25 Kasım, kadına yönelik şiddete dair farkındalık günü olarak anıldığında, çoğu zaman hâlâ ceza hukuku kapsamına giren fiziksel saldırılar düşünülse de kadına yönelik şiddet, uluslararası insan hakları belgelerinin de altını çizdiği gibi, tekil“eylem”lerden ibaret ele alınamaz (bkz. United Nations General Assembly, 1993; Committee on the Elimination of Discrimination against Women [CEDAW Committee], 2017).
Kadınların insan onurunu, özneleşme hakkını ve eşit yurttaşlık statüsünü hedef alan, cinsiyete dayalı yapısal ayrımcılık biçimi olarak sistematik olarak değerlendirilmeye muhtaçtır.
Kadınlar söz konusu olduğunda, şiddet çoğu kez “sevgi”, “kıskançlık” ya da “aşk” adı altında romantize edilerek, normalleştirilerek ve hatta ödüllendirilerek de yeniden üretilir.
Şiddeti “öfkeli erkek” metaforuna ve kaba kuvvete indirgemek de, en hafif ifadesiyle, patriyarkanın ekonomik, hukuki, kültürel ve epistemik düzeylerde işleyen çok katmanlı sistematik ve yapısal şiddet politikalarını görünmez kılarak onun yeniden üretimine hizmet eder.
Kadınların sırf kadın oldukları için insanlık tarihinin binlerce yıllık diliminde eğitim hakkından mahrum bırakılması; tanıklıklarının, sözlerinin mahkemede, evde, hastanede, işyerinde daha az “inandırıcı” sayılması; emeklerinin, özellikle bakım ve ev içi emeklerinin ekonomik değerinin görünmezleştirilmesi; aynı işi yapan erkeklere kıyasla daha düşük ücret almaları ya da tamamen erkeğe ekonomik bağımlılığa zorlanmaları kadınların tarihsel eşitsizliğinin temel örneklerindendir.
Kendi bedenleri üzerine karar haklarının baba, koca ya da “aile büyükleri”ne devredilmesi; evlilikle birlikte soyadının “medeni aile sistemi” adına elinden alınması; miras hukukunda ve pratiklerinde erkek kardeşe, erkek akrabaya üstünlük tanınması gibi uygulamalar da bu eşitsizliği sürdüren kültürel ve hukuki pratiklerdir.
Ve daha sıralanacak binlerce yerleşik kültürel, hukuki ve sistematik pratik, patriyarkanın hukuki, ekonomik ve kültürel bir şiddet sistemi kurduğunun göstergelerinden sadece bazılarıdır.
Güncel küresel veriler de, kadınların yaklaşık üçte birinin yaşamlarının en az bir döneminde fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığını ve bu şiddetin büyük bölümünün “aile” olarak tanımlanan ilişkisel alan içinde gerçekleştiğini göstermektedir (UN Women, 2025). İlişki deneyimi olan 15–19 yaş arası ergen kızların yaklaşık dörtte birinin partnerinden fiziksel ve/veya cinsel şiddet görmesi, şiddetin ne kadar erken yaşlarda toplumsal iktidar ve kontrol mekanizması olarak devreye sokulduğunu da göstermektedir. (UN Women, 2025).
25 Kasım’ın tarihsel kökeni de doğrudan devlet şiddeti, politik baskı ve patriyarkal iktidar tarafından örgütlenen sistematik olgu olduğunu açık biçimde göstermektedir.
Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo’ya karşı mücadele eden Mirabal Kızkardeşler Patria, Minerva ve María Teresa yıllar süren siyasal muhalefetlerinin ardından 25 Kasım 1960’ta rejimin “güvenlik” aygıtları tarafından kaçırılmış, işkence edilerek öldürülmüş ve bedenleri “trafik kazası” mizanseniyle uçurumdan aşağı atılan bir arabanın içine yerleştirilmiştir (Britannica, 2025). Mirabal Kızkardeşlerin mücadelesi uluslararası feminist örgütlerin de sembolü hâline gelmiştir.
