Dünkü yazımda; 1995 – 2002 yılları arasında Necat Erder’in koordinatörlüğünde TÜSES için Veri Araştırma A.Ş. tarafından yapılmış ve kitaplaştırılmış kamuoyu araştırmaları bulgularından hareketle Türkiye’de şeriat yönetimi isteğine ve Kasım 2002 seçimleri öncesinin siyasal görünümüne ilişkin saptamalara yer vermiştim.
Şimdi yazıya kaldığımız yerden devam edelim.
2004 yılı başında AKP yandaşlığı ve yükseliş
Kasım 2002 seçimleriyle üçlü koalisyon yerine AKP’nin tek başına hükümeti kuracak çoğunluğa erişerek iktidara gelmesi ve ilk bir yıllık icraat dönemi sonrasında,
“seçmenlerin; bir yandan dine ve gereklerine inanç düzeyleri yükselirken diğer yandan şeriat yönetimi istememe eğilimleri de artıyor.
Bir yandan türbana her alanda daha yaygın özgürlük tanıma istekleri hemen hemen tüm seçmen kesimlerine yayılırken, AB’ye üyelik istekleri de yaygınlaşıyor.
Sol ya da sosyal demokrat tabanlı parti yandaşlığı kentlerden kırlara doğru kayarken, sağ tabanlı iktidar partisi yandaşlığı kırlardan kentlere doğru hızla kayarak genişliyor”[1]
değerlendirme ve yorumlarına kaynaklık edecek bir çerçeveye oturmuştu.
AKP iktidarı ilk yılını tamamladığında; “ ‘şeriat yönetimi isteme’, kendini ‘dindar’ olarak tanımlama, ‘sünni’liği bir kimlik olarak kabul ederek beyan etmek, AKP yandaşlığı açısından önemli değişkenler. Ancak AKP yandaşlığı bu kavramlarla sınırlandırılmış, dinsel ögelerle açıklanan ve tanımlanan bir yandaşlık olarak görülmüyor.”[2] Ve bu süreç AKP’yi 2007 genel milletvekili seçimlerinde, yurtiçi kayıtlı seçmenlerinin yüzde 38,05’inin (geçerli oyların yüzde 46,52), 2011 seçimlerinde yüzde 42,43’ünün (geçerli oyların yüzde 49,79), Kasım 2015 seçimlerinde ise yüzde 42,47’sinin (geçerli oyların yüzde 49,31) oyunu alacak düzeye taşıdı. Kasım 2002’den Kasım 2015’e uzanan sürece bakıldığında ise; 2002’den 2011’e gelişme ve 2011’den 2015’e de zorlamalı tutunma dönemleriyle karşılaşılıyor.
AKP’nin zorlamalı tutunma döneminde yaşadığı Haziran (2015) faciası, bu partiyi yurtiçi kayıtlı seçmen bazıyla 2011 seçimlerinin 8,31 (geçerli oylar bazıyla 9,13) puan gerisine düşürüp, sonra da zorlamalı telafi yoluyla yeniden 2011 seçimleri düzeyine taşıdı.
24 Haziran'ın 2002 seçimleriyle benzerliği ve farkı
Hem Kasım 2002 seçimleri, hem de 24 Haziran 2018 seçimleri gerçek tarihlerinden epeyce öne çekilmiş erken seçimler. Her iki erken seçimin tetikleyicisi de (görüntüde de olsa) MHP lideri Devlet Bahçeli. Seçimler yaklaşık bir buçuk yıl öne çekilirken içinde yaşanan ekonomiler seçime gidiş sürecinde TL’nin, 2002’de son on aylık dönemde yüzde 20 ve 2018’de ise beş aylık dönemde yüzde 27 oranında değer kaybıyla karşı karşıya kalıyorlar.
2002 ve 2018’de seçime girecek iktidarlardan biri koalisyon, diğeri tek parti iktidarı olsa da, her ikisi de toplam yurtiçi kayıtlı seçmenlerin yüzde kırkından fazlasının, geçerli oy ölçeğinde ise toplam oyların en az yarısını alarak iktidar olmuş siyasi partiler. Bir başka deyişle erken seçim kararı alan bu iktidarlar, güçlü seçmen ve meclis desteğine sahip olmalarına karşın, önlerinde bulunan bir buçuk yılı iktidarda geçirmenin riskini ortadan kaldırmaya yöneliyorlar.
Kasım 2002 seçimleriyle 24 Haziran 2018 seçimlerinin benzerliğine ilişkin söylenecek daha çok şey olabilir. Ama tüm bunlar Kasım 2002 seçimleri sonucuna benzer seçim dağılımının Haziran 2018’de de ortaya çıkabileceği anlamına gelmiyor. Bunun da çok basit bir nedeni var.
