Murat Türk, Böğürtlen Zamanı’nın yazarı… On dokuz yaşında siyasi nedenlerle tutuklanıyor. 23 yıldır hapishanede ve 23 büyüktür 19’dan… (Burada kocaman bir es veriyorum ve yazıya devam ediyorum.)
Böğürtlen Zamanı önce Avrupa’da Mezopotamya Yayınları’ndan çıkmış, kısa sürede büyük ilgiyle karşılaşmıştı. Öyle ki kitap hakkında çıkan yazılar okur baskısı oluşturup Aram Yayınları’nı harekete geçirmiş ve kitap çok geçmeden Türkiye’de de yayınlanmıştı.
Böğürtlen Zamanı – Arayış ilkin Kürtçe olarak, “Dema Drîreşkan” adıyla Belge Yayınları’ndan çıkmış ancak Türkçe’si kadar ilgi çekmeyi başaramamıştı.
Avrupa’da kaç baskı yaptı bilmiyorum ama Aram Yayınları’nda dört baskı yaptı ve şu an ilk cildi yok satıyor.
Böğürtlen Zamanı’nın ilk kitabı “Arayış”, ikinci kitabı “Buluşma”… Serinin üçüncü kitabı olan “Dağların Uğultusu” ise, 10 Ocak 2018 tarihli bir habere göre, daha taslak halindeyken, hapishane idaresi tarafından yasaklanıp el konulmuş.
Murat Türk’ün Böğürtlen Zamanı (1-2) dışında yine önce Mezopotamya Yayınları’ndan, sonra Aram Yayınları’ndan çıkan “Köprüdeki Düşman” adlı bir de öykü kitabı var.
“Köprüdeki Düşman” da toplam on sekiz öykü var. Üç tanesi “güvercin” hikâyesi… Bu güvercin hikâyelerinde Diyarbakır’da güvercinlerle tutkulu bir şekilde ilgilenen; hatta bu ilgiyi paraya da tahvil eden, başkaca da hiçbir iş yapmayan “kuşbaz”ları bulacaksınız. Dodo, Titi ve Şaşo’yu…
Kuşbazlık Diyarbakır’da önemlidir! Öyle ki hemen her mahalde bir “Kuşbaz Elo” veya “Kuşbaz Meheme” bulabilirsiniz. Yüksekçe bir yere çıktığınızda, etraftaki damlarda en az birkaç tane pine(güvercin kümeslerine) rastlarsınız. Ayrıca kuşbazlığın bir piyasası da var. Tahtakale gibi olmasa da Ortadoğu’daki gelişmelerden bu piyasa da etkileniyor. Sadece kuşbazların gittiği kahvehaneler var, bu kahvehanelerde kuşlar için kümesler dahi yapılmış. “Bir taklacı güvercin kaça gider, kaçtan alınır? Güvercinin kaç takla atanı makbuldür? Bir çift “külrenk” bir araba eder mi? Falan kesin kuşunu kim yakalamış?” Tüm bu sorulara herhangi bir kuşbaz kahvehanesinde cevap bulabilirsiniz.
Güvercin hikâyelerini okurken zihnime ilk not ettiğim cümle “Bu hikâyeleri bir Diyarbakırlıdan başkası yazamaz”dı. Diyarbakır’ın o kendine has Türkçesini, Diyarbakır’da doğup büyümeyen birinin konuşabilmesi şöyle dursun, yazması bile kolay değil. Kendine özgü deyimleri, söylerken ki vurguları; sizin Diyarbakırlı olup olmadığınızı kesinlikle ele verir.
Güvercin hikâyelerinin ikincisinde, bugünlerde kayyum atanan Özgürlükçü Demokrasi gazetesinin, doksanlı yıllardaki versiyonu olan Özgür Gündem gazetesinin çocuk dağıtımcısı Bıco ile kuşbaz Titi’nin gözaltında, hücredeki diyaloglarından işkencenin çocuktan yansımalarını bulacaksınız:
- İşeg degıl ha, buzdır! Bıllıgıme buz baglamişlar, bılmiyem niye!
(Çiş değil ha, eriyen buzun ıslaklığıdır. Çüküme buz bağladılar, niye bilmiyorum.)
- Bışê (bir şey) olmaz. Şişmemesi içindir… Geçer.”
Seksenli yılların çocuklarının hafızasındaki darbe hikâyeleri, Kürtçe yasakları, doksanlı yılların siyasi cinayet ve yanmış köylerin göçebe insanlarının hikâyelerine karışınca, bugünlerde hapishanede yirmi yılını devirmiş her yazarın öykülerinde bir gözaltına alınan veya “tekbir” getirilerek yaralanan - öldürülen dağıtımcı çocuk veyahut yakılıp yıkılan bir köyden göçenlerin yaşadıklarından izlere rastlamak şaşırtıcı değil. İşte “Dağların Uğultusu” isimli öyküde de insanın nefesini kesen bir göç hikâyesi okuyacaksınız; göç yolunda daha kırkı çıkmadan açlıktan ve soğuktan ölen bir bebeği…
Kitaba adını veren “Köprüdeki Düşman” isimli hikâyede, bir çatışma sonrası köprüde kalan bir asker ile militanın cenazelerinin, grupların komutanlarının telsiz üzerinden konuşmalarıyla yapılan anlaşmayla, komutanların yarı çıplak bir şekilde cenazelerini almaları anlatılıyor.
“Sessizlik Zamanları”nda Ali Dayı’nın nedensiz hapisliğini; “papaza ezan okutma” zulmünü, destansı bir anlatımla okuyacaksınız:
“(…)Kuyruklu getirdik dediniz, geldik. Soydunuz adamı çırılçıplak ama yoktu, hani?”
“La oğlum belki gizlemiştir belki de, sabret hele!”
“Get lan! Her şeyi gördük işte, guyruk muyruk yoktu işte!(…)”
Kitaptaki diğer öyküler Böğürtlen Zamanı tadında… Her birinde dil ustalıkla kullanılmış, öykü kurgularında müthiş bir akışkanlık sağlanmış… Anlatıcının derdi övmek, sövmek değil, insanların yaşadığı trajedinin fotoğrafını çekmek… Murat Türk, işte o trajedinin içindeyken dışına çıkıp deklanşöre basabilmiş nadir kalemlerden biri olarak sıyrılıyor.
Murat Türk’ü; Böğürtlen Zamanı ve Köprüdeki Düşman’ı okurken fark ettiğim bir şey var ki, çok acı verici! Anadili Kürtçe’yle müzik dinlesin, kitap okusun, televizyon izlesin, eğitim görsün isteyen bir yazarın, Kürtçe’yi yok etmenin bir aracı haline getirilen Türkçe’yle yazdığı Böğürtlen Zamanı (1-2), Kürtçe yazdığı “Dema Drîreşkan (1)” (İlk kitabın Kürtçe’si) den daha fazla ilgi görüyor!
Anadili Kürtçe olan okurların Türkçe’yi tercih etmesini eleştirmek haklı olur ancak evvela dokunulması gereken nokta, bu okurların nasıl Türkçe’yi tercih eder hale geldiğidir ki bu, zaten kırk yılı aşkındır, sevgili Evrim Alataş’ın (ruhu şad olsun) deyimiyle “can akıtan, kan akıtan bu meselenin” özeti gibi…
Bu arada; kitaplar hakkında bilgi toplarken, Aram Yayınları editörünün gazeteci Filiz Gazi’ye verdiği söyleşiden öğrendim ki Murat Türk’ün Böğürtlen Zamanı (1-2) kitapları da yasaklanmış. Ama Köprüdeki Düşman’a hala kitapçıların raflarında…
Murat Türk kimdir?
1976 Diyarbakır-Bağlar doğumlu. 1990 yılında siyaset yapmaya başlıyor. 1992 yılında PKK’ye katılıyor, 1995 yılında da tutuklanıp müebbet hapis cezası alıyor. Aşağı yukarı 23 yıldır hapiste ve eğer Allah uzun ömür verir de ceza infaz kanununda bir değişiklik vs. de olmazsa 7 yıl daha hapishanede kalacak…