Latin Amerika feminist hareketlerinin de “halkçı ve feminist direnişin ortak sembolleri” hâline gelmiştir (Sternbach et al., 1992).
Latin Amerika ve Karayipler’deki feminist örgütlenmeler, 25 Kasım’ı önce bölgesel, ardından küresel düzeyde kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak benimsemiş ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise 1999’da bu tarihi resmî olarak “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Gün” olarak ilan etmiştir (United Nations, 1999). Bugün 25 Kasım, devlet, aile, hukuk ve normatif toplumsal cinsiyet düzeninin ürettiği yapısal şiddetin adlandırılması açısından politik eşik ve farkındalık oluşturmakta.
Mirabal Kızkardeşler’in hikâyesi, kadına yönelik şiddetin devlet şiddeti, otoriterlik ve patriyarkal egemenlikle nasıl kesiştiğini somut biçimde ortaya koyar. “Las Mariposas” (Kelebekler) olarak anılan üç kız kardeş, hem diktatörlüğe karşı politik mücadele yürüttükleri hem de kadın oldukları yani otoriter-ulusal rejimin kurmaya çalıştığı erkeklik kurgusuna meydan okudukları için hedef hâline getirildiler.
Bugün hâlâ kadına yönelik şiddetin büyük ölçüde “özel alan”, “bireysel patoloji”, “ahlaki çürüme” ya da “kontrolsüz öfke patlaması” olarak çerçevelenmesi ise, patriyarkanın en etkili ideolojik şiddet araçlarından biridir esasında.
Şiddetin toplumsal, hukuki, ekonomik ve kültürel köklerinin görünmezleştirilmesi, devleti, hukuku, sermaye düzenini ve ataerkiden meşruiyet devşiren faşizan kimlik projelerini sorumluluktan azade kılma girişimidir. Bu noktada Kimberlé Crenshaw’ın “kesişimsellik” kavramsallaştırmasının açtığı ufuk da kritik önem taşır (Crenshaw, 1991).
Şiddetin, örneğin Kürt kadınları, göçmen kadınlar, mülteci kadınlar, yoksul kadınlar, yaşlı kadınlar, çocuk doğurmamış kadınlar, trans kadınlar söz konusu olduğunda, cinsiyetle birlikte etnisite, sınıf, statü, vatandaşlık, bireysel hak ve seçim, dil ve mekân vb. gibi eksenlerinde nasıl yoğunlaştığını yani tek bir baskı biçimiyle değil, kesişen tahakküm eksenleriyle nasıl işlediği üzerine de düşünmemiz gerekir.
Dolayısıyla, kadına yönelik şiddeti “fiziksel” ya da “bireysel” olan tezahürleriyle ele almak yetmez. Kadına yönelik şiddeti tarihsel, epistemik, ontolojik, kültürel, ekonomik, psikolojik ve kurumsal biçimleriyle birlikte düşünmek zorundayız.
Kadınların bilgi üretiminden dışlanması, tanıklıklarının sistematik olarak değersizleştirilmesi, “aile birliği”, “mahremiyet” ya da “millî-manevî değerler” söylemiyle kadınların itiraz, ifade ya da kendi yaşamlarına dair seçim ve karar haklarının kriminalize edilmesi ve erkek şiddetinin cezasızlıkla ödüllendirilmesi de, şiddetin bizzat kendisidir. Üstelik bu şiddet gündelik hayatın en sıradan görünen temaslarında bile yeniden üretilir. Erkek çocuk dünyaya geldiğinde aile içinde coşku ve gururla karşılanırken, kız çocuk daha doğduğunda hayal kırıklığının hissedilmesi; bakım sorumluluğunun doğal ve değişmez biçimde kadına yüklenmesi; kadın yoksulluğunun yapısal bir gerçeklik olmasına rağmen nafaka hakkının dahi tartışmaya açılması; kız çocuklarının kamusal alanda gülmesinin ayıp, erkek çocukların küfürlü konuşmasının “erkekliğin göstergesi” sayılması; erkek öfkesine alan açılıp mazur görülürken, kadın öfkesinin “histeri”, “aşırılık” ya da “saygısızlık” olarak bastırılması tüm bunlar patriyarkanın kültürel şiddet repertuarına dahildir.
