Pek çok insanın aklına Erasmus denilince, partiler, sabaha kadar dans ve içmek gelir. Dahası, lisans yılları hatırlanır. Peki bir insan doktora tezi yazarken neden Erasmus'la Avrupa'ya gider beş, altı aylığına? Üstelik kendinizi eskisi kadar parti insanı hissetmiyorsanız, sabahlara kadar dans edecek vaktiniz yoksa-çünkü masanın üzerinde okunması gereken makaleler bulunmaktadır-içmek de pek size göre değilse...
Doktora tezi ile uğraşanlar bilir çok sancılı ve depresif bir süreçtir. İnsan doktoranın her aşamasında "Ben niye doktoraya başladım?" sorusunu sorar. İş bulamazsınız, bulsanız doktora ile götüremezsiniz ya iş yarım kalır ya tez. Kadro açmazlar, açılan asistanlık kadroları için master öğrencileri tercih edilir. Danışmanın kapısında saatler geçer. Yazdıklarınızı onlarca kez baştan yazarsınız. En iyi dostunuz bilgisayarınız, kahve ve sakinleştiriciler olur.
Tüm bu gerçekler varken bugün katıldığım açılış konuşmalarında sunum yapan bir hocanın dedikleri yukarıdaki sorunun cevabını verdi gibi. Erasmus öğrencisi olmanın üç nedeni olabilir:
Başka bir ülkeyi, kültürünü, insanlarını tanımak.
Başka bir ülkeyi tanımaya ilk önce kuralları ile başlarsınız. Hele de Türkiye gibi kuralların her zaman esnetilebileceği ya da yok sayılabileceği gibi bir ülkeden geliyorsanız, başka bir ülkede ve kültürde olduğunuzu size ilk hatırlatan kurallar olur. Örneğin, Amsterdam'dan Groningen'e giden trende "silence" (sessiz) kısmına oturduğunuzu ve buranın insanların yolculuk boyunca oturup kitap ya da gazete okuduğu bölüm olduğunu ve trenlerde böyle bir yer olabileceğini Hollandalı bir amca sizi sertçe uyardığında ve başka bir vagona geçebileceğinizi söylediğinde fark edersiniz. Bisikletinizde ön ve arka lambalarınız yoksa her olmayan lamba için 30 Euro para cezası ödediğinizde o ülkeyi tanırsınız.
Daha sonra gözünüze güzellikler ya da farklı uygulamalar çarpar. Örneğin, yola adımınızı atar atmaz arabaların durduğunu görürsünüz. Trafik ışıklarında bisikletler içinde ayrı kırmızı ve yeşil bisiklet sembolü olduğunu görürsünüz. Markette her şeyin camekanların arkasında ve çoğu şeyin ambalajlı olduğunu görürsünüz. Sokakta hiç sokağa atılmış köpekler-kediler, sokak köpekleri-kedileri görmezsiniz. Kuşlar için özel kuş yemlikleri olduğunu görürsünüz.
Bir işi halletmek için bir sürü evrakla bugün git yarın gel ile karşılaşmadığınızda, bir randevu alarak işlerinizi kolayca hallettiğinizi görürsünüz. Otobüslerin duraklara dakikasında vardığında anlarsınız ki farklı bir kültürdesiniz. Gecenin bir vaktinde sokaklarda "kadın" olarak istediğiniz kıyafetle dolaşabildiğinizde ve başınıza o saatte bir şey geldiğinde "o...pu işte o saatte öyle dolaşırsa müstahaktır" gibi yorumlarla karşılaşmadığınızda (örneğin Defne Joy Foster'ın ölümü ardından pek çok "sözlükte" yazılanlarda olduğu gibi) ya da sokakta öpüşen el ele dolaşan kadın-erkek ve eşcinsel çiftler gördüğünüzde anlarsınız ki farklı bir kültürdesiniz.
Erasmus öğrencisi olmanın ikinci nedeni, kendi ülkenizi tanırsınız.
Dümdüz bir ülkede hiç dağ görmediğinizde kendi ülkenizin dağlarını hatırlarsınız. Bir bardak sıcak çayı hatırlarsınız. "Direkt" anlaşan insanların (dolambaçsız sadece amaca ve sonuca odaklı) arasında dakikalarca derdinizi anlattığınız insanları hatırlarsınız. Tanımadığınız biri de olsa "dokunabilmenin" sizden korkulmamasının güzelliği aklınıza gelir.
Sonuncusu ve benim doktorada Erasmus öğrencisi olmamın nedeni ise, kendinizi tanırsınız.
Eğer kendinizi sadece yurt ve okul arasında kapatmadıysanız, başka bir ülkeye adım attığınız andan itibaren kendinizle ve yapabildiklerinizle sürekli kapışırsınız. Kendinizi hep zorlarsınız. En önemlisi kendiniz için bir şey yaparsınız. Bazen de sadece "Ben yaptım" demek için rahatınızı bırakır kendinizi ortak duş, ortak mutfak olan bir yurtta yaşamaya razı edersiniz. Dünyanın binbir türlü yerinden gelen insanlarla anlaşmaya, onlara kendinizi anlatmaya uğraşırsınız. Her insan her deneyim her olay sizde bir iz bırakır. Bazen yapabildiklerinize hayret edersiniz, bazen benim gibi dünyanın bisiklet şehrine gelip bisiklet binememeye kahredersiniz.
Ne olursa olsun, sonunda kendinizi ve Elif Şafak'ın Siyah Süt romanında dediği gibi "benistanın küçük kadınlarını" keşfedersiniz. (EG/BB)
* Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü