Çocukken her şeyin farkında olmuyor insan.
Gözünün hizasından görebildiğin kadarıyla sınırlanıyor ufkun.
O ufku uzatmak, genişletmek için iki yol var:
Birincisi bir "aracı" kullanmak.
Bizim zamanımızda bunun tek yolu "okumak"tı. Çok okuyanların "ufukları genişledi, yaşıtlarının görmediği şeyleri gördüler, öğrendiler yaptılar, farklı oldular.
Şimdilerde bu "aracı"ların sayısı çok. Radyodan, televizyondan, internete kadar uzanan bir yelpaze. Ama şimdi de asıl sorun onlara ulaşabilmek.
İkincisi ise "yaşamak"! Herkes hâlâ en çok yaşadığından öğreniyor.
Yaşadıklarıyla ilgili olarak eğer doğru soruları sorabilirse, bu onu farklı, özgün kılıyor, o zaman da gözünün gördüğünün ötesindekileri de fark ediyor, öğreniyor, biliyor.
Bu ülke, bu coğrafya, başka konularda olduğu gibi bu açıdan da ikiye bölünmüş durumda:
Çocukların bir grubu; batıda, büyük kentlerde, metropollerde, sitelerde yaşayan çocuklar daha çok "araç"lara sahip oldukları oranda benzerlerinden farklılar ve bunun sayesinde "ufuk"ları genişliyor. Bununla birlikte olanakları ve durdukları yer ve sahip oldukları da...
Diğer grubu ise ağırlıkla "yaşadıkları"nın derinliği ve yoğunluğuyla öğreniyorlar. Özellikle doğuda, kırlarda, yoksul gecekondu mahallelerinde yaşıyorlar onlar. Onların ufukları daha çok şiddetle, baskıyla, zulümle, yoksunluklarla genişliyor, büyüyor... Yapabildikleri de!
İşte bu iki grubu yalnız eşit değil "bir" kılmadan, eşitliği de sadece nicel bakımdan değil, nitel olarak da sağlamadan, yalnız özgürlükleri değil, koşulları ve olanakları eşitlemeden gerçek anlamda "düz"e inmenin, "barış"a ulaşmanın ufku herkes için "genişletmenin" yolu yok.
Sadece eğitim yetmez!
Yalnızca eğitimle ilgili olanaklardan söz etmiyorum.
Kuşkusuz en önemli başlıklardan birisi bu.
Ama sağlık açısından da, adalet bakımından da, güvenlik konusunda da, kültürel olanaklar ve yaşama katılma bakımından da gerçek anlam ve boyutta tam bir "eşitlik" sağlanmalı.
Üstelik sadece "sözde" olmamalı bu; bazı olumlu "örneklerle" sınırlı da kalmamalı.
Gerçekten de konusu, alanı, içeriği ne olursa bir "hak" onun sahibi olan herkes için varsa, gereği yerine gelmiş bir hak olur.
Bir "hak"kın gerçek anlamda varolmasının ölçüsünü de çoktan koymuşlar; bilinmeyen ya da çok yeni bir şey değil bunlar:
Bir haktan ya da haklardan "her yerde, her durumda yararlanılabiliyor mu"; "en zor durumda olanlar, koşulları, olanakları en az ya da kısıtlı olanlar yararlanıyor mu"; "herhangi bir nedenle bu haklara en çok, en sık, en yoğun gereksinim duyanlar yararlanıyor mu"; "en yoksullar, en güçsüzler,en uzakta olanlar, kısacası herhangi bir açıdan daha 'dezavantajlı' durumda olan gruplar, kesimler, bireyler yararlanıyor mu"..
Temel sorular bunlar. Bunların tümüne iç rahatlığıyla "evet" demeden herhangi bir hak gerçek anlamda varolmuyor.
Tabii bir de "bu haklardan yararlanmaları için herhangi bir kesime ya da gruba, bunun için her hangi bir 'ön şart/koşul' dayatılıyor mu, ödeyemeyeceği bir bedel ödemesi gerekiyor mu" sorusunu sormak gerekiyor.
Öncekilerin tümüne "evet" derken bu soruya da "hayır" demek, diyebilmek gerekiyor. O hakkın gerçekten varolması için. Çocuklar açısından da bu böyle!
Yalnızca uluslararası sözleşmeler, anlaşmalar ve iç mevzuatta bazı hakların varlığından söz edilmesi ya da tanınmış olması yetmiyor. O tanımlanan tüm haklar için yukarıdaki soruların sorulması ve belirttiğimiz yanıtların verilmesi gerekiyor.
Eğer böyle olmuyor, olamıyorsa, sıkça dillendirilen bahanelerden birisi, "kaynakların azlığı, yetersizliği ya da kısıtlılığı" neden olarak gösteriliyorsa da orada "hak"tan söz etmek mümkün değildir. Herkesin görebileceği gibi bu asla kabul edilebilir bir gerekçe değildir.
Aslında "kapitalizm" eşitsizliklerle varolur. Bazılarının ötekilerden biraz daha çok eşit olması, bu olasılığın gündemde tutulması, dolayısıyla eşitsizliklerin varlığının kabul edilmesi ve o eşitsizliklerin farklı taraflarında olanların "diğer tarafa geçebileceklerine dair bir umudun beslenmesi" kapitalizmin en temel kuralları, üzerinde yükseldiği ilkeler arasındadır.
Onun için kapitalizm "hakları" en çok dillendiren olsa da "haklardan eşit yararlanmak" yerine "fırsat eşitliği"ni söyleminin temel unsuru yapar. Çünkü insanları birey değil de "bireyci" yapmanın yolu budur. Gelişimi bunun üzerine inşa ettiğini iddia eder kapitalizm.
Oysa nasıl insan ölüp de toprağın altına giderken her bakımdan eşitse, çocuklar da doğarken aynı o zamanki gibi eşittirler. Eşitsizlikler doğdukları yerden başlar. Onun için sağlıkçılar "sağlık kurumunda ve bir sağlıkçı nezaretinde doğmayı" bir varlık ve gelişme ölçütü olarak tanımlarlar. Onun için doğulan yerden başlamak gerekir eşitsizlikleri aşmak için.
23 Nisan'da...
Tüm bunları göz önüne alıp düşünerek, en azından bu 23 Nisan'da çocuklara "farklı bir yaklaşım"da bulunulmalıdır. Onlara herkesin işine yarar bir "propaganda nesnesi" olarak bakılmamalıdır. Onların hakları yukarıdaki bakış açısıyla irdelenmeli, sahip oldukları hakların nasıl varolacağın ortaya konulmalı, bu amaçla herkesin elini taşın altına koyacağı, gerçekçi, gerçekleşebilir, "ortak" çözümler bulunmalı ve bunların gerekleri yerine getirilmelidir.
Bu ülkede çocuklar yalnızca açlıktan, bakımsızlıktan, beslenme yetersizliğinden, aşıyla önlenebilir hastalıklardan, gereksindiği hizmetlere ve desteklere ulaşamadıkları için ölmüyorlar. Her gün duyduğumuz "yeni" çocuk ölümlerinin nedenleri arasında, baskılar, işkenceler, tacizler, tecavüzler var. Güvenlik güçlerinin silahlarından çıkan kurşunlar, bombalar var.
Çocuklar yalnız ölmüyor. Aynı zamanda da öldürüyorlar da!. Örneklerini sıkça gördüğümüz "çocuklardan yaratılan katiller"in sorumlusu da yine "büyük"ler. İşte bunun için de çocukların sahip oldukları tüm hakların söz ettiğimiz şekilde irdelenmesi bir zorunluluktur.
Çocuklar oy atamıyorlar. Onların kendi geleceklerini belirleme haklarını, bu noktada da vermiyoruz. O nedenle yaşadığımız şu seçim sürecinde tarafı olduğumuz partilere ve adaylara oy verirken, onların "çocukların hakları" konusunda ne dediklerine, ne önerdiklerine, ne yapacaklarına da bakmalıyız. Çocuklarımız için, kendimiz için, geleceğimiz için...
Dünü yineleyecek bir yarına oy vermek, yalnız düne razı gelmek değil, aynı zamanda dünü tekrarlamanın "ortağı ya da faili olmak" anlamına da gelecektir. Yarınlardaki sorumluluğumuz, bugün çocuklar için yaptıklarımızla ve yapmadıklarımızla ölçülecektir.
23 Nisan ancak tüm çocuklar "mutlu" olduğunda "kutlu" olabilir!... (MS/EKN)