Hep düşünüp duruyorum, hadi devlet adım atmıyor, peki sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, sendikalar niçin adım atmaz, 1915 utancına karşı? 24 Temmuz, Türkiye'de artık sadece TGC tarafından, sansürün kalktığı gün olarak hâlâ kutlanıyor. Oysa 24 Temmuz bir zamanlar, aynı Fransızların 14 Temmuz'u gibi "Özgürlük/Hürriyet Bayramı" olarak kutlanırdı. Özgürlük Bayramı, Cumhuriyet döneminde de 30'lu yıllarda kaldırılana kadar kutlanmaya devam etti.
1908 yarım kalmış demokratik devrimi, coşkusuna her dil, ulus ve inanıştan insanı katmayı başardığı gibi, sosyalist eylem ve düşünceye de kapı açtı. Sonrasında oluşan Parlamento'da ilk kez emekten yana konuşmalar yapıldığı gibi, reform önerileri de getirildi. Bu arada sansürün kalkmasıyla, liberal, ulusalcı, dinci düşünceler yanında sosyalist ve anarşist düşünceleri yansıtan çok renkli bir basın da oluştu.
1908 öncesinde de, Osmanlı basınında Ermenilerin önemli bir yeri vardı. Yazarlık ve muhabirlikten, matbaa emekçiliğine kadar... Aynı zamanda, kitap yayıncılığında, matbaacılık, klişecilik, ciltçilik alanında da önemli bir yere sahiptiler. Babıali'deki önemli konumlarının 1960'lı yılların başına kadar devam ettiğini söyleyebiliriz.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ni, gecikmiş bir vazife beklemekte. Bilindiği gibi Basın Müzesinde, suikasta maruz kalan, saldırı sonucu yaşamını yitiren gazetecilerin resimlerinin yer aldığı bir bölüm var. Bu bölüme en son, keşke yaşasaydı da, oraya konulmasaydı, sevgili Hrant Dink'in resmi konuldu.
Türkiye basınının önemli, hâlâ yerine getirilmemiş mesleki ve vicdani bir yükümlülüğü olduğunu düşünüyorum. Osmanlı basınında önemli bir yeri olan ve 1915 toplu tutuklamaları sonrasında yaşamını yitiren Ermeni gazetecileri ve basın emekçilerine, Basın Müzesi'nde yer vermek. Bu gazeteciler sadece Ermeni dilinde çıkan gazete ve dergilerde değil, aynı zamanda Türkçe çıkan gazetelerde de yayın yönetmeni, baş yazar, editör, muhabir, dizgici, matbaacı ve klişeci olarak önemli işlevler üstlendiler.
2007 TGC Basın Özgürlüğü ödülünü Hrant Dink ile birlikte almış olmanın üstüme şahsi olarak da yüklediği sorumluluk var. Bu da Basın Müzesindeki katledilen gazeteciler arasında 1915 yılında katledilen Ermeni gazeteci ve basın emekçilerinin de yer verilmesi için çaba harcamak. Bunun için adım atmanın Türkiye Gazeteciler Sendikası açısından da manevi bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum
Böylece "1908 Özgürlük Devrimi"nin, sokaklarda, evlerde, toplumsal mekanlarda aylarca süren, her ulus ve inanıştan insanı ortak özgürlük, kardeşlik, adalet ideallerinde buluşturan o muhteşem coşkusunu daha farklı biçimde anmış oluruz.
"1908 ağustosunda, Taksim Bahçesi'nde 'Meşrutiyet mücadelesinin Türk ve Ermeni Şehitlerini Birlikte Saygıyla Anma Töreni'nde, Zohdab Efendi'nin yaptığı müthiş etkili bir konuşma, bugünlere kadar hafızalarda yer etti" diye anlatıyor Teotig, 11 Nisan Anıtı adlı kitabında. Bu kitap, 1915 uğursuz yılında yitirdiğimiz Ermeni yazar ve aydınlarının yaşam öykülerini toplayan ve hâlâ önemini yitirmemiş olan, sıcağı sıcağına 1919 yılında İstanbul'da yayınlanmış olan ilk kaynak.
Kızıl Pazar diye de anılan, 11 (24) Nisan toplu tutuklaması böylece ilk kez belgelenmiş oluyordu. Teotig'in 1907 yılından itibaren çıkarmış olduğu Yıllık'lar, 1915 yılında yitirilen gazeteci ve yazarların biyografilerine ulaşılmasını çok kolaylaştırmıştı. Bu Yıllık'lar da, çıkmakta olan Ermeni gazeteleri ve dergileri hakkında da, gazetelerin orijinal başlıkları ile bilgi almak mümkündü.
Krikor Zohrab, Diran Kelegyan, Kevork Ferid, Mardiros Kundakçiyan, Karekin Gozikyan, Krikor Torosyan, Rupen Zartanyan, Taniel Varujan, Yerukhan ve diğerleri Türkiye'deki katledilen basın emekçileri arasındaki yerini almalı.
Sabah, Azadamard, Ceride-i Havadis, Jamanak, Ceride-i Şarkiye, Puzontiyon, Cihan, Gavroş, Manzume-i Efkar, Ünig, Saadet, Nor Or, Yeni Fikir, Yeprad ve diğer gazetelerin yazar, editör, muhabir, dizgi ve matbaa emekçilerini özgürlük bayramında saygıyla anıyorum.
Sonsöz
Dileriz, Basın Müzesi'nde katledilen gazeteciler bölümüne, 1915 yılında yaşamını yitiren, Ermeni kimlikli, başyazarı, editörü, muhabiri ve basın emekçisi ile tüm bu değerli insanların anısına bir köşe düzenlenir. Cağaloğlu ve Beyoğlu'nda, bu gazete, dergi, yayınevi ve kitapçıların geçmişte bulunduğu, hanların, binaların kapılarının yanına bir anı plaketi konulur. Yazarların anısına da aileleri ile yaşadıkları apartmanların ya da evlerin duvarlarına, onları saygıyla anımsatan bir şeyler yazılır. Bunun herkesin çoktan hak etmiş olduğu huzuru, biraz olsun hissettireceği ve bir utancı da her zaman diri tutacağı beklentisiyle. (RZ/TK)
* Ragıp Zarakolu, yayıncı, İnsan Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı.