Bir ay önce bir seçim sürecinden geçtik. Ülkeyi ve şehirlerimizi yönetmeye aday politikacılar ve siyasi partiler, birçok konu ile ilgili yaklaşımlarını ve planlarını anlattılar.
Söze dökülenlerin hemen hiçbirinde çocuk yoktu, yazılı olanda ise çok az. Partilerin yerel seçim vaatlerinde çocuklar genellikle bir özne olarak yer almıyorlar, birkaç yıl önce yapılan genel seçim vaatlerinde olduğu gibi.
Çocuk bir dünya, bu nedenle dünyaya dair meselelerden ayrı bir yaklaşımla ele alınmasına imkan yok. Bu yaklaşım farklılıkları da partilerin çocuk konusunu nasıl ele alacağını belirliyor.
Kimisi (Adalet ve kalkınma Partisi - AKP) çocuğu hizmetlerin bir yararlanıcısı olarak görürken, kimisi (Cumhuriyet Halk Partisi - CHP) masumiyet mitinin arkasından gidiyor ve oyun hakkını öne çıkarıyor, bir diğeri (Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu) ise toplumun kendileri açısından önemli çelişkileri ile tarif ediyor çocuğun ihtiyaçlarını. Çocuklar için ve çocuklarla yapılmış bir değerlendirme yok.
Elbette toplumda yoksulluk var ise, bu çocuk için de bir sorun. Ama acaba yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkisi ne ve acaba bu sorun ile karşılaşan çocuğun ihtiyacı nedir? Onun bu sorununu çalışan yoksulluğuna son vererek çözebilir miyiz?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2009 yılı verilerine göre ülkedeki yoksulluk oranı yüzde18.08; 0–6 yaş için bu oran yüzde 24.4. Bu veri sanırım, yetişkinin dünyasından farklı bir problem alanından bahsettiğimizi ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, yoksulluk ülkenin genel problemi, onu anlayınca çocuk yoksulluğunu da anlamış veya anlatmış oluruz diyemeyiz.
Çocuklar için, çocuk odaklı bir bakış açısı ile politika üretilmesine acil ihtiyaç var. Çünkü bu ülkede çocuklar, onları korumaktan sorumlu kolluk kuvvetlerinin silahlarından çıkan kurşunla, gaz fişeği ile ölüyorlar. Yetişkinler de aynı tehlikeyle karşı karşıya. Dolayısıyla yaşam hakkı, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili bu tehlikeyi genel bir tehlike olarak tarif edebiliriz elbette.
Ancak, çocukları ayrıca ve özel olarak ele almazsak eksik kalmış oluruz. Ergenin doğasında olan otoriteye başkaldırma ihtiyacını, yönetime katılma hakkını dikkatten kaçırmış oluruz. Biz kaçırınca başkaları da kaçırır ve “çocuk olduğunu nereden bileceğiz” der.
“Bilmekle yükümlüsünüz” diyebilmek için, çocukların haklarını tam ve eksiksiz kullanabilmelerini sağlayacak uygun ortamlar yaratmanın yetişkinlerin, bütün toplumun ve devletin sorumluluğu olduğunu söylemek gerekir.
Toplumda cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele edilmeden, çocukların erken evlendirilmeleri ile mücadele edilemez. Ancak, erken evlilikle mücadele cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılmasına da ertelenemez.
Ailelerin ikna edilebilirliğine de bırakılamaz. Eğitim sisteminde örgün eğitim dışına çıkarıcı düzenlemelerin erken evlilikleri teşvik edeceğini öngörmeniz gerekir. Çocuklar için bütüncül politikalara ihtiyaç var.
Okulları şehir dışındaki kampüslere taşıdığınızda, taşımalı sistemin çocuğun yaşamı için, oyun hakkı için, yaşadığı sosyal çevre ile bütünleşme ihtiyacı için, arkadaş edinmek için ne demek olacağını planlamak çocuklara karşı bir yükümlülüktür.
Çocukları onlara hiç sormadan alınan bu kararların nesnesi yapmak, gelecekte nasıl vatandaşlar olacakları sorunu bir yana şu anda toplumun eşit hak sahibi bir bireyi olarak hiç tanınmamaları anlamına gelmektedir.
Çocukları ilgilendiren konularda politikalar üretilirken, çocukların görüşlerinin dikkate alınacağı mekanizmalara ihtiyaç var.
Çocuklar alınan hiçbir kararda özne olarak yer almazken, hiçbir yerde çocuk odaklı bakış açısı için onlara yönelik politikalar üretilmezken, hiçbir seçimde, planlamada öncelikli yer edinemezlerken, yılda bir gün “en değerli varlıklarımız” diyerek bayram kutlamak çok da ikiyüzlü değil mi?
Keşke bayram olsa!
Olabilir aslında.
Keşke, bayram gibi bayram olmasını sağlayabilsek. (SA/BA/YY)
* Seda Akço, Bürge Akbulut / Hümanist Büro