Post-modern karakterli 3. Dünya Savaşı'nın ana eksenini şekillendiren emperyalist hiyerarşi içindeki kapışma boyutlanıyor. Elbette bu savaş "aynı" dünyayı paylaşamayanların savaşı. Yeni bir dünya yaratmak isteyen kesimlerse ütopyalarını bütünlüklü olarak tarif edememenin büyük eksikliğini yaşarken bir taraftan da dünya kapitalizminin çok yönlü saldırılarıyla boğuşuyor.
Kış Rusya'ya savaşta bir kez daha yardım edecek mi?
Ukrayna savaşı Batılı yönetimler açısından istenildiği gibi gitmiyor. Kiev yönetimi karşı taarruzdan beklediği sonucu alamadı. Artık savaşacak insan bulmak bile sıkıntılı. Ukrayna'da yaşayanları çok zor günler bekliyor. Kış aylarında Rusya muhtemelen Ukrayna'nın enerji alt yapısını daha fazla hedef haline getirecek. Bu da birçok açıdan özellikle sıradan insanların hayatlarını zorlaştıracak.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri ise savaş nedeniyle artan ekonomik krizi taşımakta zorlanıyor. Scholz iktidarına dönük hoşnutsuzluk artıyor.
Amerikan yönetimi içinde de giderek bu başlıkta çelişkiler çoğalıyor. Batı basınında yer alan haberler Ukrayna'nın masaya ittirilmeye çalışıldığı yönünde. Belki de bu süreç yakında kaçınılmazlaşacak. Nitekim Amerikan Senato'sundan içinde Ukrayna yardımının da yer aldığı paket geçmedi. Burada Cumhuriyetçilerin teklife itirazları ilginçti. Biden yönetiminden göçmenlere karşı daha sert tedbirler almasını istiyorlardı. Böylesine şantajlar aslında "Washington'daki büyük beyaz baba"nın aklının sadece çifte standart taşıdığını değil ırkçı yapısını da faş ediyor.
Trump'ın seçim kampanyasının baş meselesinin de şimdiden göçmenler olduğunu söyleyelim. Trump'ın vaatleri arasında, Meksika sınırını kapatmaktan tutun da, onları toplama kamplarına kapatmak, göçmen çocukları ailelerinden ayırmak gibi insanları doğduklarına pişman edecek artık aklınıza ne geliyorsa hepsi var. Filistin meselesinde gösterdiği tavırsa düşünceyi dahi yasaklamayı hedefleyecek düzeyde.
Çin-Rusya yükselen güçler
Rusya İsrail'in Gazze'ye saldırısı sonrası görece rahatladı. Bu durum çünkü en azından geneli İsrail'in arkasında duran güçlerin kendisine karşı bölünmesi demekti. Bir diğeri İsrail'e akan yardımların Ukrayna'ya gidenleri kaçınılmaz olarak azaltmasıydı. Daha da önemlisi bölgede gerginlik artınca yalpalayan Arap yönetimlerinin yine dayanacak güç ihtiyacına yanıt verecek ülkelerden biri olmasıydı.
Nitekim bu hafta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretinde Putin alabildiğine şaşalı karşılandı. Rusya bunun öncesi onca ABD baskısına rağmen OPEC+'da petrol üretimini azaltma kararını Suudi Arabistan'ın desteğiyle sürdürerek petrol fiyatlarını kendi lehine korunmasını sağlamıştı. Körfez ülkeleriyle ve İran'la Rusya'nın giderek ticaret, askeri ve siyasal düzeyde yakınlaşması artıyor. Benzer bir durum Türkiye ile de var. ABD'nin ikide bir Rusya'ya karşı ambargoları delmeyin uyarısı yapmak için Ankara'ya gönderdiği müfettişlerin sözleri pek işe yaramıyor.
ABD'nin yeniden paylaşım savaşındaki ana rakibi elbette Çin. Pekin, yakın zamanda İtalya'daki neo-faşist Meloni yönetimi Çin'in emperyalist siyasetinin bir uzantısı olan Kuşak ve Yol projesinden ayrılma kararı alsa da bu başlıkta çok sarsılmadı. Zira geçenlerde Arap ülkeleri ayağına gelmiş Filistin'le ilgili yardımcı olmalarını istemişlerdi. Bu hafta ise AB üst düzey yöneticilerinin ziyareti vardı. Günümüz kapitalizminin karşılıklı muhtaçlık hali yaratması nedeniyle, görüşmelerde ayrılıklar yerine işbirliği lafları ön plana çıktı. Ancak burada daha çok ihtiyacı olan taraf AB. Bu yüzden derin fikir farklılıkları, otokrasi vb şeyler rahatlıkla rafa kaldırılabiliyor.
Afrika, sömürgeci Batı'ya karşı birleşiyor mu?
Uzun zamandır 3. Dünya Savaşı'nın sıcak çatışma alanlarından olan Afrika ile ilgili son dönem bazı gelişmelere dayanarak yukarıdakine benzer başlıklar atılabiliyor.
Zira darbelerle Fransa ve ABD'nin bölgede etkinliğini kısıtlayan bazı ülkelerden en azından niyet itibarıyla bu yönde adımlar geliyor. Basına yansıdığı kadarıyla sömürülmek ve ezilmekten bıkmış halklardan da gelişmelere destek var. Örneğin Mali, Nijer ve Burkina Faso federasyon kurmaya çalışıyor. Hatta Batı Afrika'daki bütün ülkeleri bir konfederasyon altında toplayalım ve bu ülkeler her açıdan birbirine entegre olsun fikri var. Bu ilk bakışta olumlu bir düşünce diye nitelenebilir. Ancak Çin ve Rusya'nın bu ülkeler üzerinde nüfuz alanı kurma çalışmaları yoğun. TC'nin de bölgede emperyalist politikaları doğrultusunda hegemonya kurma arayışları var. Henüz bu sürecin nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz. Ancak ciddi bir çekişmenin kapıda olduğu açık. Burada asıl değişim dinamiği, gerçekleşirse bölge halklarının bağımsız inisiyatifinin şekillenmesi ve süreci nasıl ilerleteceği.
Mevcut savaş en nihayetinde kör bir "güç" yarışı. Zira bu kanlı kıyımın "insanlık" adına herhangi bir şey üretme olasılığı olmadığı gibi insanlık namına bugüne ne kadar ne üretilmişse onu ortadan kaldırmaya ahdettiği de görünür gerçek. Dünyanın gözü önünde Filistin'de yaşatılan zulüm bunun en açık sembolü.
Gerçek değişim
Dünyada gerçekten bir değişim istiyorsak bu elbette “güç odaklı” olmayacak. Devletler, sermaye kesimleri, gücün tutsağı. Gerçek bir değişim, ancak haftada 60 saat çalışmak zorunda kalıp hiç bir iş güvencesi olmayanların, her gün her tür ırkçı, ayrımcı saldırganlığa maruz kalanların kendi mücadeleleri sayesinde yaratacağı ve bizi "güc"ün zincirlerinden azat eden bir sürecin ürünü olabilir.
Fakat özellikle dünyanın mevcut halinden hoşnutsuz olan toplumsal hareketler ve aydınların artan ölçüde Rusya ve Çin tarafından manipüle edildiği görülüyor. Moskova ve Pekin'in tıpkı Batılı güçlerin yaptığı türden oyunlara başvurmalarında bir gariplik yok. Çünkü aynı hamurdan yoğrulmuşlar. Emperyalist zincir içinde hegemonya savaşı verenlerin halkların enerjisini kendi lehlerine kullanmaya çalışmaları normal. Son dönemde özellikle İsrail'e duyulan öfke bu tür manipülasyonlara elverişli zemin hazırlıyor.
Dünyanın genelinde bir kısım sol aydın ve toplumsal hareket "yükselen güçler"in cazibesine kapılmış durumda. Bir kere daha açıktan söylemekte yarar var, bugün liberal demokrasilerde egemen kesimler kendi aralarındaki dalaşmaya bile tahammül edemez hale geldi. Bu yüzden neo-faşist partileri ön plana çıkarıyorlar. Fakat Rusya ve Çin gibi ülkelerde bırakın burjuvaların çekişmesi düzeyinde demokrasiyi görmeyi, gazetecilik yapmak dahi ölüm kalım meselesi, bir hayli zor. Gerçi bunu Türkiye'deki insanlara söylemek abes ama anlaşılan bir kısım aydın kendi yaşadıklarından bile bihaber.
Sahi siz hiç Putin ya da Xi'den Erdoğan'ın "demokrasi"sine herhangi bir eleştiri duydunuz mu? Neden yok? Onların "başkalarının iç işlerine karışmama" prensibi varmış gibi yalanlara sarılmak yerine mesele, gerçekte benzer demokrasi-hükümranlık anlayışlarını uygulamaları olmasın? O zaman siz de bir zahmet ne istediğinize ve kim olduğunuza karar verin!
Başka bir dünya istemenin bugün acil gündemleri arasında savaşa, iklim yıkımına ve göçmen nefretine karşı mücadele olmak zorunda. Yeni bir dünya yaratmanın yolu buralardan geçiyor, şu ya da bu güce yamanmaktan değil... (AS/AS)