Kadın cinayetleri söz konusu olduğunda fail ile empati kuran, kadının ne giydiğini, neden o saatte dışarıda olduğunu, “tahrik edip etmediğini” sorgulayan söylem; iş yerinde kadın yöneticiyi küçümserken erkek yöneticiyi “doğal otorite” olarak kabul eden tutum; kendini ifade eden kadına tahammül edemeyip aynı davranışı erkeğe “karizma” olarak atfeden algı; medya, dizi ve filmlerde yaşlı erkek karakterlerin göbekli veya kel görünmelerinde sorun görülmezken, kadınların daima genç, bakımlı ve “makbul kadınlık” kalıbına uygun biçimde sunulması bütün bunlar, şiddetin sembolik, kültürel, ekonomik ve ontolojik düzeylerde işlediğini gösterir.
Bu örneklerin her biri patriyarkanın gündelik hayata sinmiş, kanıksanmış, normalleştirilmiş, görünmezleştirilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılan sistematik şiddet düzenekleridir. Dolayısıyla failler bu düzeni sürdüren, yeniden üreten, meşrulaştıran, onaylayan, susan, gülen, görmezden gelen, “büyütme”, “abartma”, “genelleme” diyen toplumsal yapıların bütünü ve bu yapılara alan açan tüm kurum, kişiler ve ilişkilerdir.
Bu yüzden şiddeti mümkün kılan epistemik düzeni, hukukun kapsayıcı olmayan noktalarını, ekonomik altyapıyı, tek tipleştirici faşizan kimlik politikalarının homojenleştirme mantığını ve kadın emeğinin sistematik görünmezleştirilmesini kısacası faillere bu alanı açan bütün düzeni sistematik biçimde ifşa ve analiz etmemiz gerekir.
25 Kasım’ın sembolik gücünden de destek alarak Mirabal Kız Kardeşler’in bedenlerinde cisimleşen, devlet şiddeti ile kadın düşmanlığının kesiştiği yerde, bize “şiddet”i tarihsel, yapısal ve örgütlü patriyarkal rejim olarak düşünmemizi hatırlatır.

Fotoğraflarla 25 Kasım eylemi: Ahlakınız batsın kadınlar yaşasın

25 Kasım'ın yüzleri: Korkmuyoruz

Diyarbakır’da 25 Kasım eylemi: Demokratik toplumu kadın özgürlüğüyle inşa edeceğiz
(MK/EMK)
Kaynakça (APA)
Britannica. (2025). Mirabal sisters. In Encyclopaedia Britannica. https://www.britannica.com/biography/The-Mirabal-Sisters
Committee on the Elimination of Discrimination against Women. (2017). General recommendation No. 35 on gender-based violence against women, updating general recommendation No. 19 (CEDAW/C/GC/35). United Nations. https://digitallibrary.un.org/record/1305057
Crenshaw, K. (1991). Mapping the Margins: Intersectionality, Identity Politics, and Violence against Women of Color. Stanford Law Review, 43(6), 1241–1299. https://doi.org/10.2307/1229039
Sternbach, N. S., Navarro-Aranguren, M., Chuchryk, P., & Alvarez, S. E. (1992). Feminisms in Latin America: From Bogota to San Bernardo. Signs: Journal of Women in Culture and Society, 17(2), 393–434. https://doi.org/10.1086/494735
UN Women. (2025, 19 Kasım). Facts and figures: Ending violence against women. UN Women Knowledge Hub. https://knowledge.unwomen.org/en/articles/facts-and-figures/facts-and-figures-ending-violence-against-women
United Nations General Assembly. (1993, 20 Aralık). Declaration on the Elimination of Violence against Women (A/RES/48/104). United Nations. https://www.refworld.org/legal/resolution/unga/1993/en/10685
United Nations General Assembly. (1999, 17 Aralık). International Day for the Elimination of Violence against Women (A/RES/54/134). United Nations. https://digitallibrary.un.org/record/404761







