Tatil günlerinde çalışmayı kimse istemez ama bizim patron 29 Ekim'de tembel tembel kutlama yapmak yerine işe gelerek Cumhuriyete çok daha faydalı olacağımızı söyleyince ikna oldum doğrusu.
Patron açıklamasına "Global kriz var arkadaşlar" diye başladı. Sonra hec fon, türev yatırışlar, sermayenin merkeze dökülüşü gibi bir takım teknik terimlerle durumu aydınlattı ve resmi tatil olmasına rağmen bir ve bütün halinde çalışarak Cumhuriyetimizin ilelebet payidar kalmasını garantileyebileceğimizi belirtti.
Gerçi geçen sene kriz yoktu, biz yine çalıştık Cumhuriyet için, ama olsun. Bu karmaşık düşünceleri kafamdan kovup duruma iyi tarafından bakmaya karar verdim.
Yolda kutlama
Sıla hasretine dayanamayıp misafir işçilik yaşantıma son verme kararı alıp Fransa'dan dönerken, kıyamayınca iki maaşımı gümrüğe yatırıp yanımda getirdiğim 1974 model Citroen DS'mi bu vesileyle piyasaya çıkarabilirim diye düşündüm.
Malum, iş günlerinde arabayla trafiğe çıkmanın hiçbir mantıklı açıklaması yok, ama 29 Ekim'de herkes tatil yaparken gönül rahatlığıyla benim düldülün direksiyonuna geçebilirim. Nitekim düşündüğüm gibi oldu; Üsküdar'daki evden Perşembe Pazarındaki atölyeye 15 dakikada asfaltın üzerinde kayarak ulaştım.
Akşam da aynı gönül rahatlığıyla işten çıktım ve sahil yolundan Boğaz'ın ışıklarına bakarak döneyim diye düşünürken, o da ne; trafik dolup taşmış, sanki sabah uyuyan herkes arabasını alıp yola çıkmış!
Karaköy'den Dolmabahçe'ye bir saatte ulaşınca durum anlaşıldı; saraydaki kutlamalar için yolun iki şeridi otoparka çevrilmiş. Bu gerçekle yüzleştiğim sırada benim DS daha fazla dayanamadı ve su kaynattı. Uzatmayayım, düldülü bir kenara çekip tabanvaya geçtim.
Havai fişek doğudan yükselir!
Neyse, güç bela kendimi eve attım ki bombardıman başladı! Bizim ufaklık her patlamada kendini yatağın bir ucundan öbürüne atarken, zangırdayan camlara bakıp doğramaları değiştirmenin zamanı geldi galiba, diye düşündüm.
Güç bela televizyonun karşısına kurulunca durum anlaşıldı: İstanbul Belediyesi 2,5 milyon YTL harcayıp 48 bin tane havai fişek patlatmış. Dolmabahçe sarayında da vali bir resepsiyon düzenlemiş; komutanlar, emniyet müdürü, yöneticiler, "yerli ve yabancı konuklar" katılmış.
Bu sabah toplu taşıma araçlarıyla işe gelince konuyu mühendis Hakan Abi'ye açtım. Her zaman olduğu gibi durumu açıklığa kavuşturdu Hakan Abi, sağolsun ama biraz kafamı da karıştırdı.
Ben Boğaz köprüsünün üzerine oluşan alev şelalesinin güzelliğinden bahsederken "Abi" dedim; "Neredeyse olimpiyatları düzenleyen Çinlileri bile geçtik yahu! Nasıl Polatlı'ya dayanan Yunanlıları püskürten ordumuzun topları Ankara'dan duyuluyorduysa, dün geceki patlamalar da Edirne'ye ulaşmıştır!"
"Hımm..." diye geveledi Hakan Abi, "Halkı olabilirsin. Acaba Cumhuriyet'in 85. yılında Türkiye yüzünü doğuya dönmeye mi karar verdi? Çin yükselen bir değer ne de olsa, onlar kadar çok havai fişek patlatabildiğimizi gösterirsek belki ilişkiler ilerleyebilir..."
Saray ve ahali
Bu anlaşılmaz yorum üzerine konuyu değiştirip benim düldülün nasıl su kaynattığından bahsettim. Hala sinirliyim doğrusu, Allah başımızdan eksik etmesin, büyüklerimizin sarayda kutlama yapacak tabii ama benim Citroen'in ne günahı var?
Hakan Abi, "Bu işler böyle Emin" dedi, "Sen çalışacaksın, büyüklerimiz sevinecek. Hem o kadar sinirlenme, halk da sokakta kutlamasını yapmış işte, sarayın yan tarafında..."
Sakinleştim hemen. Düşününce haklı tabii mühendis Hakan Abi, adam boşuna mühendis değil. Hem büyük Atatürk de padişahı kovalayınca Dolmabahçe sarayına yerleşmemiş miydi? Şimdi de sevgili Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız da ofislerini buraya kurmamış mıydı? Eh onların girdiği yere halk girecek değil ya canım. Adı üstünde, cumhuriyet...
Bir kez daha bizleri bugünlere getiren büyüklerimize şükrettim ve neşeli bir şekilde çalışmaya koyuldum.(EA)