nedenler
İçme sularına arsenik bulaşması ciddi bir gıda güvenliği sorunu. Arsenik yerkabuğundaki kayalarda bulunur ve sular arsenik içeren kayalarla temas ettiğinde kayalardaki arseniğin bir kısmı çözünerek suya geçer. Yine, madencilik, tarım ve endüstri faaliyetleri sonucu açığa çıkan atıklar da sulara arsenik bulaştıran kaynaklardır.
Arsenik, gıda güvenliği açısından sularda varlığı izlenen en önemli zehirli kimyasal madde. Suda bulunan toplam arsenik miktarının bir litre suda 10 mikrogram seviyesini aşmaması gerekir. Bu seviyeyi aşan suların içme suyu olarak kullanılmasına izin verilmez.
Arsenik konusundaki gıda güvenliği çalışmaları da sulara olabildiğince az arsenik bulaşmasını sağlamak, sulardaki arsenik miktarının tespiti, sulardaki arseniğin düzenli zaman aralıkları ile yapılacak faaliyetlerle izlenmesi ve bulaşan arseniği zararsız kılmanın bir yolu olup olmadığı gibi konulara odaklanır. Söylemeye bile gerek yok bütün bu çalışmalar kamusal bir iştir.
Sulardaki arsenik miktarı litrede 50 mikrogramı aştığında ise zaman içinde çeşitli kanserlere yol açacağını dile getiren çok sayıda akademik çalışma var. Suda belirlenen limitlerden fazla miktarda arsenik olması bazı kanser hastalıklarının nedenlerinden biri olarak gösterilir. Peki sulardaki arsenik varlığı kanserin nedeni midir yoksa kansere yol açan etkenlerden biri mi?
Arsenik bir etken, gerçek neden değil. Bir neden olarak görülmesi medya ve akademi dünyasının başarısıdır.
Gerçek neden nedir sorusunun yanıtı ise sulara arsenik bulaşmasının hangi yollarla vuku bulduğu sorusunu dikkate almayı gerektirir. Örneğin doğal çevre üzerindeki yıkıcı etkileri dikkate alınmadan gerçekleştirilen ya da gerçek bir kamu yararı yaratıp yaratmadığı sorusu hiç dikkate alınmadan inşa edilen İstanbul Havalimanı’nın su varlıklarına vereceği zarar zaman içinde sulardaki zehirli kimyasal madde yükünü (muhtemelen arsenik yükünü de) artıracaktır. Bu bağlamda sulardaki arseniğin değil de orman ve su varlıklarında ciddi bir yıkıma yol açan havalimanını inşa etmeye yönelik faaliyetlerin kanserin nedeni olduğunu söylemek akla daha uygundur.
Meseleyi bu tip inşaat yatırımlarına nasıl karar verildiği, yapılan faaliyetlerin kimlere fayda sağladığı, bu faaliyetleri düzenleyen yasal mevzuatın nasıl bu kadar kolay değiştirildiği, teknik prosedürlerin yeterliliğine dair kontrollerin nasıl yapıldığı ve bu konulardan sorumlu kamu kurumlarının nasıl faaliyet gösterdiği vb gibi etmenleri sorgulayacağımız bir noktaya taşımak ise ülkede mevcut politik atmosferin dikkate alınmasını gerektirir. Kanser meselesini tartışırken üzerinde durmamız gereken nokta tam da burasıdır. Tartışmayı bu noktadan uzaklaştıran, ‘şunu yemeyin ya da bunu içmeyin’ tavsiyesi ile yetinip sorumluluğu kişilere yıkan her bakış açısı, her söylem sorunludur; kamusal faydaya değil zarara ortaktır.
Arsenik sorunlardan biri sadece. Bunu söyleyerek karşı karşıya olduğumuz sorunların ne kadar çok olduğuna işaret ederek umutsuzluğu pekiştirmek istemem. Aksine bu tip sorunların bir çözümü vardır; kamusal olarak ne yapılacağı; hangi kurumlarla ve nasıl yapılması gerektiği bellidir. Çözüm yolunu tıkayan, yaptığı icraatla sorunları daha da büyüten siyasal iktidardır.
Birbirinden bağımsız görünen meseleler arasındaki bağları görünür kılmalıyız. Bir işe yaramadığı zamanlarda bile… (BŞ/HK)
* Fotoğraf: Kuzey Ormanları Savunması - 3. Havalimanı dolgu alanı.