25. Selanik Uluslararası Belgesel Festivali kapsamında bu sene 2-12 Mart tarihleri arasında gösterilecek filmler arasında Yunanistan’dan 60 belgesel var.
Türkiye’ye yakınlığıyla tanınan Yunanistan toprağı adalardan Arki (Nergiscik), okula devam eden son çocuğun hikâyesiyle gündeme geliyor. Kristos, The Last Child (Hristo, Son Çocuk) adlı belgeselin yönetmeni Giulia Amati, filmin esas kahramanı masumiyet sembolü Hristo, eğitimiyle yakından alakadar olan öğretmeni ise cömert Maria.
1960-1973 yılları arasında çalışmak üzere Yunanistan’dan Almanya’ya gitmiş kadınların hikâyesi Mother of the Station (İstasyon Annesi) adlı belgeselin konusunu oluşturuyor. Kostoula Tomadaki’nin yönetmenliğini üstlendiği filmde kadınların ağır işlerde çalışmış olduğunu görüyoruz. Nazi Almanya’sının Yunanistan’ı işgali en başta olmak üzere iki ülke arasındaki münasebetler yıllar boyunca, bilhassa ekonomik sebeplerden dolayı sürüp gidiyor.
Ermenilerin asırlardır yaşadığı memleketlerini, yani Anadolu coğrafyasını terk ederek göç etmek zorunda kaldıkları diyarlardan biri de Yunanistan. Yönetmen hanesinde Konstantinos Georgopoulos adını gördüğümüz The New Home (Yeni Ev) adlı belgeselde mülteci olarak gelip kendileri için yeni olan bu topraklarda nasıl cemaatler oluşturduklarını görüyor, yeni nesillerin günümüz Atina’sında Ermeni kimliğini koruma çabalarına şahit oluyoruz.
İstanbullu Rum bir fotoğrafçı kadın Türkiye’deki hayatının üç ayrı safhasını etkilemiş mühim hadiseleri hatırlıyor; eski fotoğraflarla o anda yaşananlar, seslerle sessizlikler, siyah beyaz olanlarla renkli enstantaneler arasında gidip geliyor. Fay Lellios’un yönetmiş olduğu The Trilogy of Thisvi (Thisvi Üçlemesi) adlı belgesel fotoğrafçının mazi, şimdiki zaman ve istikballe hesaplaşmasına bizi dâhil ediyor.
Venizelos deyince komşu halkının aklına, memleketlerinin gelmiş geçmiş en mühim liderlerinden biri olduğu geliyor. Balkan Savaşlarından 1. Cihan Harbi’ne, oradan da 1923’teki Lozan Anlaşmasına varan kritik dönemi Venizelos: The Struggle for Asia Minor (Venizelos: Küçük Asya Mücadelesi) adlı belgeselde izliyoruz. Canlandırılmış sahneler, ender bulunan arşiv malzemeleri ve röportajlardan müteşekkil filmin yönetmeni Nikos Dayandas.
Küçük Asya felaketi olarak bilinen Rumların Anadolu’dan palas pandıras kovulması gerçekleşmese Yunanistan müziği, edebiyatı, endüstrisi, mutfağı ve haritası nice olurdu diye soruyor belgeselci Panos Tsirozidis. From Homeland to Homeland (Vatandan Vatana) adlı filmde 60 araştırmacı, folklor uzmanı, iş insanı, üniversite öğretim görevlisi, sanatçı ve ailesi Anadolu’dan göç etmek zorunda bırakılmış insan bu suale cevap arıyor. Tümü, 1922 yılı İzmir felaketinin Yunanistan’ı yepyeni bir memleket haline getirdiği hususunda hemfikir oluyor.
Festival posteri
25. Selanik Uluslararası Belgesel Festivali’nin görsel kimliğinde İsveçli ressam ve illüstratör Daniel Egnéus’un adını görüyoruz. Farklı farklı versiyonlarla karşımıza çıkan festival posterinin yaratıcısı, 25 sene boyunca Avrupa’nın belli başlı kentlerinde bulunmuş, son yıllarda Atina’da yaşayıp üretimini orada sürdürmeyi seçmiş bir sanatçı. Festival tertipçileri sanatçıdan yürek temalı görsel kimlik isterken ebedi bir sembol olarak kalbin sanatta ve sinemada daima var olmasını ve insanlık hâlini hatırlattığı kadar sevinç veya kederle bağdaştırılmasını da temel almışlar. Sanatçının kendisi, “Yürek, hakikatin kendisinden reddedişin nihai mührüne kadar her şey demektir…” diyor.
Gözlemin ötesinde
“The Art of Reality: Beyond Observation” (Hakikat Sanatı: Gözlemin Ötesinde), festival programcılarının çok önemsediği retrospektif bir bölüm. Belgesel sinemanın başyapıtları sayılan, hayata ve dünyaya dair perspektifimizi ve yorumumuzu gözden geçirmemizi sağlamış eserlerin gösterimi dışında, tüm dünyadan ve Yunanistan’dan sinemacılar mevzu hakkındaki sırları hazır bulunanlarla paylaşacak. Bu bölümde yer alan eserler arasında, seyirciyi zamanında epeyce tesir altında bırakmış olsa da Türkiye’de Bal Ülkesi olarak vizyona girmiş fakat şahsen Bal Diyarı adını çok daha münasip gördüğüm Honeyland belgeselini gözlemin bir hayli ötesinde bulduğumu ifade etmek durumundayım.