İktidara kayıtlı seçmenlerin yüzde 44,4’ünün oyunu alarak gelen üç koalisyon partisi, Kasım 2002 seçimlerinde toplam yurtiçi kayıtlı seçmenlerin ancak yüzde 11,2’sinin oyunu almayı başarabildiler. Böylece Nisan 1999 seçimlerinde aldıkları her 4 oydan 3’ünü üçbuçuk yıllık iktidar döneminde yitiren üçlü koalisyon, meclis dışına düşerek siyaset sahnesinden silinmeye doğru adım atar konuma geldiler.
24 Haziran 2018 seçimlerinde iktidar partisi için 2002’ye benzer bir sürecin gündeme gelmesi olanaksız. Bunun da birkaç nedeni var;
* İlki, AKP siyasi parti olarak fonksiyonlarını yitirmiş ve liderine biat edenlerin örgütüne dönüşerek işlevsiz hale gelmiş görünüyor,
* İkincisi, biat edenler örgütü ancak liderinin verdiği görevler doğrultusunda işlev kazanabilecek bir örgütleşme olacağı için, liderle birlikte var olan ve lider işlevini yitirdiğinde kaosa düşecek bir yapı görünümünde olabilir.
* Üçüncüsü, siyasi partilerin seçmen ve yandaşları olabilir ve onlar da toplumsal / sınıfsal / grupsal / bireysel çıkarlar doğrultusunda bir siyasi partiyi destekler ya da ona karşı çıkarlar. Oysa biat örgütleri böyle çalışamaz, çalışmasına izin verilemez.
* Dördüncüsü, bir siyasi parti ya da örgüte seçmenleri, yandaşları sadece dini inançları nedeniyle bağlıysa o seçmen ya da yandaşların siyasi tercih hakkı -inancını değiştirmedikçe- söz konusu olamaz. O zaman onlar, bir siyasi partinin seçmeni değil, bir biat örgütünün kullarıdır.
Önümüzdeki 24 Haziran seçimlerini Kasım 2002 seçimlerinden ayıran, farklılaştıran ögeler arasında; Erdoğan’ın liderlik niteliği, AKP seçmenlerinin biatçı özelliği, seçmen ve yandaşların inanç kökenli yönelişleri, önemli yer tutuyor. Eğer AKP’nin seçmen ve yandaşları, Türkiye’de şeriat yönetimini açık ya da örtük biçimde isteyen kayıtlı seçmenlerin yüzde kırkına kadar ulaşabilecek bir kitle ve bunlar da 2011’den bu yana AKP’ye oy veren kayıtlı seçmenlerin yüzde 42,5’lik kesimi içinde önemli bir ağırlığa sahipseler; AKP ve Erdoğan -seçmenlerinin önemli bir kesimini değil- sadece 2018 seçimlerinde söz konusu ağırlığın dışında kalan seçmen ve yandaşlarını kaybeder. Bir başka deyişle, AKP ve Erdoğan’ın seçmenlerinin içinde, açık ya da örtük şeriat yönetimi isteyenlerin oranı;
-ne kadar azsa oy kaybı o kadar büyük,
-ne kadar çoksa da oy kaybı o denli az olabilir.
Sonuç yerine
24 Haziran 2018 seçimlerinde AKP ve Erdoğan’dan bağımsız olarak demokrasi talebi olan siyasi partilerin hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği seçimlerinde başarı kazanma şansları mevcut.
Bunun için açık ya da örtük şeriat yönetimi talebi olanların dışında kalan seçmen kitlesini harekete geçirerek (ki bunların oranı kayıtlı seçmenlerin asgari yüzde 60 ve hatta üstüdür), sandık başına gitmeleri ve bir muhalif parti veya adaya oy vermelerinin sağlanması gerekiyor. Bu sağlandığında, AKP ve/ya da Erdoğan’ın alacağı her 2 oya karşılık, muhaliflerin 3 oy alması, ne bir sürpriz ne de bir hayal olur.
Seçimlerde, seçmenlerin yüzde altmış ve hatta daha da fazlasına yönelen bir demokrasi dayanışması meclis çoğunluğunun AKP ve ittifaklarına gitmesinin önünü keseceği gibi, cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turunda yapılacak ittifakla Erdoğan dışında bir adayın cumhurbaşkanı olmasını da hemen hemen kesinleştirmiş olacaktır.
Ama aksi bir durum, hem sandıklara sahip çıkamamayı, hem de Türkiye’nin önüne uzun bir hüsran yolunu açabilir. (ST/HK)