Festival bereketi
Festivalin yarışmalı bölümlerinden biri sinema dilini geliştiren, geleneksel klişeleri sorgulayıp altüst eden, cesur ve cömert sıfatını hak eden filmlere ayrılmış Film Forward (Filmden İleri).
Sadece erkeklerin ziyaret edebildiği Aynaroz yarımadası Osmanlı padişahlarının da elinin değdiği Kuzey Ege’deki manastır diyarı olarak tanındığı gibi katı kuralları yüzünden kadınların manevi gelişimini dışlayan cinsiyetçi kimliğini sürdürdüğü de aşikâr. İki kadın yönetmenin, İrini Karayannopoulou ve Sandrine Cheyrol’un imzasını taşıyan filmin adı Avaton.
Korsanlığın bir ara yoğun olarak gerçekleştiği Somali kıyılarında paralı askerlerin sıkıcı hayatına Dogwatch (Vardiya) adlı filmle odaklanacağız. Gregoris Rentis’in yönetmen koltuğunda oturduğu film yüzyıllardır yapılmakta olan korsanlığın nedenleri hakkında da seyirciyi tefekküre sevkediyor.
Rusya’nın uzun süre inkâr ettiği savaş suçlarından biri 2014 yılında Malezya hava yollarına ait bir yolcu uçağını Ukrayna topraklarına düşürmesiydi. Roman Liubyi imzasını taşıyan Iron Butterflies (Demir Kelebekler) adlı belgesel Rusya medyasının olayı örtbas etme çabalarından uçağın düştüğü coğrafyadaki amatör çekimlere, hadisenin nasıl gerçekleştiğine dair bilimsel verileri etkin şekilde değerlendiren uzmanlardan dinamikleri dans tiyatrosunun gücüyle canlandıran oyunculara, gayet geniş ve başarıyla harmanlanmış bir skalaya sahip.
Belgeseller yarışıyor!
Kırgızistan’da çekilmiş olup aslında tüm gezegenin çöp problemine parmak basan The Hill (Tepe) adlı belgeselin yönetmen hanesinde Denis Gheerbrant ile Lina Tsrimova adlarını görüyoruz. Festivalin uluslararası yarışmasında yer alan film, atık problemine acilen bir çare bulunması gerektiğini bize hatırlatmış olan onlarca belgeselden sadece biri.
Uluslararası yarışmadaki 12 belgesel dışında Newcomers (Yeni başlayanlar) adlı bölümde de 12 film yarışıyor. Belgesel festivalinin yaratıcısı, müteveffa Dimitri Eipidhes’in adına verilen Altın ve Gümüş İskender ödülleri bölüm jürisinin zorlu seçimi sonucunda sahiplerini bulacak.
5 Seasons of Revolution (Devrimin 5 mevsimi) adlı belgesel, mücadeleci ve bağımsız gazeteciliğe selam çakıyor. Yönetmen hanesinde sadece Lina adını gördüğümüz film aynı zamanda Suriye savaşının patlak vermesiyle hayatları karanlık bir dönemece girmiş bir grup arkadaşın günlüğü özelliğini de taşıyor.
Engellilerin dünyasına eğilen Is There Anybody Out There? (Hu, hu… kimse yok mu?) adlı belgeselin yönetmeni Ella Glendining. Engelli olduğu için şiddete ve ayrımcılığa maruz kalmış sinemacı benzer hadiseler yaşamışlara kolaylıkla empati kuracakları bir sinema tecrübesi sunuyor.
Akıl hastalıkları tabusuna dokunan Ladies in Waiting (Nedimeler) adlı filmde İoanna Tsoucala imzasını görüyoruz. Kamera bizi Attika Psikiyatri Hastanesinin koridorlarında gezdirirken bazı sırlara vâkıf olmamız işten bile değil.
Savaş sırasında toplu mezarlara gömülerek izi yok edilmeye çalışılmış insanlar son Yugoslavya savaşının en karanlık noktalarından biri olmayı sürdürüyor. The DNA of Dignity (Haysiyetin DNA’sı) adlı belgeselin yönetmeni Jan Baumgartner toplu mezarların ortaya çıkarılmasında emeği geçen bilim insanları ve araştırmacıların çabalarını takdir ederken kurbanların kimliğinin ve hatırasının muhafaza edilmesinin önemine dikkat çekiyor.
Festivalin bu sene ön plana çıkardığı iki yönetmen Yunanistan’dan Stavros Psillakis ve Avusturya’dan Nikolaus Geyrhalter. İkisinin de filmleri tatmin edici retrospektifler sayesinde Selanik seyircisine layıkıyla ulaşacak.
(MT/AÖ)